Albert Camus Ve Tipaza Şehri Hakkında

Albert Camus Ve Tipaza Şehri Hakkında
  • 13
    0
    0
    0
  • 20. yüzyılın en güçlü Fransız yazarlarından biri olan Albert Camus, 1913'te Cezayir'in Mondovi kasabasında doğdu. Yoksul bir aileden gelen Camus'nün babası Alsaslı, annesi ise İspanyol'du. I. Dünya Savaşı sırasında, 1914'te babasını kaybetti. Annesi evlerde hizmetçilik yaparak oğlunu okutmaya çalıştı. Ancak Camus, daha bağımsız bir hayat sürebilmek için evinden ayrıldı. 1923'te liseye, ardından da Cezayir Üniversitesi'ne kabul edildi. Üniversite eğitimi sırasında sağlığı bozuldu ve 1930'da vereme yakalandı. Hastalığı yüzünden üniversite takımının kaleciliğini bırakmak zorunda kaldı. Bundan sonra çeşitli işlerde çalışmaya başlayan Camus, felsefe eğitimini ancak 1936'da tamamlayabildi.

    Camus II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası'na karşı oluşmuş Fransız Direnişi'ne katıldı ve bu direnişin bir parçası olarak "Combat" adında bir gazete yayımlamaya başladı. 1943'te gazetenin editörü oldu; fakat 1947'de "Combat" ticari bir gazete olunca buradan ayrıldı. Jean-Paul Sartre ile tanışması burada gerçekleşmiştir.

    Savaştan sonra, Sartre ve Beauvoir gibi kişilerin buluştuğu Boulevard Saint-Germain'deki Café de Flore'u ziyaret etmeye başladı. Bu yıllarda, aynı zamanda Amerika'yı turlayarak Fransız varoluşçuluğu hakkında dersler verdi. Politik olarak sol görüşlere yatkın olmasına rağmen komünizme karşı çıkması, ona komünist partilerde arkadaş kazandırmadığı gibi Sartre'dan da uzaklaştırdı.

    Varoluşçuluk ve Absürdizm hakkındaki görüşleri

    Bazı eleştirmenler Camus'yü kategorize etmeye çalışarak onun bir varoluşçu ya da absürdist olduğunu söyler. Eleştirmenlerin mi ya da Camus'nün kendi ifadesinin mi doğru olup olmadığı tartışılmakla birlikte, Camus etiketlenmeyi sevmediğini belirterek varoluşçu olduğu tanımına karşı çıkar: "Hayır, ben bir varoluşçu değilim. Sartre ile isimlerimizin yan yana anılmasına hep şaştık. Sartre ve ben kitaplarımızı birbirimizle gerçekten tanışmadan önce yayımladık. Birbirimizi tanıdığımızda ise ne kadar farklı olduğumuzu anladık. Sartre bir varoluşçudur, benim yayımladığım tek fikir kitabı Sisifos Söyleni'dir ve sözde varoluşçu filozoflara karşı doğrultulmuştur.” Camus felsefesini en iyi anlatan sözlerinden biri de; 'hayat hiçbir şey değildir, itina ile yaşayınız.'dır. Hayatın bir anlam aramaya çalışmayacak kadar kısa olduğunu, nihayetinde bir anlamı olmadığı, anlamı olsa bile olmasının hiçbir şey değiştirmeyeceğidir. Bu yüzden insanın yapabileceği en iyi şey hayatını yaşamak olacaktır. Camus hayatın anlamsız olduğunu söylemiştir, fakat anlamsız bir şeyi anlamlı yaşamanın da bir sakıncası yoktur. Bu yüzden Camus'un felsefesi pesimist veya aşırı melankolik değildir.

     

    Camus ve Tipaza Şehri

    Tipaza şehri, Cezayir’in Alboran Denizi’ne bakan ve birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan antik bir kenttir. Kent, tarih boyunca Fenikeliler’e, Romalılar’a, Vandallar’a (Kuzey-doğulu Almanlar) ve Araplara ev sahipliği yapmıştır. 

    Bu kadim şehri en iyi anlatan sözlerden biri hiç şüphesiz Cezayir asıllı Fransız yazar Albert Camus’ye ait: “Tipaza, Tanrılar’ın yeryüzündeki evi.”

    Tipaza, tıpkı Oran şehri gibi Albert Camus’ye ilham olmuştur. Hatta Tipaza’nın eski yapıların yıkılmamış taşlarına bir cümle yazmıştır. Sanıyorum ki bu yazı da “Tipaza’ya Dönüş” adlı yazısından geliyor:

    “Burada ben ihtişam diye bahsettikleri şeyi görüyorum, sınırsız bir aşk.” 

    Tabi Camus’nün aşk bahsi burada şehre yöneliktir. 

    Şehrin veya şehirlerin insanlar üzerindeki etkisi sandığımızdan da fazladır.

     

    Kaynak: 1


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.