1909 yılı sonbaharında, her biri dünyayı değiştirecek olan bu iki adam Viyana'da yaşıyorlardı. Biri yirminci yüzyılın en tanınmış ve en çok tartışılan düşünürü olan ve Psikanalizin yaratıcı Sigmund Freud'du. O zaman elli üç yaşındaydı. Adolf Hitler ise Viyana'ya mimar ve ressam olmak ve bir servet kazanmak hayaliyle gelmişti. Henüz çok gençti. Küçük bir dairede bir arkadaşıyla beraber kalıyor ve zamanını okuyarak, yazarak, beste yaparak geçiriyordu. En büyük lüksü operaydı. Devlet sanat okulu, başvurularını reddetmişti. Zaten otoriteye hep isyan eden bir kişiliğe sahipti. Viyana'ya gitmeden önce memleketinde akşam yürüyüşleri sırasında gördüğü Stefanie adlı bir kadına aşık olmuştu. Onunla tek bir kelime konuşmamasına rağmen onu unutamamıştı. Kadınların çoğu tarafından çekici bulunmasına karşın hiçbirine yüz vermedi. Kadınların ne istediğini Freud yıllarca düşünmüş, araştırmış ama bu işin içinden çıkamamış.
Hitler'in Viyana için en büyük projelerinden biri şehrin varoşlarında yaşayan işçiler için tasarladığı geniş, ışık alan konutlardı çünkü kendisi orada çok zor şartlar altında yaşıyordu. Yalnızdı ve parası bitmek üzereydi. Bir süre sokaklarda yaşadı. Sokakta tezgahlarda satılan kendi çizdiği kartpostallarla hayatını kazanmaya çalışıyordu. Sığınma evinde kalan insanlara nutuklar atıyordu. Yahudiler ve komunistler hakkındaki düşüncelerini anlatıyor ve Almanya'nın kaderinin diğer uluslardan üstün olmak zorunda olduğunu söylüyordu. Tanıştığı birçok insan onu deli sanıyordu ve hiç kimse onun dünyanın kaderini değiştirecek kadar önemli biri olacağını düşünmüyordu.
Adolf Hitler'in Viyana'da yaşadığı o günlerde Sigmund Freud belki de hayatının en parlak dönemini geçiriyordu. Orta yaşlarda dinç, gür saçları olan gösterişli bir adamdı. 1909 yılı sonbaharında Hitler sokaklarda yaşarken Freud yazdığı kitaplarla dünyanın dikkatini üzerinde toplamaya başlamıştı. O yıllarda insanların tiranlardan nasıl etkilendiğini, onlara boyun eğmekle kalmayıp aynı zamanda saygı ve sevgi duymalarına neyin yol açtığını analiz etmeye çalışıyordu.
En büyük hayali içinde yaşadığı Avusturya'ya hakim olmak olan Hitler'in önü Birinci Dünya Savaşı'nda açıldı. Alman ordusunda ulaklık yapıyordu. Bu dönemde ciddi cesaret örnekleri göstermiş ve birçok madalya kazanmıştı. 1923'te bir darbe girişiminde bulundu ancak başaramadı. Hapse girdi ve orada yazdığı Kavgam adlı kitabında geçmişini anlattı ve Almanya'nın geleceğine dair ayrıntılı programını açıkladı. Hayallerinden hiç vazgeçmedi ve sonunda 1933'te şansölye olmayı başardı.
1938 kışında Hitler'i Viyana'da bekleyenler arasında yaşlanmış ve ağır hasta olan Freud'un yanı sıra yüz yetmiş bin Yahudi daha vardı. Naziler Freud'dan nefret ediyordu. Hatta 1933'lerde Almanya'da yapılan sokak eylemlerinde Freud'un kitapları yakılmıştı. Bunun haberini alan Freud "Epey ilerleme kaydetmişiz, Ortaçağ'da olsak beni yakarlardı, şimdilik kitapları yakmak onlara yetiyor," demişti. Oysa beş yıl sonra Vİyana'ya gelen Naziler sadece kitap yakmakla yetinmeyeceklerdi.
Beş yıl sonra yani 1938'de Freud seksen bir yaşında, iki büklüm olmuş ve çene kanserinden mustarip bir yaşlı adamdı. Bu arada Hitler kafasına koyduğunu yapmaya hazırlanıyordu. 12 Mart 1938'de Alman askerleri hiçbir direnişle karşılaşmadan Avusturya'ya girdiler. Freud o cumartesi günü, günlüğüne iki sözcük yazdı: "Finis Austria" yani Avusturya bitti... Hitlerin başa geçmesinden bir yıl önce Freud şöyle yazmıştı: "Gelecek belirsiz. Sonumun gelmesini giderek azalan bir üzüntüyle bekliyorum. Olacaklar beni korkutuyor, bunları görecek kadar uzun yaşamam umarım."
Hitler Avusturya'nın Almanlara boyun eğeceğini umuyordu ancak halk bunun çok ötesine geçmişti ve Hitler'i büyük bir sevinç içinde, sanki kurtarıcılarıymış gibi selamlıyordu. 14 Mart Pazar günü Viyana'ya giden Hitler'in en önemli hedeflerinden biri de Sigmund Freud'du. Naziler Freud tarafından temelleri atılan Psikanalizin gerçekten bir bilim dalı olduğunu kabul ediyorlardı ama onlara göre Psikanaliz bir Yahudi bilimiydi. Bir Yahudi tarafından yaratılmış ve yine sadece Yahudilere hitap ediyordu.
Ertesi gün yani 15 Mart günü Freud için ne kadar üzücüyse Hitler için o kadar önemli ve guru veren bir gündü. Hitler "Vatanım" dediği Viyana'nın, Alman Reichi'ne katılmasını kutluyordu. Bu arada Yahudilere saldırılar başlamış ve sokaklar giderek bir tür kara karnavala, ırksal nefretin patladığı bir şehir cehennemine dönmüştü.
İnsanoğlunun sadist yönüyle hep ilgilenmiş olan Freud en uygar halkların bile şiddet, tecavüz ve yağma fantezileri kurduğuna inanıyordu. Freud'a göre hepimizin içinde birer suçlu yatar. Freud Hitler'le Nazileri hayatın gerçekleri olarak kabul eder ve olanlara pek şaşmaz, çünkü Hitler'in sergilediği türden bir otoritenin bir yazar, düşünür ve aynı zamanda bir terapist olarak böyle bir ortamda nelere yol açabileceğine o gayet iyi biliyordu. Freud insanların otoriteye, özellikle de yıkıcı otoriteye bağımlı olduklarına inanırdı. Genellikle en güçlü arzumuz, arzularımızı bizim yerimize kontrol edecek, onları durduracak bir figür bulmaktır. Bu yüzden hükmedilmek, otoriteye boyun eğmek isteriz derdi. Freud kalabalık insan gruplarını tehlikeli bulurdu. Hem yasaklayıcı, hem de izin verici birinin lider rolünü üstlenmesiyle birlikte kalabalıkların ölümcül tehlikeler yaratabileceğine inanırdı. Tam da o dönemde Freud'un düşüncelerine çok uyan, dünyaya tavizsiz bakan ve net bir programa sahip bir politikacı ortaya çıkmıştı. Hitler nelerden nefret ettiğini çok iyi biliyordu. Yahudilerden, Versailles Anlaşması'ndan ve Marxistlerden...
Aslında Aryan idealini savunan adamın kendisi şaşılacak kadar duygusaldı ve sık sık ağlardı. Ama gerektiğinde Freud'un tarif ettiği rolü, her zaman doğruyu bilen ve kararlarında en küçük bir şüpheye düşmeyen adam rolünü son derece iyi oynardı. Bazı kaynaklar Hitler'in Freud okuduğu ve davranışlarını buna göre ayarladığını yazar.
Hitler artık neredeyse kendisini İsa'ya benzetmeye başlamıştı. Freud onu çözebilmek için çok uğraştı. "İnsanlar bütünsel varlıklar değildir." der Freud. Parçalara bölünmüştür ve bu parçalar genellikle birbiriyle çatışma halindedir. Lider, Freud'un tabiriyle kitleleri hipnotize eder ve insanlar neyin doğru, neyin yanlış olduğunu, böyle bir liderden kolayca öğrenir. Böylece kişi iç dünyasında kendini son derece rahat ve huzurlu hisseder çünkü inandığı lider ona yapması gereken doğruları söylemiş, o da yapmıştır. Sorumluluk kendisine ait değildir. Böylece o kalabalıkta yer alan herkes kendini önemli olayların altına imza atan biri gibi hisseder. Bu da güç demektir ve insanın bu konudaki arzuları da tatmin edilmiş olur. "Kitleler" diye yazmıştı Hitler, "ricacılardan çok komutanları severler."
Freud, insanların öncelikle iç huzuru aradığını savunur. Acılarımızı anlayan, düşmanlarımızı gösteren, enerjimizi nereye odaklayacağımızı işaret eden ve yasaklanmış arzularımızı tertemiz bir vicdanla tatmin etmemize izin veren sade doktrinli ve güçlü bir adam, herkes için huzura giden yoldur der.
Freud için artık giderek Avusturya'dan ayrılma kararı kaçınılmaz olmuştu. Çünkü pek çok kere yazdığı gibi "özgür ölmek" istiyordu. Zaten her şeyine el konumş bir tek canı kalmıştı. Onu da dünyanın tepkisini çekmemek için şimdilik bağışlıyorlardı. 4 Haziran günü Freud eşi, kızı, doktoru ve köpeğini de yanına alarak yola çıktı. 1 Eylül'de Nazi askerleri Polonya'ya girdiler. Ancak iki gün sonra hem Fransa hem de İngiltere Almanya'ya savaş ilan ettiler. Freud bu haberi duyunca "Savaşlar hep devam edecek ama bu benim için sonuncusu" demiş.
Freud artık çalışamaz hale gelmiş, çenesinde kansere bağlı kocaman bir delik açılmış ve ıstırabı giderek artmıştı. Freud zaten yıllar önce doktoru Schur'la ölümü konusunda anlaşmıştı. Zamanı geldiğinde bu dünyadan ayrılmasında doktorunun izin vermesini hatta yardımcı olmasını istiyordu. O gün Schur'a "Yaşam artık işkence haline geldi ve anlamsızlaştı," dedi. Doktor onun ne demek istediğini anladı. Yıllardır acılarını paylaştığı ve hep çok saygı duyduğu hastasına üst üste fazla miktarda morfin enjekte etti. Ve 23 Eylül 1939'da bütün gazeteler Frud'un kanserden öldüğünü yazdı.
Kaynak: Gülseren Budayıcıoğlu-Hayata Dön
Freud ve Zweig ortak düşünceler ve acılar yaşayan iki Avusturyalı. 1. Dünya savaşı sırasında basit bir onbaşı ve onun geldiği nokta. Anti semitizm düşüncesi ile tesiri altına aldığı Alman halkı ve yarattıkları cehennem. Bugün hala o dönemde Hitler'in haklı olduğunu beyan eden söylemler mevcut. Versailles sonrası ordusuz kalan Almanya ve sonrasında boy gösteren Büyük Buhran ile beraber yokluğun sefaletin neredeyse diz cöktürecegi bir halk olan Almanya. Fransa nin işgali sonrasında Hitler Fransayi teslim alırken Versailles,in imzalandığı Kompartimani Paris,e getirtti. İçinde biriken nefret ve intikam duygusu onu öyle bir esir almıştı ki artık kendisini vazgeçilmez ve yenilmez olarak görüyordu. Molotof - Ribbentrop saldırmazlık paktı devam ederken, Albert Speer ile Berghof,ta yürürken Krom eksikliği yüzünden savaş araçları üretiminin azaldığını öğrendiği an da sonun başlangıcı olan o kararı verdi ve Barbarosssa hareketi başladı.