Ah şu Ruslar! Ne kadar da şahane kahramanlar kurgulayarak canlandırdılar duvarları boyasızlıktan dökülmüş düşünce ve duygu dünyamızı. Raskolnikovlar, Prens Andreyler, Bazarovlar... Komşumuzun genç delikanlısından koca bir kitap çıkardılar, oradan bir alt sokağa inerek bir memurun hayatına daldılar. Uzaklara dikerek gözlerini küçük bir dağ köyündeki yaşantıyı gördüler, süslü bir sosyete balosunda bize rehberlik ettiler. Ne kadar çok, çok oldular bize; ne kadar çok biz oldular.
Fakat geçelim şimdi tüm bunları. Tüm bu cilt cilt kitapların hepsini geçelim. Biz bir Rus köyünün mutfağında beyefendi ile hizmetçiyi enselerken, evden bozma bir kulübede sakallı bir ihtiyarın o kesik soluklarını dinlerken, uyuşuk bir hareketlilik kendini göstermeye başlıyor. Gonçarov, tüm bunların ortasında Acem hırkasına sarılmış tembel bir insan portresi çiziyor. Belli ki bu karakter ortaya çıkmaktan rahatsız, yüzü düşünceye küsmüş, koyu gri gözlü, tamamen zararsız. İlya İlyiç Oblomov uyanıyor. Hayır, yataktan çıkıyor demedim, çıkmıyor. Bunu ayırt etmek zor lakin İlya İlyiç Oblomov uyanıyor.
Oblomovluk
"Uzanmak Oblomov için ne hastalarda ya da uykusu gelmiş insanlarda olduğu gibi bir zaruret, ne yorgun bir kimsedeki gibi geçici bir ihtiyaç, ne de uyuşuk bir insandaki gibi bir zevkti; bu onun tabii hali idi."
Kendisi başlı başına bir eski-yeni karşılaştırmasını mı sunuyor bizlere? Haklısınız, bu doğru olabilir. Apaçık Doğu'yu mu resmediyor o geniş ve sıcak yatağında? Kim bilir, belki de böyledir. Fakat ne çağrıştırdığı konular ne de alttan alta verdiği mesajlar bu yazının konusu olacaktır. Satır aralarında bir anlam aramaya veya çok başka yerlere çekerek kafa patlatmaya gerek yoktur. Hem en ufak bir yerden kulağına çalınsa, bu konular onu son derece yoracaktır hiç şüphesiz. Biz Oblomov yatağında uzanırken tam karşısına kurularak bu yazıyı onu rahatsız etmeden bitirmeye çalışacağız.
İlk olarak 1849'da 'Oblomov'un Rüyası' ile dünyaya bakmaya başlayan İlya İlyiç, 1957 yılında, bir aylık bir çalışmanın ürünü olarak son halini alıyor ve o zamandan bu yana yatağından çıkmadan bizleri kendi yanına çekmeyi başarabiliyor. Hareket etmek yoruyor onu, düşünmek yoruyor. Gezmek, dolaşmak, hesap yapmak, dans etmek ona göre değil. Derin sohbetler, eğlence yerleri, tiyatrolar... Bunları söylemesi bile yoruyor. Hem çalışma odası hem konuk odası hem yatak odası olan kendi odasında güvende hissediyor kendini.
Vücutta günler ilerledikçe şişerek kendine yer açan bir rehavet, safi tembellik, yastığından çıkan tozlarla burnundan içeri giren bir uyuşukluk hali, acınası bir meskenet... Ve Oblomov asırlardır o yatakta yatıyor. Ve Oblomov yalnız Rusya'da değil insanın ayak bastığı her yerde bir yatak bulmuş ve o yatakta yatıyor. Biraz daha bakın etrafınıza. Bu akşam bile en az beş tane Oblomov göreceksiniz. Ancak 21. yüzyıl Oblomovları sabah dokuzda işe gidiyor, akşam beşte çıkıyorlar. Düşünmüyorlar yine düşünmüyorlar fakat öğle yemeklerini yiyorlar. Uyuşukluk, miskinlik her şey aynı ama Acem yapımı hırka giymiyorlar. Bu yüzyılın Oblomovları biraz farklı anlayacağınız. Oblomov kendini iyi tanırdı fakat onlar kendilerini bilmiyorlar.
-Öldü, hayatı yok yere harcandı gitti. Zekaca kimseden aşağı değildi. Tertemiz billur gibi bir ruhu vardı. Asil heyecanları olan bir insandı. Ama hiçbir şey yapmadı.
-Niçin? Ne yüzden?
-Ne yüzden mi?.. Oblomovluk!
Yorum Bırakın