Acıyla dolu bir yaşama ses telleriyle tutunmak... Belki de ruhunun acısını şarkı söyleyerek bir nebze azaltmak. Kör olma tehlikesi, bakılması için geneleve gönderilmek, sokaklarda şarkı söyleyerek ve babasının cambazlığına katılmaya çalışarak yaşama tutunmaya çalışan bir genç kız, bir kaldırım serçesi Piaf.
Édith Piaf 19 Aralık 1915’te, Fransa’da dünyaya geldi. Paris’te, Belleville’de dünyaya gelen sanatçı, yarı İtalyan yarı Fas asıllı bir aileye sahipti. Babası sokaklarda halkı güldüren bir cambazdı. Annesi ise ileride Edith Piaf’ın da olacağı gibi, sokaklarda şarkı söyleyen bir sokak sanatçısı. Bakıldığı zaman sanatçı bir aileden gelmektedir Piaf. Onun sesi ise bu sanatçı ailenin doruk noktasıydı. Edith Piaf; Fransız kabare sanatçısı, söz yazarı ve aktris. Fransa’nın uluslararası yıldızlarından, ulusal sanatçılarından. Gel gelelim kolay bir hayatı olmadı. Sağlık sorunları, ölümler, suçlamalar derken talihsizlikler peşini uzun süre bırakmadı ve 10 Ekim 1963’te henüz 47 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Acı dolu hayata başlarken gözleri enfeksiyon kaptı. Bu mikroplanma onu kör edebilirdi. Neyse ki geçiciydi ve bir süre sonra düzeldi. Edith Piaf’ın mektupları bulunmadan önce kör olduğu zannediliyor olsa da aslında kör olmamıştı, bir sürelik kör olma riskinden sonra gözleri sağlığına kavuşmuştu. Kör olma tehlikesi geçirdiği sırada babası onu bir geneleve bakımı yapılsın diye bıraktı ve Piaf burada genelevin patronuyla beraber yaşadı. Babası Edith’i bu genelevden aldıktan sonra yanında cambazlık yapmasını istedi, aslında zorladı. Çünkü kendi cambazlığı halka yetmiyordu artık. Edith Piaf ise bu konuda deneyimsiz olunca, başladı şarkı söylemeye. Belki de yapabildiği en iyi şeyin bu olduğunu düşünüyordu 14-15 yaşlarındaki bu minik kız. Fransa millî marşı La Marseillaise'i söyledi ve kısa sürede dikkatleri üzerine çekti. Bu küçük bedenden çıkan bu güçlü ve derin ses, bir zaman sonra babasından ayrı tek başına şarkı söylemeye devam etti, başka sokaklarda ve başka kaldırımlarda. Acılar azaldı sanmayın, aşık oldu Piaf. Henüz 16 yaşındaydı ve delicesine aşık oldu. Hatta sevdiği adamdan bir çocuğu da oldu. Anneydi artık. Ancak dedik ya acı acı diye, çocuğu Marcelle öldü. Henüz iki yaşındayken, menenjitten. Bu ölümden sonra kendine uzun süre gelemedi sanatçı. Ta ki, keşfedilene dek. Louis Leplée, Piaf’ı keşfetti ve onun güçlü sesi geniş kitlelere yayıldı. Lepleé ona Kaldırım Serçesi diyordu. Edith ise onu o kadar seviyordu ki, hitabı Lepleé Baba şeklinde oluyordu. Onu dinleyen herkesi sesiyle kendisine hayran etti Piaf. Lakin hayır, acı onun hayatının parçasıydı. Bir anda Louis Leplée öldü ve Piaf uzun ve sancılı bir sorgulanma dönemi geçirdi. Bu dönemde halkın gözünde saygısını kaybetti. Suçlamalara maruz kaldı, yeniden kabarelerde şarkı söylemeye döndü. Ününe tekrar kavuşacaktı, kavuştu da. Raymond Asso’ya ettiği bir telefonla.
Edith Piaf, yine aşık oldu. Hem de evli ve 3 çocuk sahibi bir adama. Fransız boks şampiyonu Marcel Cerdan’a. Ancak Piaf sevmeyi seven bir kadındı, Cerdan da Piaf’a deli gibi aşık olmasına rağmen, eşinden ayrılmasını istemedi. Var olduğunu bilmek, onu sevmek yeterli olsa gerek Piaf için. İki büyük aşık, ilişkilerine onca sekteye rağmen devam etti. Tabi acılar da Piaf’ı kovalamaya. Marcel Cerdan’ın içinde bulunduğu uçağın düşmesiyle ikisi de öldü. Cerdan gerçek anlamıyla, Piaf ise mecazen. Cerdan’ın ölümü onu derin bir derbederliğe, boşluğa, sonsuz bir acıya ve beraberinde alkole sürükledi. Alkol yetmediği zaman morfine sarıldı Piaf. Sarıldığı ve hatta bunu hayatı boyunca yaptığı bir şey daha vardı; şarkı söylemek. Sahnelerden vazgeçmedi, inmedi. Fakat ağrıları, bayılmaları sahnelerde de boy gösterdi. İnsanların gözünde bu, onun gücüne güç katan bir durumdu. Sevdiği adamın ölümünden sonra kendini toparlayamadı sanatçı. Evlat acısı, sevdiği adamın acısı derken bir de üzerine kaza geçirdi ve omuriliği zedelendi. Yarı kambur yürümekteydi artık. Bu durumda dahi o Fransız serçeliğinden ödün vermedi. Bir süre sonra karaciğer kanseri oldu ve 10 Ekim 1963’te karaciğer kanserinden öldü. Kısa zaman sonra yakın dostu Jean Cocteau da hayata veda etti. Piaf’ın ölümüne dayanamamış olması muhtemel. Sürdüğü genelev hayatı, fahişeler arasında büyümesi, sokaklara düşmesi, evli adamla birlikte olması, zamanında aldığı suçlamalar gibi nedenlerden ötürü Katolik kilisesi Paris Başpiskoposu cenaze töreni yapmadı Piaf için. Ancak tabutu mezarlığa götürlürken on binlerce hayranı yanındaydı Piaf’ın. O, millet fark etmeksizin ancak en çok da Fransızlar için acılar içinden yetişen bir ses, bir kadın, bir idol ve bir güç timsaliydi. Charles Aznavour, Edith Piaf’ın cenaze törenini anlatırken söylediği sözlerle, bu sanatçının büyüklüğünü bir kez daha gösterdi: “İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinden beri bütün Paris’in trafiğini tamamen kilitleyen başka bir olay yoktur.”
Piaf, bazı şarkılara adeta imza attı sesiyle. Non, Je Ne Regrette Rien, L'hymne à l'amour ve La Vie En Rose şarkılarıyla akıllara kazındı, ölümsüzleşti. Onlarca, yüzlerce insana ilham oldu. Acılara tutunması hemcinslerinin güçlü kalmasına bir nebze de olsa yardım etti ve Piaf, tek başına bir devrim demekti. Her yaştaki insana tek bir öğüdü vardı: "Sev."
Yorum Bırakın