Yeni Bir Soluktan Metalaştırmaya Karşı Bir Manifesto: Deniz Orhangazi Ve “Örsüz”

Yeni Bir Soluktan Metalaştırmaya Karşı Bir Manifesto: Deniz Orhangazi Ve “Örsüz”
  • 2
    0
    1
    1
  • Genç müzisyen Deniz Orhangazi ile sektör, müzik ve ilk albümü “Örsüz” üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik, hepinizin aynı keyifile okuması dileğiyle!

    Örsüz’ü dinlemek için:

    ?utm_source=generator" width="100%" height="380" frameBorder="0" allowfullscreen="" allow="autoplay; clipboard-write; encrypted-media; fullscreen; picture-in-picture">

    Örsüz/Apple Music

    Biraz çocukluğundan, ailenden ve müziğe yönelmendeki etkilerinden bahsedebilir misin?

    Etkileri çok büyük, müzikle ilk tanışmam ailem sayesindeydi, gitarla tanışmamı onlar sağladı. Şöyle oldu: Bir doğum günümde, 2003 ya da 2004 olması lazım, annem bana Kıraç’ın o zaman yeni çıkan Kayıp Şehir albümünü almıştı. Bende de teyp vardı, kasetçalarlardan böyle; onunla ilk dinlediğimi hatırladığım albüm oydu. Baya böyle, çok seve seve dinlemiştim. O anlamda Kayıp Şehir çok önemliydi. Rock’a, ilerisinde metal müziğe, progressive müziğe daha böyle bi ilgi duymamın sebebi, ilk duyduğum sesin, albümün, Kıraç’ın Kayıp Şehir albümü olmasıydı. Çünkü bir sürü tarzı içinde bulunduran bir albümdü ve bana göre Türkiye’de yapılmış en iyi albümlerden birisi hala. Ailemin diğer bir büyük katkısı da şu şekilde oldu: Ben daha okul hayatıma başlamadan önce okuma yazmayı bildiğim için okulda problem yaşadım, özellikle hocalarla. Öğretmenim “Ya bu çocuk zaten bizim öğrettiğimiz şeyleri biliyor, şımarıklık yapıyor. Ya sınıf atlatın ya da başka bir şeye yöneltin çünkü bu şekilde giderse okulu sevmez ve hayatı boyunca başarısız olur okulda.” diye bir konuşma yapmış ailemle, ben bunu tabii yıllar sonra öğreniyorum. Ondan sonra evde şöyle bir tartışmayı hatırlıyorum annem ve babam arasında; annem diyordu ki “bu çocuk gitar kursuna gidecek” babam da diyordu ki “karate kursuna gidecek”. Sonuç olarak, annem kazandı. Gitar kursuna yazıldım 6-7 yaşlarında. Bir şeyler yapıyordum müzikle ilgili ilk dinlemeye başladığımdan beri ama ilk profesyonel eğitimimi o yaşlarda almam çok önemli. Çok da iyi bir hocaya denk geldim, günümüzdeki gibi bir gitar eğitimi değil, bildiğin klasik gitar müziği eğitimi veren bir hocam vardı. Öyle iyi bir hocaya 6 yaşında denk gelince müziğe başlamış oldum diyebilirim.  

    Çocukluğunla ilgili bahsetmek istediğin, bunların dışında bir şeyler var mı, genel olarak nasıl bir çocukmuşsun mesela?

    Çok sessiz sakin bir çocukmuşum, odaklanmam çok yüksekmiş anlattıkları kadarıyla. Şu anda da böyleyim, hep böyle devam ediyorum. Çok farklı şeyle uğraşmaktansa bir şeye takılıp ona çok fazla odaklanabiliyorum. Albüm yapmam, müzik serüvenim de bununla çok bağlantılı ilerledi. Çocukluğumdan beri odaklı bir insanmışım, şu anda da böyleyim. Hiperaktif değil de sessiz sakin bir çocukluk geçirmişim. 

    Gerçekten uğraşmak istediğinin müzik olduğunu nasıl anladın, sektöre giriş kararını tetikleyen belli bir olay var mıydı?

    Birkaç olay var aslında. Gerçekten uğraşmak istediğimin müzik olduğunu şöyle anladım: Artık kafam bir şeylere basmaya başlayınca, ben neleri yapabiliyorum, neleri yapamıyorum bu hayatta sorularını kendime sormaya başlayınca yapabildiğim en iyi şeyin müzik olduğunu fark ettim. Hem müziği anlamamın hem de müziği yapabilmemin çok iyi olduğunu fark ettim, 6 yaşımdan beri eğitimini aldığım bir alan sonuçta. Denk gelen hocalarım, dinleyen insanlar da hep benim klasik müzik performanslarımdan etkilenirdi. Yani yapabildiğim en iyi şey müzik, elinden ne geliyor deseler müzik derim ilk olarak, hem algılama hem de üretme bazında.

    Sektöre neden girdim sorusuna gelecek olursak, neden müzik yapma ihtiyacı duyduğumu irdelersek, onun biraz daha farklı bir cevabı var. Şöyle ki: Ben klasik gitar çalıyordum, klasik gitara yazılmış eserleri, 70’lerdeki, 60’lardaki, 50’lerdeki büyük eserleri çalabiliyordum. Yorumlama üzerine çalışıyordum ama özellikle son dönemlerde -ki bu benim lise son ile üniversite dönemlerim oluyor- müzikte tek düzelik olduğunu fark ettim. Dünya müziğini o kadar bilmiyorum ama Türkiye’deki müzikte bu var. Bu bir sürü müzisyenin problemi şu an. Eskiden müziğin içinde bir mesaj, anlatılmak istenen bir şey vardı. Hangi müzik türü olursa olsun, aklınıza gelebilecek her müzik türünde bir anlatı vardı, söylenmek istenen bir şey vardı. Ama son dönemlerde satışlar o kadar her şeyin, özellikle sanatın önüne geçti ki “bir şey satıyorsa her şey mubahtır” anlayışı yerleşmeye başladı gibi hissediyorum. Müziğin içinin ne olduğu çok önemli değil, satıyorsa tamam anlayışının örneklerini dışarıdan bir dinleyici olarak çok gördüm. Problemi şöyle özetleyebiliriz: Üretimin içindeki mesajdan ziyade metalaştırma fazlasıyla ön plana çıktı. Ve ben bunu çok sevmiyorum açıkçası, metalaştırmayı kavram olarak sevmediğim gibi müziğin tamamen metalaştırmadan ibaret olması da beni çok rahatsız etmişti. Biraz daha mesajın ve anlamın ön plana çıktığı sanat eserleri görmek istiyordum. Uzun zaman bunu göremeyince de bari bir tanesini ben yapayım dedim.

    Sektöre girişte seni en çok zorlayan şey ne oldu, bu zorluğu sektöre giren tüm genç müzisyenler için ortak bir payda olarak görüyor musun?

    Birkaç başlık sayabiliriz, aslında hepsi birbiriyle bağlantılı: Beni en çok zorlayan şeylerin ilki, “no name”lik oldu, ikincisi yine bununla bağlantılı bir şekilde arkamda birisinin olmaması yani bağımsız olmak oldu, üçüncüsü de paranın olmaması oldu. Sektör şu an inanılmaz bir parayla dönüyor, bir şeyler yapabilmek için belli şeylere sahip olman gerekiyor. Bunların hepsi de maddiyat. “No name”lik ilk süreçte dezavantaj gibi görünüyor, zaten büyük bir dezavantaj ancak üstesinden gelebilirsen çok daha anlamlı oluyor. 

    Bu genç müzisyenler için ortak bir payda mı? Evet, yani şöyle düşünün, ben çocukluktan beri üretim halindeyim. O kadar çok yazmıştım ki iki-üç albümüm şu an zaten hazır. Ama bir gün şunu fark ettim; ben bunları yazıyorum ama bunları kaydetmedikten, paylaşmadıktan sonra neden yazıyorum ki? Bu düşünce paylaşmama sebep oldu. Şarkı yazarken kendimi çok güvende hissediyordum, şarkı yazıyorum ya, en kral benim modundaydım, “ben şöyle müzisyenim, böyle müzisyenim” diye düşünüyordum, ta ki hadi kaydedelim fikri ortaya çıkana kadar. O kayıt süreci başladıktan sonra, bir müzik albümünün, bir şarkının insanlara sunulabilmesinin ne kadar zor olduğunu; hele “no name” isen, kendini anlatabilmenin, kendini kabul ettirmenin ne kadar zor olduğunu fark ettim. 

    Beni bu süreçte üzense şu oldu: Albümümü iyi kötü bir şekilde çıkartabildim, evet, kafamda yazdığım haline çok yakın bir şekilde çıkartabildim albümü. Ama şunu gördüm, istediğiniz kadar yetenekli olun, kendinizce önemli bir şeylerden bahsedin, insanlara kendinizi anlatabilmeniz çok zor. Maalesef ülkemizdeki durum bu. İnsanları sizi dinlemiyor bile, sadece no name olduğunuz için ve arkanızda biri olmadığı için. Buna rağmen, hiçbir şekilde sanatla ilgili bir geçmişiniz olmasın, cebinizde paranız ve arkanızda bir yapımcı olsun, yeterli; o zaman herkes sizi dinliyor.

    Ben Boğaziçi Üniversiteliyim ve bu albüm, Boğaziçili arkadaşlar olarak tamamen imece ile ürettiğimiz bir albüm. Çünkü biz bu albümü yapmak isteğiyle “bizim böyle bir fikrimiz, düşüncemiz var” diye gittiğimiz yapımcıların, kurumların ve sanatçıların çok büyük bir bölümü bizi dinlemeye bile tenezzül etmediler. Aralarında geri dönenler, destek verenler de olmadı değil. Mesela Onur Saylak gibi. Yaptığımız projeye hep güç oldu ve bizi paylaştı. Çok teşekkür ediyorum buradan da Onur Saylak’a. Ama dediğim gibi no name, bağımsız ve parasız olmak sanat üretmeyi zorlaştıran bir durum. Bu yaklaşımın bir şekilde değişmesi gerekiyor. Özellikle sanatçı çevresinde. İşin yapım tarafında olanların işe ticari bakmasını anlayabiliyorum, ama zaten sanatla uğraşan insanların yeni çıkacak sanatçılara kucak açması gerektiğini düşünüyorum.

    Albüm çıkarma kararını ne zaman aldın, çıkış yapmaya çalışan pek çok müzisyen cover yaparak başlıyor, hiç böyle bir düşüncen olmadı mı; yani önce coverla başlayayım sonrasında albüm çıkarırım diye düşünmedin mi?

    Hiç olmadı, düşünmedim. En başta da söylediğim gibi ben anlatı arıyorum ve anlatmak istediğim şeyler var. Coverla çıkış yapmak isteyen müzisyenler “ben yeteneğimi göstereyim, ben sesimi göstereyim, bu işi yapabileceğimi göstereyim” diye düşünüyor olabilirler. Bu mantık doğrultusunda cover yaparak başlanabilir ve bu onlar için çok doğru bir tercih olabilir ama benim için yanlış olurdu. Çünkü benim anlatmak istediğim şeyi başkasının şarkısında bulabilmem, anlatabilmem çok zor. Benim yeteneğimle ilgili bir şüphem yok, insanlara yeteneğimle ilgili bir şey kanıtlama derdim de yok. İnsanlara anlatmak istediğim şeyleri duyurmak gibi bir derdim var. Cover yaparak ne anlatabilirim ki? Benim vokalim şöyle iyi diye gösteremem çünkü öyle çok iyi bir vokal değilim. Evet, iyi bir gitarist olabilirim yine de “bakın ben böyle iyi gitar çalabiliyorum” tarzı bir motivasyonum hiç olmadı. Cover yapmanın mantığı bu bağlamda, şu an için, benimle uyuşmuyor. Dediğim gibi yapmaya çalıştığım bir iş var, daha gelecek şarkılarım ve albümlerim var umarım. Bu nedenle de bir single yerine albüm tercih ettim aslında. 

    Klip çekimlerinde

    Peki “Örsüz" ne anlatıyor? 

    Örsüz birçok şey anlatıyor. Örsüz bir müzik albümü ama biz buna orta metraj sayılabilecek bir film de çektik. Fakat bunu bir filmden ziyade mini dizi gibi klipler halinde yayınlayacağız, birkaç şarkımız için. Anlatmak istediğimiz şeyin sanatsal izdüşümü aslında o video kliplerde olacak. 

    Bu şarkılarda anlatılmak istenen şey, aslında bu yaşadığım süreç ve bu süreçte benim neden albüm yapmak istediğim. Sektörün bağımsız sanatçılara karşı olan tavrı anlatmak istediğim bir başka şey Örsüz’de. Ya da mesela bir insanın, 18-19 yaşlarında bir gencin, kendi hayatında ne yapmak istediğine karar verme süreci. Ama tabii, insanların Örsüz’ü dinlemesi gerekiyor bu sorunun cevabını tam olarak verebilmem için. Çünkü bunu bir soruya cevap olarak sığdırmam çok zor. İnsanların nasıl dinleyeceğine ben karar veremem ama eğer bu röportajı okuyanlar Örsüz’ün ilk saniyesinden son saniyesine kadar “ya bu adam ne anlatmak istiyor” sorusunu akıllarında bulundurarak dinlerlerse, ben amacıma biraz da olsa ulaşmış olurum gibi. Şahsen, dinlediğim şeylerde bir mesaj bulunmasını istiyorum, eğer 35 dakikalık bir albüm dinliyorsam o 35 dakikanın hakkının verilmesini istiyorum. Mesela bu da Örsüz’de anlatmak istediğim başka bir şey.  

    Örsüz'de yer alan Alesta'nın klibi için:

    ">Deniz Orhangazi-Alesta

    Örnek aldığın sanatçılar kimler, kimlerden esinlendiğini düşünüyorsun?

    Dinlediğim her sanatçıyı kendime örnek alıyorum, çünkü ben aslında çok fazla müzik dinlemiyorum. Çok fazladan kastım çok fazla çeşit müzik dinlemiyorum. Günüm hep müzikle geçiyor ama gerçekten dinlediğim sanatçı sayısı beştir, belki altıdır ama on değildir. Çok az isim dinliyorum çünkü, odaklanmaktan bahsetmiştim ya röportajın başında, ben bir sanatçıya tutulunca onun her şeyini neredeyse ondan daha iyi biliyorum. İnternette ne varsa, ne kadar olay, röportaj varsa hepsini araştırıyorum. Şarkılarının her detayını araştırıyorum. Haliyle, çok vakit alıyor.

    Sayacağım isimlerin hepsini ‘fan’lık değil, başka bir seviyede seviyorum, bu yüzden hepsinden ayrı etkilendiğimi söyleyebilirim: Müziğe Kıraç dinleyerek başladım, Kıraç bunlardan bir tanesi. Sonra gittiğim klasik gitar kursunda bir şekilde keşfettiğim Slipknot bunlardan bir tanesi. Slipknot Türkiye’de her ne kadar pek sevilmeyip gereken değeri görmese de dünya müzik tarihinde yerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Empyrium’un keza bende önemi çok büyüktür ki onların bu albümdeki etkilerini grubun diskografine hakim olan insanlar fark edecektir. Onun dışında Türkiye’den, Barış Akarsu’yu çok severdim, aramızdan ayrılışı beni çok üzmüştü.

    Ama bu isimlerden benim için en önemlisi Carlo Domeniconi’dir. Koyunbaba eserini yazan bir klasik gitar virtüözü, günümüzün yani 21. yüzyılın efsanevi gitaristlerinden birisi, belki de en iyisidir bestekar olarak da. Ben 6-7 yaşımda klasik gitar kursuna ilk gittiğimde bana klasik gitarı öğretecek olan hocam bir esere çalışıyordu. Benim bu eseri ilk duyduğum hali, daha çalınmaya çalışılma aşamasıydı. Hocamın çalmaya çalışması bile beni çok etkilemişti, bu hangi parça diye sorduğumda hocam Koyunbaba olduğunu söyledi. Daha klasik gitar kursuna başlayalı 2 hafta olmuştu ve klasik gitarın en üst düzey eserlerinden biri olan Koyunbaba’yı çalmak istediğimi söylemiştim hocama. Bundan sonraki 8-10 senelik klasik gitar eğitimim tamamen Koyunbaba’yı çalmak üzerineydi, yani bu denli bir odaklanmadan bahsediyorum. Aklınıza gelebilecek çoğu klasik gitar eserini çalıyordum ama sürekli hocamdan bana Koyunbaba’yı öğretmesini istiyordum. Fakat hocam bana hiç öğretmedi, bir gün geldi bana notalarını verdi ve ben kendim öğrendim. İlerideki albümlerimde başka hangi isimlerin etkisi olur bilemiyorum ama Carlo Domeniconi’nin kesinlikle olacak. Örsüz’de yer alan “Her Şey Başlıyor”, “Leylekler ve Kartallar”, “Interlude” ve diğer şarkılarımda da Carlo Domeniconi ve Koyunbaba’nın etkisini birçok kişi görebilir. Merak edenler, Koyunbaba performansıma da YouTube’dan ulaşabilirler. 


    Yorumlar (1)
    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.