Alman çocuk kitapları yazarı olan Michael Ende, özellikle çocuk edebiyatına birçok eser kazandırmış olsa da bunlardan bir tanesi her yaştan insana çok önemli bir ders vermektedir: Momo. 1974 yılında Almanca dilinde basılmış olup 2005 yılında dilimize çevrilmiş olan Momo, birçok oyun ve filme uyarlanmıştır. Barındırdığı karakterlerin orijinalliği ve verdiği mesajlar ile oldukça ilgi gören bir eserdir.
Kitabın aslında gerçek bir toplumu ve kişileri anlatmıyor olması, kullandığı dilin oldukça basit olması çocuk edebiyatı özelliklerini taşırken ana fikri ve verdiği mesajlar yetişkinlere yönelik olmasıyla ön plana çıkıyor. Momo’yu okurken aslında zamanın ne kadar göreceli bir kavram olduğunu, günümüzde zamanı yakalamak için verdiğimiz çabanın ne kadar anlamsız ve içi boş olduğunu bizlere anlatıyor.
Öksüz ve yetim olan Momo, birçok insanın sahip olamadığı çok önemli bir yeteneğe sahiptir: Dinlemek. İnsanları dinlemek için yeteneği ve bolca vakti olan 8 yaşındaki kız çocuğu, günün birinde Duman Adamlar denilen bir topluluğun şehirdeki insanlarla konuşmaya başladığını fark eder. Bu topluluk, çeşitli yollarla insanları kandırıp insanların zamanını çalmak ister. Bu yollar genelde insanların eğlenmesini, birbirleri ile iletişim kurmasını engelleyip yalnızca yaptıkları işlerine ve önemli bulduklarına odaklanmasını istemektedir. Artık çocuklar sokakta oyun oynamaz, esnaflar birbirleri ile sohbet etmez, meyhaneciler müşterileri güler yüzle karşılamaz, kimse birbirine sevgi göstermez. Kentin her yerinde insanlar zamandan tasarruf etmek için oldukça mutsuz yaşamlar sürmeye başlar, Momo hariç. Çünkü onun tek işi insanları dinlemek ve arkadaşlarıyla oyun oynamaktır. Bu durumdan rahatsız olan Momo, Duman Adamlar’a karşı savaşmaya karar verir.
Özetten de anlaşıldığı gibi kitabın dili oldukça basit ve kurgu tamamen hayali, fakat yine de kitapta hayatı durduran zaman çalma olayının yaşadığımız dönemde aslında ne kadar normal karşılandığını görünce kitabın düşündürücü olduğunu anlayabiliyoruz. Günümüzde şehir hayatının temposuna ayak uydurmak için feda ettiğimiz çoğu şey, kitapta Duman Adamlar’ın istedikleri ile birebir aynı. Yalnız kalmak istemenin bunalım belirtisi sanıldığı bir çağa ayak uydurmaya çalışırken, şehir hayatı insanca şeylere vakit ayırmamıza izin vermeyecek kadar tempolu geçiyor.
"Daha çok para kazanıp, daha çok harcıyorlardı. Fakat yüzleri asıktı, yorgun ve keyifsizdiler, gözleri dostça bakmıyordu."
Kitabı okurken fark ediyoruz ki kalabalık şehirlerde özgür olabilmek o şehirde yalnız kalmayı başarmak değil, o şehirde mutlu bir hayat sürmeyi; tempoya rağmen istediğimiz her şeyi yapabilmekten geçiyor. Fakat ne yazık ki bu dönemde kalabalık şehirlerde küçük çocuklar dahil herkesin mutsuz olmasını sağlayacak çok önemli bir his var: Kaygı. Kimi için gelecek kaygısı, kimi için ise daha anlık kaygılar insanları özgür bırakmamakla birlikte aynı zamanda mutsuzluğa sebep oluyor. Kitapta zamandan tasarruf etmeye çalışan tüm yetişkinler bunu çok büyük bir kaygıyla yapıyor, çünkü sürekli ne kadar zaman kazanıp kaybettiklerinin hesabını yapıyorlar. Kendilerini mutlu hissettirecek, “ekstra” olarak görülen şeyleri ne zaman yapsalar bunun pişmanlığını duymaya başlıyorlar. Hissettikleri kaygı yaşadıkları hayatın tekdüzeliği ile birleşince, ortaya kocaman biz mutsuz şehir resmi çıkıyor.
Haftalık planlayıcıların, akademik ajandaların, her en kısa yoldan yapmamıza yarayan dijital aletlerin “vakit kaybetmemek” için verdikleri vaatleri görmek, modern hayata ayak uydurmak isteyen her insanın Duman Adamlar ile karşılaşmasını sağlıyor. Çünkü uzun yıllardır vakitlerin boşa gitmesi sanki bir insanın başına gelebilecek en kötü şeymiş gibi anlatılıyor. İnsanların bazı günler hareket etmemek, yataktan bile çıkmak istememesine anında depresyon tanısı konuluyor. Çünkü modern çağ mutlu insan kavramından çok daha önemli gördüğü bir şeyi yapmak istiyor: Herkesi tek bir akışa uydurmak. Ve bu akışta en küçük bir özgünlüğe yer yok.
Yorum Bırakın