2011 yılının
En İyi Film Oscar ödülünün sahibi olan
The Artist, tamamiyle sessiz sinema formatıyla çekilen sıra dışı bir Fransız filmi. Yönetmen koltuğunda
Michel Hazanavicius'un oturduğu filmin başrollerinde
Jean Dujardin ve
Bérénice Bejo bulunuyor.
En İyi Erkek Oyuncu Oscar ödülünü bu film sayesinde alan Dujardin, diyalogun olmadığı bu filmde gerçekten başarılı bir performans sergiliyor. Filmin müzikleri de Dujardin ve Bejo'nun vücut dilini destekliyor sanki. Öyle ki, izleyici olarak filmde diyalog olmadığını anlayamıyorsunuz. Danslar, sahteden uzak fakat abartılı mimikler ve müzikler sayfalarca senaryoya eşdeğer olmuş gibi.
Ayrıca film;
En İyi Yönetmen, En İyi Film Müziği ve
En İyi Kostüm dallarında da Oscar sahibi olmuştur. Kurgusunu 1920'lerde sessiz sinema yıldızlarının yaşadığı bir "talihsizlik" üzerine kuran filmin her bir parçası dönemi yansıtıyor. Kostümler ve danslar, saçlar ve makyajlar hepsi 20'lerin sonundan günümüze başarıyla taşınmış.
Siyah-beyaz ve sessiz olması nedeniyle günümüz izleyici kitlesinin beklentilerine uygun olmasa da, The Artist beklentileri farklı yönlerden karşılıyor. Olaylar sistematik bir hızda ilerlerken akışın hiç bozulmaması izleyici olarak bizleri çeken başlıca nedenlerden birisi aslında. Ayrıca döneminde "özgün olmamasıyla" eleştirilen filmin senaryosunun da ilgi çekici olduğu söylenebilir. Sonuna kadar sabırla izleyebilenleri asla hayal kırıklığına uğratmayacak da bir sonu var.
Sessiz Sinemanın Arkasında Bıraktıkları
Popüler olduğu dönemlerde sessiz sinema bambaşka bir dünyaydı. Teknolojik yetersizlik değil, mimiklerin, vücut dilinin ve kostümlerin bile susmadığı bir dünyaydı. The Artist, bu dünyanın içine sığıp taşan bir çok sanatçıyı anma töreniydi. Filmin başından sonuna kadar aklınızdan sessiz sinemanın
Charlie Chaplin ve
Gene Kelly gibi parlak yıldızları geçiyor. Sinema tutkunlarının seveceği, sonlarına doğru duygulanacağı bir film.
Film, 1920'lerin ünlü sessiz sinema sanatçılarından
George Valentin'in düşüşünü konu alıyor. 1927 yılında sesle tanışan sinema yeni yüzler aramaya başlıyor. Sinema, George Valentin ve onun gibi sessiz sinema sanatçıları yerine
Peppy Miller gibi "sesli" yüzleri istiyor. George, sesin sinemaya girişini kabullenmekte zorlanan yıldızlardan biri olarak sinema sektörüne direnmeye başlıyor. Sesli filmlerle yarışabileceğini düşündüğü sessiz filmler çekiyor fakat zamana yenik düşüyor. İnsanlar artık abartılı mimiklerden ve jestlerden sıyrılmak, karşısındakinin sesini duyabilmek, hissedebilmek istiyor. Zamanla ününü ve servetini kaybeden George ve gün geçtikçe başarı basamaklarını hızla tırmanan Peppy'nin hayatı aralarında alevlenen bir kıvılcımla kesişiyor.
Özgün bir senaryoyla hazırlanmış duygu yüklü bu dram filminin en can alıcı sahnelerinden biri George'un açık arttırmayla sattığı eşyalarının hepsini satın alan gerçek kişinin Peppy olduğunu öğrendiği andı. Evinin bir köşesinde duran üç maymun heykelinin Peppy'nin evinde durduğunu fark ettiği an ona bunca zamandır kaçırdığı şeyleri anımsatmıştı. Gururu yüzünden yok ettiği kariyerini, kaybettiği eşini, yitirdiği servetini ve dostlarını o heykelcik sayesinde görmesi filmde yer alan en iyi metaforlardan birisiydi.
Müzikalite dolu bu film, baştan sonra dans, müzik ve nostalji vadediyor.
İyi seyirler!
Yorum Bırakın