Saldırganlık Üzerine

Saldırganlık Üzerine
  • 2
    0
    0
    0
  • Saldırganlık dünya tarihi boyunca evrensel bir bakış açısı ile yaklaşıldığında dünyanın her yerinde gözlemlenmiş ve varlığını sürdürmüştür. Geçmişten günümüze varlığını sürdüren saldırganlık dünya düzenini etkilemiş, insanların birbirleri ile kavgalarına, savaşlarına yol açmış, siyasette gözlemlenmiş ve çoğu kez incelenmek üzere psikoloji bilimine konu olmuştur. Saldırganlığı tanımlarken karşımıza yaklaşımların farklı tanımları çıkmaktadır. Davranışçı yaklaşıma göre bir davranış başkasına zarar veriyorsa saldırgan davranış olarak tanımlanmıştır içgüdüsel tanımda ise saldırganlığın oluşumunda etkisi olan içgüdüsel dürtülerden bahsedilmiştir. Tanımlarda da görüldüğü gibi saldırganlık farklı şekillerde tanımlanmaktadır. Bu yazıda öncelikle içgüdüsel ve davranışçı yaklaşıma göre saldırganlığı inceleyip sonrasında ise savunucu ve yıkıcı saldırganlığı inceleyeceğiz.

    İçgüdüsel yaklaşımda saldırganlığı ele alırken kuşkusuz incelememiz gereken otorite döneminde içgüdü kavramında devrim yaratan Sigmund Freud’dur. Freud içgüdüleri cinsel içgüdü ve kendini koruma içgüdüsü olmak üzere iki sınıfta incelemiştir. Freud, cinselliği ve kendini korumayı insana egemen iki güç olarak gördüğü için saldırganlık konusuna bu bağlamda az önem vermiştir ancak ilerleyen zamanlarda insanda yaşam içgüdüsü (Eros) ve ölüm içgüdüsü (Thanatos) olmak üzere iki içgüdü olduğunu savunmuştur ve bu iki kavram döneminde çok ses getirmiştir. Ölüm içgüdüsü, organizmanın kendisine yöneldiğinde kendini yıkmakta ancak dışarıya dönük olduğunda kendinden çok çevresini yıkıma uğratmaktadır ve ölüm içgüdüsü sadizmin ve mazoşizmin açıklamasında yerini bulmuştur. Yani ölüm içgüdüsü saldırganlığın esas olarak dürtülere gösterilen bir tepki değil, insan organizmasının yapısından kaynaklanan kesintisiz bir uyarımdır. İçgüdü yaklaşımında saldırganlık incelendiğinde bir tehlike net bir şekilde sezilmektedir. Bu tehlike saldırganlık içgüdüsünün ya da diğer bütün içgüdülerin insanın içinde bulunarak davranışlarına sebep olmasıdır.

    İnsanın içerisinde doğuşundan itibaren bir canavarın yattığı sonucuna ulaştıran bu yaklaşıma zıt yaklaşım ise davranışçı yaklaşımdır. Davranışçılar sadece davranışın kendisi ile ilgilendikleri için bir nevi davranış mühendisliği yaparak saldırganlığı sadece karşıdaki kişiye zarar verme durumunda saldırganlık olarak tanımlamaktadırlar. Bu tanımla birlikte davranışçı yaklaşımın eleştirilmesi gerektiği çok açık bir biçimde görülmektedir çünkü bir insanın davranışının sonucu olduğu kadar bir nedeni de mevcuttur. 

    Saldırıya uğrayan kişinin kendini savunması ya da çocuğunu öldüren bir adama karşı annenin tutumu saf saldırganlık mıdır? Acıktığı için ceylanı öldüren bir aslanın davranışı ile sırf spor olsun diye ceylan yahut başka bir hayvanı avcılık adı altında öldürmek aynı davranış mıdır? Tabii ki de hayır. Bizler bilmekteyiz ki saldırganlık doğası incelenirken gözden kaçırılmaması gereken olgulardan birisi de niyettir. Bu açıdan ele alındığında insan doğasını incelerken varoluşsal ihtiyaçlara değinen Erich Fromm’dan esinlenerek saldırganlığı savunucu saldırganlık ve kıyıcı saldırganlık olarak iki başlık altında incelemenin daha mantıklı olacağını düşünmekteyim.

    Savunucu Saldırganlık ve Kıyıcı Saldırganlık

    Bireye saldıran saldırgana karşı bireyin kendisini koruması, bir hayvanın karnını doyurması için başka bir hayvana saldırıp onu öldürmesi savunucu saldırganlıktır. Savunucu saldırganlık yaşamsal çıkarlara yönelik var olan tehditlere verilen bir karşılık olmasının yanında bireyin ve türün varlığını sürdürmesine katkı sağlamaktadır. Savunucu saldırganlık insanlarda hayvanlarda göründüğünden kat kat yüksek görünmektedir ki bunun nedeni de insan varoluşunun has özelliklerinde yatmaktadır.

    Savunucu saldırganlığa karşıt olarak bir de kıyıcı saldırganlık mevcuttur. Kıyıcı saldırganlık tamamen insan varoluşunun gerektirdiği bir saldırganlık türüdür ve kalıtımsal olarak programlanmamış saldırganlıktır. Toplumsal olarak yıkıcı olduğu için biyolojik yönden zararlı olmakla birlikte bireye patolojik birer haz hissiyatı vermektedir.

    Hiçbir hayvan, türüne ya da başka bir türe işkence uygulamaz, başkasının zarar görmesinden hoşnut olmaz bunlar maalesef geçmişten günümüze insana ait olan özelliklerdir. İnsanların kendi türüne ya da hayvanlara işkence uygulamaları, ikinci dünya savaşı sırasında Hiroşima’ya atılan atom bombası, kolluk kuvvetlerin sırf siyahi bir suçluya ten renginden dolayı orantısız güç kullanması, savaşlarda kadınlara tecavüz edilmesi, Hitler’in Yahudileri sırf kendi ırkına mensup olmadığı için katletmesi yıkıcı saldırganlık örnekleridir.

    Hollandalı bir bilim insanı olan ve hayvan davranışlarıyla ilgilenen Nikolas Tinbergen’in hayvan davranışlarını inceledikten sonra karşılaştırmalı olarak insan davranışlarına yönelik çıkarımı ile yazımı bitirmek istiyorum.

    Tinbergen der ki:

    “İnsan bir yandan kendi türüyle kavga etmesi yönünden birçok hayvan türünün akrabasıdır. Ama öte yandan da o kavga eden binlerce tür arasında kavgayı yıkıcılığa ulaştıran tek türdür. İnsan kitle katliamcısı olan tek türdür, kendi toplumu içinde bir çıban başı olan tek varlıktır.”


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.