Madde Bedende Bir Makine Miyim?

Madde Bedende Bir Makine Miyim?
  • 6
    0
    1
    2
  • Hepimizin okumasak da çokça adını duyduğmuz Huckleberry Finn'in Maceraları ve Tom Sawyer'ın yazarı, gerçek ismi Samuel Langhorne olan, 19. yüzyılda yaşamış, daha çok mizah tarafıyla tanınmış fakat kitaplarında insanlara felsefik bir öğreti yaşatmış, bilinen adıyla Mark Twain'in İnsan Nedir? adlı eseri, döneminde yalnızca 250 adet basılmış ve çok tepki görmüş, düşündürten ve kendini sorgulatan başucu kitabı niteliğinde bir yapıt.

    Bir topluluk içerisinde veya kendimizi ön plana çıkarmamız gereken önemli bir konumdaysak ne yaparız? İnsanların bizi fark etmesi için davranışlarımızı değiştirir miyiz? Kitabın sayfalarını çevirirken bu soruların kafamda bıraktığı belirsizlikler sürükleyiciliği arttırdı. Yaşlı ve genç iki adamın diyaloğu şeklinde ilerleyen kitapta yaşlı adam insanı bütünüyle bir makineye benzetiyor. Yaşlı adama göre daha az bilgisi olan genç adam kitap boyunca sorgulayan ve aklına gelen şeyleri cesurca ifade eden bir karakteri oluşturuyor. Yaşlı adam ise savunduğu şeyi "manzaraya bir de burdan bak" der gibi genç adama gerek keskin cevaplarla, gerekse yer yer soruya soruyla karşılık vererek anlatıyor. Öğretmen-öğrenci ilişkisi gibi görünse de aslında sohbet havası içeren bir tartışma gerçekleşiyor.

    Okuyucu, kitap ilerledikçe insanın makineden farksız olmadığını söyleyen yaşlı adamın savı üzerine taraf almaya başlıyor. Her cümlesinde fikrinin değişebileceği öğreti niteliğindeki felsefik sorular, kitabın devamında insanın bir makine olduğu düşüncesini temel alarak "kendi onayını almak, eğitim, makineyle ilgili daha çok şey" gibi alt başlıklara ayrılıyor. Örneklerle ve kısa hikayelerle savunulan düşünce destekleniyor. Sorulan sorular ve genç adamın tarafını seçme savaşı aslında verilen bir iç savaş. Az önce de belirttiğim gibi kitap sizi içine aldıktan sonra, tarafınızı bulma savaşı başlıyor.

    Her şeyin dış etkiden ibaret olduğunu ve insanın özünde aciz bir makineden farksız olduğunu savunan yaşlı adama göre, insan hiçbir olayda kendinden önce başka bir şey düşünmez. Öncelik olarak yapılan iş sonucunda duyulan vicdani haz ön plandadır ve bunun sonucunda fedakarlık olarak kullandığımız terim yaşlı adam için içi boş bir ifadeye dönüşmüştür. Tüm bunlar akıllara "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" atasözünü getiriyor. İnsan kendisinin acı çekmediği yerde, başkasının acısını da önemsemiyor. Doğru ya da yanlış mekanizması gözetmeksizin içimizdeki dürtüye göre hareket ettiğimiz, yaptığımız eylemlerde tek ve değiştirilemez bir kanun olduğunu, bunun da yalnızca "doğumdan ölüme insanın önceliği kendidir" dememek, okunulan cümlelerden sonra neredeyse mümkün değil. Dürtüsellik kavramından bu denli bahsedilirken, sergilediğimiz davranışlar veya olaylar karşısında verdiğimiz tepkiler gerçekten bize mi ait? Yoksa çevresel (dışsal) faktörlerden oluşan öğretilmiş bir dürtü mü? Sorularının cevaplarını aramaya itiyor. Birbiri arkasına sıralanan bunca kaosta değişimin bir parçası olarak aslında ne arıyoruz? Vicdan, fedakarlık, merhamet, bencillik... Tüm bu kavramların arkasına sığındığımız madde bedende biz insanı parçalara ayırırken, kitap bize bu varoluşluğu tek parçada sunuyor: Zihin. Fiziksel bedende yaşanılan karmaşanın, duygusal tepkiye dönüştüğü kilit nokta zihin olarak alınırken, verdiğimiz tepkilerin de bu kilit noktadan ibaret olduğu, aslında aklın dışardan aldığı fikirleri istediği gibi harmanlayıp sunması, bizim bunun üzerinde hak aramamızın önünü kapatıyor.

    Yaşlı adam "içgüdü" kavramını da tıpkı yukarıda "fedakarlık" kavramından bahsettiğim gibi içi boş buluyor. Bunu bayağı bir kelime olarak ifade ediyor. İçgüdüsel olarak yaptığımızı sandığımız şeyleri "aktarılmış alışkanlık" olarak ele alıyor. Bunun üzerine insanlarla hayvanların düşünme mekanizmalarının farklı olmadığı, hatta farelerin insanlardan pekala daha üstün olduğunu savunuyor. Aynı düşünce sistemine ait olan canlılara bakınca, akıllardan geçen "Nasıl yani bir fare benden üstün mü?" sorusunun cevabı yaşlı adama göre: Evet. İnsanın bu denli yüceltilen bir varlık olmaması gerektiğini, senelerdir süregelen, "insanları hayvanlardan üstün kılan özellik akıldır, düşüncedir" duvarını tek cevapla yerle bir ediyor. İnsanı tüm haşmetinden koparıyor.

    Varoluşsal sancıları atağa geçiren bu kitap sonunda genç adam da yaşlı adamın fikirlerine ikna oluyor. Yine de cevaplanmamış birçok soruyu arkada bırakırken, tarihler boyunca gelen evrimsel süreçte kümülatif bir düşünceden, daha özele giden düşüncelerin ve soruların kendi içimizde cevaplanmasına ya da cevaplanabilecek bir yola girmesine olanak sağlıyor.


    Yorumlar (1)
    • Çok güzel anlamlı bir çalışma olmuş. 👍

      Yorum Bırakın

      Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.