İletişim kavramı, insanlığın ilk dönemlerinden bugüne temel bir ihtiyaç oldu. İletişim, bir bilim olmasının yanı sıra; nefes almak, yemek yemek, gibi temel insan ihtiyaçları ve güdüleri arasında yer aldı. Beden dili ve asalak sesler ile başlayan insan iletişimi, dil disiplinleri çerçevesinde yazılı ve sözlü olarak devam etti. Günümüzde ise teknoloji ile hayatımıza tamamen girmeyi başarmış, çok yeni sayılabilecek bir iletişim yöntemi var. Sosyal Ağlar...
Teknolojinin gelişmesi, iletişim araçlarının yaygınlaşmasını sağlayan başlıca faktör. Kısa bir süre sayılabilecek 30-40 yıl öncesine kadar telefon, televizyon gibi iletişim ağlarının kullanımı ve ulaşımı oldukça sınırlıydı. Ancak internet ağlarının yaygınlaşması, Web 2.0 kullanımına geçilmesi, milenyum çağında tv ve radyo gibi ilk teknolojik iletişim araçlarını ‘geleneksel’ hale getiren dijital platformların (Netflix, Youtube, Podcast vs.) yaygınlaşması, neredeyse tüm dünyayı dijital iletişim çağına geçirdi. Sadece dinleme, okuma ve izlenceli mecralara ek olarak interaktifliği de barındıran MySpace, Facebook, Youtube, Twitter, Instagram gibi internet ağının olduğu her yerde ücretsiz olarak kullanılabilen sosyal medya uygulamaları da hayatımıza hızlı bir şekilde girdi. Özellikle de yeni jenerasyonların daha hızlı ve etkili kullandığı bu teknoloji ile bağlantılı sosyal paylaşım ağları, ciddi bir popülerlik kazandı. Her bir sosyal paylaşım ağının birbirinden farklı amaçlara hizmet etmesi nedeniyle, büyük bir çoğunluk, birden fazla sosyal medya hesabına sahip. Fotoğraf paylaşımları için Instagram, yazılı veya görsel düşünce aktarımı için Twitter, anlık görsel paylaşımları için Snapchat, görüntülü iletişimi sağlayan Skype gibi farklı işlevselliğe sahip bu sosyal medya ağları, hayatımızın olmazsa olmaz parçaları haline geldi.
Tüm bu sosyal paylaşım platformları hayatımızı birçok anlamda kolaylaştırdığı gibi bazı önemli konularda da ciddi zararlar verdiği de tartışma konusu. En çok tartışılan konuysa bireylerin sosyal becerilerini nasıl etkilendiği. Bu tartışmalara dayanak olan araştırmalar da mevcut. Yapılan araştırmalara göre sosyal medya ağları, bireyleri etki altına alarak zamanlarının büyük bir bölümünü bu uygulamalarda geçirmesine neden oluyor. Bu da bireyleri sanal bir dünya ile baş başa bırakırken, bireyleri yalnızlığa sürüklemekte. İşte bu yalnızlık da bireylerin, günlük hayattan ve gerçek iletişimden kopmalarına neden olmakta. Özellikle de ‘Z Kuşağı’ olarak adlandırılan 2000 yılı ve sonrasında doğan bireylerde bu yoğun olarak görülmekte.
Sanal dünyadaki iletişimin, sosyal ihtiyaçları karşılamadığı düşüncesi araştırmaları da yoğunlukta. Bu yüzden Z jenerasyonu için asosyallik de büyük bir sorun. Bu sanal iletişim; asosyallik, bireysellik, yalnızlık -adına her ne derseniz- genç jenerasyonun sosyal kimliklerini törpülemekte ve yepyeni bir kavram yaratmakta. Sosyal fobi…
Z jenerasyonu üzerinde sosyal fobinin oluşması ve artmasındaki en büyük etkenin sosyal medya mı olduğuna geçmeden önce ‘sosyal fobi’ kavramının ne olduğunu kısaca açıklamakta fayda var. Türkiye Psikiyatri Derneği’nin detaylı açıklamasına göre sosyal fobi; “Bireyin başkaları tarafından yargılanabileceği kaygısını taşıdığı toplumsal ortamlarda, mahcup ya da rezil olacağı konusunda belirgin ve sürekli korkusunun olduğu bir kaygı bozukluğudur. Kişiler başkalarıyla etkileşimde bulunmalarını gerektiren ya da bir eylemi başkalarının yanında yerine getirmeleri gereken durumlardan korkarlar ve bunlardan olabildiğince kaçınmaya çalışırlar. Çevrelerinin kendileriyle ilgili olarak anksiyeteli, zayıf, kaçık ya da aptal gibi yargılarda bulunacağını düşünürler. Bu da ciddi psikolojik bozukluklara yol açabilir.”
Bu tanımlamadan yola çıkarak sosyal medyanın, gençler üzerindeki sosyal fobi etkisini, şimdi ele alabiliriz. Sosyal Medya ile gösterişin, olmayanı olan gibi gösterme çabasının artması; zihinsel olarak gelişimi daha tamamlanmamış ve kendini gerçekleştirme aşamasında olan genç yaşlardaki bireyleri ciddi anlamda olumsuz etkilemekte. Maddi durumu ve sosyal kimliği yetersiz, eğitim düzeyi yüksek olamayan, tip/boy gibi fiziki takıntıları olan gençlerin, gerçek hayatta kendini gerçekleştirmek gibi aşamalı bir süreci denemek yerine daha kolaya kaçabildikleri sanal dünyada kendini yaratmayı tercih etmeleri kaçınılmaz bir hale gelmekte. Tüm bunlar, topluluk önünde konuşamama, gündelik hayatta kendini ifade edememe ve daha da içe kapanma gibi makro düzeyde sıkıntılara yol açmakta. Günlük hayatta sürekli ‘rezil olur muyum?’ kaygısı bir numaralı problem olmaya başladıkça, yeni jenerasyondaki genç bireyler sosyal medya kullanımı daha da arttırıp, kendi hayatlarını kısır bir döngüye sokmakta. Yapılan araştırmalara göre bu kısır döngüde; sosyal medya kullanımının fazlalığı nedeniyle sosyal fobisi oluşan birey, bunu kırmak için gerçek hayata karıştığındaki yetersizliğini gördükçe, sosyal medyaya daha çok önem vermekte. Sosyal medyanın da büyük etkisiyle artan mükemmeliyetçi yaklaşım nedeniyle genç bireyler, sürekli olarak, ‘rahat davranmalıyım, kusursuz olmalıyım, beğeni kazanmalıyım, harika görünmeliyim, kimseye saygı duymak zorunda değilim’ gibi, gerçek hayattan bağımsız bir üst ego oluşturmaya başlamakta. Sosyal Medya ile oluşan bu psikoloji, gerçek hayatta karşılık alamayınca, yine ait olunan yere yani sosyal medyaya dönülmekte. Yine yapılan araştırmalara göre sosyal medyada geçirilen zamanla ve asosyallik/sosyal fobi arasında nedensel bir ilişki olduğu da belirlendi.
Elbette ki Z Kuşağında sosyal fobinin oluşmasındaki tek etken sosyal medya olarak gösterilemez. Bazı kalıtımsal, hormonel durumların yanı sıra ailevi ve çevresel etkenlerin de oldukça önemli rol oynadığı bilimsel bir gerçek. Ancak özellikle de şu anki çağın içinde yetişen yeni kuşağın, sosyal medyanın oluşturduğu kalıplara girmeye çalışması, sosyal fobisinin oluşmasındaki en büyük bir etkenlerden biri diyebiliriz.
Yorum Bırakın