26 Ocak 1959'da İstanbul Bakırköy'de doğan Nuri Bilge Ceylan'ın çocukluğu baba memleketi olan Çanakkale, Yenice'de geçer. Annesi Fatma, babası Mehmet Emin Ceylan'dır. İstanbul Yeşilköy' de Zirai Araştırma Enstitüsün'de Ziraat mühendisi olarak çalışmakta olan babasının memleketi Çanakkele Yenice'ye tayinini istemesi sonucu Nuri Bilge iki yaşındayken ailece Yenice'ye taşınırlar. Emine adında ablası vardır. Yenice'de lise bulunmadığı için orta okulu bitiren ablası Emine'nin lise okuması için tekrar İstanbul'a taşınırlar. Babası tayinini tekrar yaptıramadığı için Yenice'de kalır, Nuri Bilge de babasıyla birlikte Yenice'de 5.sınıfa gelinceye kadar kalır. İlkokul beşi, ortaokulunu ve lisesini Bakırköy'de tamamlar. 1976 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya mühendisliği bölümünü kazanır. Ancak olaylı yıllar olduğu için (boykotlar, siyasal ayrılıklar, çatışmalar...) nedeniyle dersler kesintiye uğrar. O dönemde olayların en çok yaşandığı Maçka kampüsüne iki yıl gider gelir. Tekrar sınava girer ve o yıl olayların daha az görüldüğü Boğaziçi Üniversitesi Elektrik bölümüne geçiş yapar. Lise'de filizlenmiş olan fotoğraf merakı burada katıldığı fotoğraf kulübüyle artar. Üniversite'de seçmeli ders olarak sinema dersleri alır. Okul harçlığını çıkarmak için kulüplerde vesikalık fotoğraf çeker. 1985 yılında mezun olur. Okul bitince Londra, Katmandu olmak üzere doğu batı seyahatlerini gerçekleştirir. Türkiye'ye ek subay olarak Ankara Mamak'ta vatani görevini gerçekleştirir. Askerlikten sonra bir yandan geçimini sağlamak için tanıtım fotoğrafları çekerken bir yandan da Marmara Üniversitesi'nde Sinema bölümünde iki sene yüksek lisans yapar.
Sinemaya ilgisi gün ve gün artan Ceylan, önce arkadaşı Mehmet Eryılmaz'ın bir kısa filminde oyunculuk yaparak başlar. Oyunculuk yaptığı sırada teknik sürece baştan sona katılarak bilgisini pekiştirir. Arkadaşı Mehmet Eryılmaz'ın kısa filminin çekildiği Arriflex 2B kamerayı kendi kısa filmini çekmek için satın alır. O yıllar henüz video kameralar bir opsiyon değildir. 1993 yılı sonlarına doğru bir kısmını Rusya'dan kendi valizinde getirdiği, bir kısmını TRT'nin verdiği son kullanma tarihleri geçmiş filmlerle kısa filmi olan Koza'yı çekmeye başlar. Bu film 1995 yılının Mayıs'ında Cannes'da gösterilir ve Cannes Film Festivalinde yarışmaya seçilen ilk Türk kısa film olur.
Ardından Koza'nın devamı sayılabilecek ve bazılarınca "Taşra üçlemesi" diye nitelendirilen üç uzun metrajlı film gelir : Kasaba (1997), Mayıs Sıkıntısı (1999) ve Uzak (2002). Bu filmlerde yakın arkadaşlarını, akrabalarını ve ailesini oyuncu olarak kullanır. Teknik açıdan bulunan tüm kısımlarıda kendisi üstlenir.
Üçlemenin son filmi olan Uzak (2002) Cannes Film Festivali'nde Büyük Jüri Ödül'ünü alır ve bir anda Ceylan'ı uluslararası alanlarda tanınan biri haline getirir. Uzak 23'ü uluslararası olmak üzere toplam 47 ödül alarak Türk sinemasının en fazla ödül kazanan filmi olur. 2003 yılı sonlarında "İklimler" filmini ele alır. Bu filmi bu kez yine 2006 Cannes Film Festivali'nde FIPRESCI ödülünü alır. 2008 tarihli filmi "Üç Maymun" ile 61. Cannes Film Festivali'nde yarışır ve En İyi Yönetmen Ödülü'ne layık görülür. Üç Maymun daha sonra Oscar yarışında ilk dokuza kalmayı başaran ilk Türk filmi olur. 2011 tarihli "Bir Zamanlar Anadolu'da" filmi 64. Cannes Film Festivali'nde bir kez daha Büyük Jüri Ödülü'nü kazanır.
Birçok başarıya imza atan Nuri Bilgen Ceylan'ın kendisi hakkında bilgi verdikten sonra sinema diline geçelim.
Nuri Bilge Ceylan'ın sinema dilini yaratan unsurlar içinde, anlatıdan çok fotoğrafın durağan ve estetik görünümlerinin ortaya çıktığı söylenebilir. Ceylan'ın "İklimler" filmine değin kurmuş olduğu anlatı yapısı öyküsel anlatımdan çok fotoğrafik anlatıma yakın durmuştur. İklimler filmini takip eden süreçte ise giderek artan öyküsel anlatımı ön plana çıkarmış olduğu görülür. Ceylan sineması sıradan olanı, yalın ve basit bir gözle izleyerek, hikaye kurulumunda dramatik çatışmanın en aza indirildiği bir yaklaşımla ele almıştır. Bu bakımdan Ceylan'ın sineması gerçekçi ifade biçimine yakındır. Gerçekçi ifade biçimine yakın olmasının bir diğer etkeni ise sıradan insanı anlatma isteğidir. Ceylan incir çekirdeğinin bile bir konu olabileceğini söylerken; büyük anlatılara, dramatik çatışmalara, klasik anlatı yapılarına ihtiyaç duymadığını da belirtir ve gösterir. Ceylan hayatın içerisindeki herhangi bir anın içinde var olan hikayesinin filme konu olabileceğini düşünen bir görüşten etkilenmiştir. Ceylan'ın sinemasında izleyici kendisini özdeşleştirmek yerine belli bir mesafeden filme bakan olarak kendini konumlandırır. Yani seyirci mekansal ve zamansal tecrübeyi kendi yaşar, filmdeki karakterle herhangi bir özdeşleşme içerisine girmez. Burda seyirci empati duyduğu, özdeşleştiği bir karakter üzerinden veya anlatıya duyduğu ilgi üzerinden de değil, anlatı içerisinde "kendisi" olarak bulunur. Filmlerin de kamera hareketsizlikleri, kamera pozisyonları gerçekliğe daha çok tanıklık eder. Yani izleyici bu noktada gerçekliğe ait detayları kaybetmektense, dışarıda durarak, uzaktan gerçekliğin yapısını anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır. Ceylan filmlerinde zaman, mekan örgüsü seyirciyi bir yerden alıp absorde edecek şekilde kurulmak yerine gevşek bırakılmış zaman'la seyirci için bir davet içerir. Zaman-mekan birlikteliği ve bir akış içerisindeki seyir ilk filmlerinde durağan bir görünüme, dolayısıyla fotoğrafik anlatıya yakın düşse de daha sonra olay örgüsünün daha çok belirginleştiği bir anlatım yapısına dönüşmüştür.
Ceylan'ın sinema söyleminin en önemli parçalarından birisi ise "taşra" açısından yaklaşmasıdır. Ceylan kendi getirdiği çocukluğundaki "taşra duranlığını" filmlerine taşır. Geçmişte var olduğu tasavvur edilen masumiyet çağı ya da toplumsal çocukluk dönemi olarak idealleştirilen, masalsı bir taşra değil, doğrudan doğruya bugün yaşandığı haliyle taşraya, taşradan ne kaldıysa ya da taşra neye dönüştüyse ona bakmaktadır. Ceylan'ın filmlerinde taşra, kapanmanın ve durağanlığın bir simgesi haline dönüşmüştür.
Emeğinize sağlık, muhteşem..