Advertisement

Yaratmanın Yalnızlığı

Yaratmanın Yalnızlığı
  • 2
    0
    0
    0
  • Oyuna son beş dakika. Sahneye çıkmadan evvel hatırladığım son cümle. Pat, pat, pat… Evet, seyirciler giriyor. Hepsinin aklında tonlarca soru işareti ve gözlerinde tonlarca merak duygusu belirgin. Biliyorum.  Birazdan sahneye çıkacak, o aptal – istisnalar elbet vardır ama kaideyi bozmaz- seyircilerin karşısına geçecek ve onlara oyun sunacaktık. Peki sahneye kim çıkacaktı? Sen söyle Stanislavski. Kim? Aylarca hazırlandım. Onun gibi yürümeye, onun gibi giyinmeye onun gibi konuşmaya, onun gibi yemek yemeye, onun gibi içmeye, onun gibi duş almaya, onun gibi şarkı söylemeye, onun gibi bağırmaya, onun gibi giyinmeye… Evet yanlış düşünmüyorsunuz, o olmaya çalıştım. Siktiri boktan bir yazarın – belki kalitelidir, ama umurumda mı sizce? – yarattığı bir karakter oldum. Sahne. Işıklar. Toz. Alkış. Gülücükler. Oyun bitti. Evet bitti. Ama sahneden kim inecekti? 

     

    Evet, burada yazar veya yaratıcı – haşa, ne haddime- olarak kesmek zorundalığı hissediyorum. (Hatta ara ara yaparım bunu ben) Söylenir ki, bir başka bakış açısından anlatırsak hikayemizi, belki daha akıllıca olurmuş. Okuyucu daha iyi idrak edermiş ana fikri. Bir de ilahi bakış açısı ile karakterimizi anlatmakta da elbet ki fayda vardır. Sözü fazla uzatmayalım, o gün oyuna gelen seyirciler karakterimizin de bildiği üzere epeyce heyecanlı ve meraklı imişler. Hepsi teker teker koltuklarını bulmuş, sabahtan kalma sohbetlerini devam ettirmiş ve arada bir telefonlardan haberleri gözetmişler. Anlayacağınız aynı tas, aynı terane. Ancak oyuna 5 dakika kala bir farklılık olmuş – evet, karakterin bahsettiği son 5 dakika.- (Okuyucu burada oyuna gelen seyirciler gibi heyecanlanmalı tabi ki, ama ne haddime bunu söylemek benim) Rivayet olunur ki, sahnenin ortasında beyaz bir ışık belirmiş. Öyle çok keskin, göz alan bir ışık değil elbet. Ancak dikkatli gözlerle bakanın görebileceği bir ışıkmış. (İpucu: Gönül gözünden bahsediyorum.) Silik ve daha önce görülmemiş bir ışıkmış. Keskin olmamasına rağmen bakanları kör edebilecek nitelikte gibi hissiyat veriyormuş. Benden duymuş olmayın ama seyirciler arasında şöyle bir konuşma da geçmiş: Bu ışığın ölüm meleğinin habercisi olduğu, bunun kötüye delalet edeceğini ve ışığı görenler kötü musibetlerden müstesna edileceklermiş.  Neyse benim gevezeliğim tuttu, karakterimize dönme vakti artık. Bu olayları da görenler bilir. 

     

    Sahneden kulise doğru giden bir çift ayak. Benim olduğu iddia ediliyor. Ancak hiç öyle hissettirmiyor. Sanki başkasının ayaklarına el koymuşum da zorla kullanıyorum gibi. Hem benim ayaklarım ama aynı zamanda hiç benim olmamış gibiler. Sahneden çıkmaya yelteniyor sessizce. Sessizliğin içinde bağıran bir şekilde. Ne yapacak peki sonra? Aslında çok iyi biliyorlarmış ne yapacaklarını, ben onları zincirlenmiş bir köle gibi tutsak ediyorum. Özgürlüklerine el koyuyorum. Neden? Kendimi özgür edebilmek için hatta kendimi var edebilmek için. Var ettiğim kişi ne peki? Varlık mı? Canlı mı? Düşünceleri, hisleri var olduğu iddia ediliyor bana. İnanamıyorum. Hem nasıl inanabilir ki insan? Hissedemediği, göremediği ve hatta var edemediği bir şeye nasıl inanır? Ne olur açıklasın birisi bana. Açıklasın da kurtarsın beni bu ıstıraptan. Hayatları boyunca çabalayan, bir amaç belirleyip peşinden koşan insanlar vardır, çok iyi bilir herkes. İşte ben de onlar biriydim. Vizyon ve misyon sahibi. Bunların yanında bir yetenek. Rol yapabilme yeteneği. Ah keşke, kahretseydi o yeteneği tanrı da hiç sahneye çıkamasaydım, hiç karaktere bürünemeseydim. 

     

    İşte bunları hissederken – doğru mu oldu acep hissetmek? – karakterimiz, çoğu şeyin farkında değildi. Sayın okuyucu, lütfen klişe cümleler yazdığım için kınamayın beni. Karakterimiz hayatı boyunca hep farklı olduğuna inandı, klişe olmadığına. Ne var ki gördüğünüz üzere sadece bir klişeden ibaretti. Klişe karaktere elbette klişe cümleler yakışır. Öyle değil mi sayın okuyucu? Neler olacaktı peki? Farkında olmadığı şeyleri söyle o zaman bize, diyebilirsiniz. Haklısınız da. Ama ben de gevezeliği seviyorum. Belki de tek kusurum – kendimi mi kandırıyorum yoksa? – Belki de tekrar tekrar anlatarak var ediyorum karakterimizi. İçinizde birileri var biliyorum, o karakterin yerinde olsa aynılarını yaşayacak, hatta yaşamış olanlarınız bile var olabilir. Benim ne dediğimi daha iyi anlarlar onlar. Şimdi hayal etmenizi istiyorum, gözlerinizi kapatın ve hayal edin. (Gözlerimiz kapalıyken nasıl okuyacağız cümleleri?) Bir atın üstünde olduğunuzu, dört nala gittiğinizi. Gizemli bir ülke aradığınızı. Varlığından eminsiniz, bir yerler de o ülke var. Bu fikre inanarak atlamışsınız atınıza ve diyar diyar gezmişsiniz. Bir saniyenin içine bir yıl sığdırmış, geçen zaman sanki yağmurda can bulmuş da sizi sırılsıklam ediyor. Sonra bir fark ediyorsunuz ki yollar bitmiyor, bitmemekle beraber hep aynı camiler, ayni kaleler, aynı yüzler belki yüzsüzlükler, aynı sokaklar, aynı ayakların izleri, aynı sebepler… Hala inanmaya devam eder misiniz o ülkenin varlığına? Ya da belki o ülke sizin gördüğünüz aynı suretlerden ibaret. Eskisi gibi inanabilir, bakabilir misiniz o gördüğünüz aynı suretlere? Gerçekliği kalır mı o suretlerin? Karakterimiz adına konuşursam eğer, uzunca bir süre anlamı kaldı o suretlerin. 

     

    Evet, sayamadığım kadar karakter. Bilemediğim kadar ruh halleri. Empati yeteneği. Yaratmanın yalnızlığını bilir misiniz siz? Ben de bilmezdim. Daha doğrusu bilmezken bilir gibi yapardım, anladığımı düşünürdüm. Yanılmışım. Kaç yıldır sahneye çıktım, sunturlu laflar ettim, alkışlar topladım, beğeni aldım, ödüller topladım. Kaç tane arkadaşım oldu sayamadım artık. Bir zamandan sonra hepsi aynı kişi gibi görünmeye başladı aslında. Farklı kıyafetler içinde aynı yüzler ya da yüzsüzlükler. Farklı kelimelerin içine gizlenmiş tek bir mana: yalnızlık. Herkes bir olmuş bağırıyorlar bana. Yalnızlık diye. Hayır, hayır dünyaya bağırıyoruz hepimiz: Yalnızlık. Kuşlar kadar, yıldızlar kadar, hayallerimiz kadar yalnızlık. Binlerce çoğulun içinde, tek bir tane yalnızlık. Farklılıklar her ne kadar çoğalırsa yalnızlık da o kadar derinleşiyor, güçleniyor. Ama inanın düşman değilim yalnızlığa, artık bir olduk biz. Her oyunda, her sahnede farklı karakter oldum. Benliğimi bıraktım ve şimdi elimde bir benlik bile kalmadı. Ve belki artık kendimi var etmeye çalışırım tekrar tekrar, kendi hikayemi anlatarak insanlara. Yaratmanın yalnızlığını anlatırım onlara. 


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.