Austerlitz Zaferi'nin üzerinden tam 7 yıl geçmişti. Ne büyük zafer ama... Sokakta normal bir şekilde yürürken 'işte cesur bir adam' diye gösterilebilmek için "evet, o savaştaydım" demenizin yeterli olacağı türden bir zaferin üzerinden geçen bu 7 yılda pek çok şey yazılmış, pek çok şey anlatılmıştı. Tüm bu anlatılara yenisini eklemek için olacak, takvimdeki her bir yaprağın görevini titizlikle yerine getirmesiyle birlikte vaktin geldiğini düşünen İmparator Napoleon belki Polonya'yı korumak, belki Ada'ya olan ticareti engellemek, belki de canı istediği için, gözünü Doğu'ya doğru dikmişti. Kısa bir vakit sonra son derece gururlu bu iki hükümdarın ortak bir paydada buluşamaması ile (hatta bu durum Napoleon dışındakiler için henüz belirsizken) atına atlayan L'Empereur, menzillerde değiştirdiği beygirlerle Polonya'yı geçerek Rusya sınırına gelmişti bile. Neman üzerinden ilerleyen Fransızların haberini alan İmparator Aleksandr, Fransızların çekilmesi sonucunda uzlaşmanın mümkün olabileceği aksi takdirde saldırıyı durdurmak zorunda kalacağını içeren bir mektup yazarak Napoleon'a ulaştırdı. Ancak Smolensk'e doğru yaklaşan gürültüden mektubun pek de işe yaramadığı anlaşılıyordu.
Borodino Muharebesi
Vahşetin bu denli başarılı bir tablosunun gün ışığı ve yoğun sis içerisinde eridiğini görmek insanlık tarihinde yapılan sayısız savaşa rağmen pek mümkün değildir. Ses tellerini yırtarak yükselen bu çığlıkları duymak ve bedenlerden fışkırarak akan kanın tüm Borodino toprağına yayılışını izlemek... O felaketin içerisinde bunların hiçbirini tam olarak yakalayamazsınız. Canınızı ve bu sayede ülkenizi kurtarmak için kalbiniz hızlanmaya başlar, tüm enerjiniz göğüs göğüse çarpıştığınız düşmanı yere sermek için kaslarınıza yüklenir. Savaş alanının görüntüsünü aktarmak fırçasıyla ressamın, kalemiyle yazarın işidir. Bunun bilincinde olan veya bunu aklına bile getirmeyen 250.000 asker o gün orada, Borodino'da bulunuyordu. Kader böyleydi. Sevgilisine sırılsıklam aşık nişanlı bir çocuk, savaşın bitiminde nişanlısının dizlerinde uyuyacağının hayaliye karşısındaki askeri tam gözünün altından vurmalıydı. Ailesinin geçimini sağlayan yirmili yaşlarda temiz yüzlü, köse bir çocuk, barut ve kandan oluşan suratıyla tek darbede yere yığılmalıydı. 1812 sonbaharında askerlik çağında, Rus veya Fransız olarak bu dünyada bulunan genç delikanlılar, sahnenin dekorunun eksiksiz oluşturulabilmesi için tarihin en kanlı savaşlarından olan Borodino'da kanını akıtmalıydı.
Sabahın ilk saatlerinde top atışlarıyla başlayan savaş ortalığı dumana boğmuştu. Rusların sol kanadına Prens Bagration, sağ kanadına ise Barclay de Tolly kumanda ediyor, ortada Raevski'nin birlikleri bulunuyordu. Fransızların dizilimi ise sağdan başlayarak Poniatowski, Davout, Murat, Ney ve Eugene şeklindeydi. Sis, duman, korku ve heyecanın kapladığı bu yerde neler olup bittiğini savaş alanındakiler dahi bilmiyordu. Zaten ne neler olup bittiğini anlamak için ne de nerede olduğunu görmek için zaman vardı. Havada vızıldayarak geçen mermilerin sahibini bulması ve parıldayan süngülerin kırmızıya boyanması saniyelik olaylardı. Ve bu savaş yerinde bir saniyenin bir asıra denk geldiği anlar yaşanıyordu.
Napoleon Şevardino'da, Kutuzov ise Gorki'de bulunuyordu. İkisinin de gayet sakin bir ruh hali içinde bulundukları, sürekli düşündükleri ve karar vermek konusunda zorlandıkları söylenebilirdi. Sorumluluğun bir an için de olsa kendilerinden alınmasını ve işler şansın da yardımıyla iyiye gittikten sonra tekrar kendilerine verilmesini istiyor gibiydiler. Belki de tüm köye yayılan kalp atışı ve çığlık seslerinin bu savaş için yeterli olduğunu düşünüyorlardı. Her ikisinin de gözleri baktığı yeri içine çekerek emiyor, kulakları duyduğu her sözcüğü teker teker harflerine ayırıyordu. Savaşın seyri çok hızlı değişiyordu. Bu da savaşın fiili olarak bizzat içerisinde olmayan iki kumandanı belli bir ölçüde saf dışı bırakıyordu. Artık iş, taktiğe, plana, insan ve top sayısına değil; durumun gereklerine uygun olarak savaş alanında anlık alınan doğru kararlara, şansa ve maneviyata kalmıştı. Borodino'da, kanla yıkanmış o toprağa her asker düştüğünde biraz toz biraz da belirsizlik havalanıyordu. Hızla, iyi veya kötü çeşitli haberler yayılıyordu. Bunların bazıları doğru, bazıları uydurma haberlerdi. Bazı haberlerde ise iletilene kadar durum değişiyor, haberci yola çıkarken doğruluğu bilinen haberin o an için doğru olmadığı ortaya çıkıyordu.
Daha önce karşı karşıya gelen bu iki ordunun daha sert mücadele etmesinin sebebi herhalde tek taraflı olarak da açıklanabilir. Çünkü Ruslar, 7 yıl önce kesin bir yenilgi aldığı rakibine karşı bu sefer daha inançlı karşı koyuyordu. Bundaki en büyük etken, tabii ki de bu sefer kendi topraklarını savunuyor oluşlarıydı. Alexandr tüm yurt geneline yayılan patriotic bir tutumla düşmanı ülkeden atmayı, Rus toprağında bir tek silahlı Fransız kalmayana kadar mücadele etmeyi hedeflemişti. Barclay de Tolly'nin yerine Kutuzov'un getirilmesinin en büyük sebebi de budur. Çünkü Rusya'ya tehlike zamanında kendi kumandanı lazımdı, başkası değil. Bu nedenle ihtiyar Kutuzov tekrar görev başına getirilmişti fakat ağırlaşan göz kapakları o gün orada olmak istemediği izlenimi veriyordu.
Sayısız merminin ateşlendiği, birçok insanın öldüğü, litrelerce kanın akıtıldığı bu savaşta bir son olduğunu düşünmek hata olur. Borodino bütün bu süreçti. Fransa'dan başlayıp Moskova'ya giden yol da Moskova'dan başlayıp Fransa'ya dönen yol da Borodino'ydu. Neredeyse ordusunun yarısını kaybeden Rusların yara almamış bir tek kanadı, bozulmamış bir tek birliği yoktu. Fakat Ruslara göre daha avantajlı olan Fransızlarda da perişan bir vaziyet hakimdi. Belki daha güçlüydüler, daha donanımlıydılar, daha iyi yönetiliyorlardı ancak kendi ülkelerinden binlerce kilometre uzakta bu sonbahar gününde bir türlü bitmeyen bir savaşın altında eziliyorlardı. Sayısız merminin ateşlendiği, birçok insanın öldüğü, litrelerce kanının akıtıldığı bu savaşta bir son olduğunu düşünmek gerçekten hata olur. Çünkü Borodino o günü veya o ayı değil, bundan sonraki yılları belirlemişti. Rusların başarılı bir direnişi miydi yoksa Fransızların Pirus zaferi miydi? Ne var ki; vahşetin, tereddütün ve göz alıcılığın en iyi senaryolarından biriydi şüphesiz.
Bir hafta sonra Napoleon Moskova'ya girdi. O kadar istediği şehre hayalini kurduğu giriş kesinlikle bu değildi. Bir ay sonra Napoleon Moskova'dan çekildi. O kadar istediği şehrin durumu da kesinlikle hayal ettiğinden farklıydı. Şehirde kimse kalmamış ve şehrin dörtte üçü yanmıştı. Tüm ihtişamıyla çıktığı Rusya Seferi'nde gelinen nokta onu düş kırıklığına uğratmış ve böylesine tarihi bir şehrin fatihi olma fırsatı elinden alınmıştı. Uzun seneler zafer içinde yaşamanın vermiş olduğu yenilmezlik hissi, Moskova'daki alevlerin içinde kalarak ağır bir şekilde hasar görmüştü. Fransız işgali, koşuda can evinden yaralanmış, azgın, yabanıl bir hayvan gibi yaralandığını hissediyor ama duramıyordu; nasıl ki, iki kat zayıf olan Rus Ordusu da çekilmemezlik edemiyordu. Aldığı ilk hızla Fransız Ordusu Moskova'ya yuvarlanabilecekti ama orada Rus kuvvetlerine gerek kalmadan, Borodino'da aldığı ölüm yarasından kanı aka aka eriyecekti.* Tolstoy'un anlatımıyla; işte olan durum tam da budur. Binlerce kayıp vererek parçalanmış iki ordu, yanıp kül olmuş koca bir şehir ve geriye kalan muhteşem bir uvertür...1812 Savaşı'nın tek kazananı gerçekten de Tchaikovsky gibi duruyor.
*Savaş ve Barış - Lev Tolstoy - Can Yayınları - II. Cilt, s. 303 - 2017/İstanbul
Yorum Bırakın