Sonu Bilinen Gerçek: Kırmızı Pazartesi

Sonu Bilinen Gerçek: Kırmızı Pazartesi
  • 5
    0
    0
    0
  • Sonda yaşanacak olanı en başta öğrenmek nereden baksanız biraz can sıkıcı bir durum. Ancak bazen hikayenin sonunda ne olacağı değil nasıl olacağı daha önemli hale geliyor. Öyle bir kasaba düşünün ki o günün akşamına 1 kişi ölecek/öldürülecek ve bunu tüm kasaba sakinleri biliyor. Üstelik buna maktülün ailesi ve yakın çevresi de dahil. Kulağa inanılır gibi gelmeyen bu durumu Gabriel Garcia Marquez, Kırmızı Pazartesi isimli kitabında işlemiş.

    Kitabı ilk okuduğunuzda Cem Karaca'nın "Ana baba bacı gardaş dar günümde el olur
    Namus belasına gardaş döktüğümüz kan bizim." şarkısının sözleri kulaklarınızda çınlayabilir. Çünkü kitapta işlenen cinayetin sebebi bir namus davası. Peki kitaba basit bir gerilim türü olarak bakmaktan çıkıp daha farklı bir penceren bakmaya kalkarsak bu cinayetin ve cinayetten haberdar olan ancak engel olmak adına hiçbir şey yapmayan kasaba sakinlerinin durumu hakkında hangi sonuca varırız? Özellikle kasaba sakinlerinin sergiledikleri tavırları sosyolojik bir çerçevede değerlendirmek mümkün gibi gözüküyor.

    Fransız sosyolog Emile Durkheim toplumda sıklaşan intihar vakalarının sebeplerinin psikolojik değil sosyolojik olduğunu vurgulamıştır. Durkheim toplumu organik bir bütün olarak görür. Bu bütün ise normal işleyişini sürdürebilmek için parçaları tarafından karşılanan işlevlere ihtiyaç duyar. Eğer bu gereksinmeler ve düzen sağlanmazsa bir takım patolojik sorunlar baş gösterir. İki durum arasında analojik yaklaşım ile bir ilişki kurmaya çabalarsak kitapta ele alınan cinayetin sebeplerinin arkasında toplumsal sorunlar olduğu söylenebilir. Dayanak gösterdiğimiz sosyolojik sebepler aslında cinayetin işlenmesinden çok kasaba sakinlerinin bu cinayetten haberdar olmalarına rağmen cinayeti kabullenişleridir.

    "Bazen kaderimiz bizleri görünmez kılar."

    Kitapta kusursuz bir cinayet planı karşılamıyor sizleri. Ale'l ade ve bağıra çağıra korkusuzca işlenen bir cinayet söz konusu. Kitabın inceliğini gördüğünüzde konunu iyi işlenmediğini düşünebilirsiniz. Ancak yazar lafı fazla uzatmadan ve okuyucuyu boğan bir yoğunluğa girmeden anlatmış tüm hikayeyi. Daha ilk sayfada hikayenin sonunu öğrenince zaten nasıl olacak bu merakı ile kitabı bir çırpıda okuyorsunuz.

    Kültürde sıkı sıkıya bağlı olunan ilkeler bazen insanı çıkmaz sokaklara götürebilir. İşlevsel özelliğe sahip olan bir bütünün her parçasının kusursuz işlemesi bütünü de kusursuz yapar. Olay örgüsünün geçtiği kasabada ise halkın sahip olduğu değerler toplum oluşturan küçük yapılardan bir tanesi. Hatta belki sahip olunan bu parça diğer parçalardan biraz daha önemli bir yer tutuyor olabilir. Bir cinayetin sebebi olacak ve durumu kasabalıların gözünde meşrulaştıracak kadar. Sahip olunan değerler insanı bir yere taşıyabilir veya bir yere geri de götürebilir. İleri taşıdığı takdirde değerin parçası işlevini yerine getirmiş olur ve bütün de kusursuz bir şekilde işlmeye devam eder. Ancak inanılan değerler kişiyi/toplumu geriye götürdüğü takdirde ortaya bir kaos durumu çıkar. Parçası bozulan bütünün kendisi de zamanla bozulma gösterecektir. 

    Nobel Edebiyat Ödül'üne sahip olan eser, bir cinayet romanı olmaktan ziyade satır aralarında gizlenmiş yazarın değindiği noktalarla farklı bir boyuta bürünüyor. Yazarın en değerli kitabım dediği eserinin çarpıcı diyolagları ise okuru bir an duraksatıp düşündürme gücüne sahip. Kitabın sonunda yer verilen diyalog tüm bunları gözler önüne seriyor.

    "- Santiago, yavrum, neyin var?
    - Beni öldürdüler, Wene Hala."


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.