Rönesans Sanatı

Rönesans Sanatı
  • 3
    0
    0
    0
  • Rönesans dönemi sanatı (MS 1400-1600), dünyada en tanınmış ve en sevilen resim ve heykellerin pek çoğunu içeren dönemdir. Dönemin ustaları antik çağ sanatını inceleyerek matematiksel perspektif ve yeni resim tekniklerine ilişkin teorik bilgiler ekleyerek eşsiz sanat eserleri ürettiler. Gerçekçilik, detay, drama ve ince anlam katmanları, dini ve seküler sanatın özellikleri haline geldi. Nihayet sanatçılar eski zanaatkar statülerinden kurtulup içinde yaşadıkları toplumların kültür ve prestijine hayati katkılar sağlayan yeni bir konuma ulaştılar. 

    Klasik Bir Uyanış ve Antik Bir Rekreasyon 

    Rönesans döneminin belirleyici özelliği, antik Yunan ve Roma dünyasına yeniden ilgi duymaya başlamasıydı. Floransalı Lorenzo de Medici (MS 1449-1492) kayda değer bir antik sanat eserleri koleksiyoneriydi. Bu koleksiyon pek çok sanatçının çalışmaları için bir referans noktasıydı. Bu sayede ustaların atölyelerinde eğitim alan genç sanatçılar dahi eski sanata veya en azından reprodüksiyon çizimlerine erişebiliyordu. 

    Uyuyan Aşk Tanrısı (1496, Michelangelo)Rönesans döneminde sanatçılar, klasik eserleri doğrudan taklit ettiler ya da klasik eserlerde yer alan ögeleri kendi eserlerinde kullandılar. Örneğin, 1496 yılında Michelangelo (1475-1564), yaptığı “Uyuyan Aşk Tanrısı” (Sağ tarafta yer alan görsel(Eser kayıptır)) heykelini özgün bir antik eser gibi görünmesi için bilinçli olarak eskitmiştir. Antik çağın bir başka rekreasyonu, bu sefer tamamen özgün bir eser olan Raphael'in (1483-1520) “Atina Okulu” (Aşağıda yer alan ilk görsel) freskidir. 1511 yılında tamamlanan ve Vatikan'da bulunan bu fresk, antik dünyanın tüm büyük düşünürlerini bir arada barındırıyor. Antik çağın klasik mitoloji unsurları da Rönesans dönemi sanatçıları için oldukça popüler bir temaydı. Yeniden resmedilen yahut mermerden oyulan bu antik çağ mitoloji eserlerinin Rönesans versiyonları, çoğu zaman orijinal olanları bile geride bıraktı. Sandro Botticelli (1445-1510) tarafından resmedilen ünlü tablo “Venüs'ün Doğuşu”(1484) (Aşağıda yer alan ikinci görsel) bu hususta en bariz örneklerden biridir. Ayrıca antik mimari de çoğu Rönesans dönemi eserinin arka planında kullanılmıştır.  

    Atina Okulu (Raphael)

    Venüs'ün Doğuşu

    Tablolarda Yeni Teknikler 

    Rönesans ressamları her ne kadar çok yönlü ve deneysel çalışmış olsalar da genel olarak; duvarlar için fresk tekniğini, paneller için tempera ve paneller veya tuvaller için yağlı boya kullandılar. Ancak zaman içerisinde tempera yerini çok büyük ölçüde yağlı boyaya bırakacaktır. 
    Fresk, ıslak alçı zemin üzerine yapılan boyama tekniğine verilen isimdir. Tempera ise yumurta sarısı ile karıştırılmış pigmentler kullanılarak yapılan boyama yönetimidir. Bu iki çalışma şekli Rönesans’tan önce yüzyıllar boyunca kullanılan tekniklerdi. Rönesans döneminde sanatçılar, daha zengin ton aralığı, daha zengin renkler ve daha fazla derinlik elde etmek için yağlı boya kullanmaya başladılar. -Yağlı boya, keten tohumu yahut ceviz yağı ile karıştırılmış pigmentlerden elde edilir.- 

    Yağlı boya, tablolara derinlik katmanın yanı sıra daha fazla detay gösterilmesine izin verdi. Ayrıca fırça darbeleri sayesinde görsel efekt verilebilir oldu. Bu gibi sebeplerden ötürü 15. Yüzyıl sonunda hemen hemen tüm sanatçılar yağlı boya kullanıyorlardı. Yağlı boyanın tek dezavantajı, şövalenin aksine duvarlarda kullanışlı olmamasıydı.  

    Bölgelere bağlı olarak farklı boyama stil ve teknikleri mevcuttur. Mesela, uyumlu bir kompozisyonu çarpıcı bir hale getirmek ve tanımlamak için zıt renklerin kullanıldığı “Colore Tekniği” Venedik’te oldukça yaygındı. Floransa’da ise çizgisel unsurların ön planda tutulduğu “Disegno Tekniği” en çok tercih edilen teknikti. Bunların yanı sıra açıklığın daha koyu renklere geçişini sağlayan “Sfumato Tekniği” ve ışık ve gölgenin zıt kullanıldığı “Chiaroscuro Tekniği” Rönesans dönemi sanatçılarının mükemmelleştirdiği diğer teknikler arasından başlıcalarıdır.

    Şistine Şapeli Tavanı

    Dönemin büyük trendlerinden birisi de kuşkusuz dramatik pozlarda işlenmiş figürlerdir. Buna en iyi örnek Michelangelo’nun Roma’daki Sistine Şapeli tavanında görülen çalışmasıdır (1512). Tavanda resmedilmiş bu eser kesinlikle nefes kesici güzelliktedir.  (Yukarıda yer alan görsel)

    Sistine Şapeli tavanındaki eser, başta Leonardo da Vinci olmak üzere pek çok Rönesans sanatçısı tarafından kullanılmış, figürlerin alt ve üst bedeni arasındaki asimetriyi yansıtan “Contrapposto” tekniği ile yaratılmıştır. Bu kullanım eserlere dinamizm katmak amacını taşır. 

    Son Akşam Yemeği

    Dönemin bir diğer fikri, bir sahnede şekiller, özellikle üçgenler kullanmaktı. Bunun amacı, da Vinci’nin Milano'da yer alan Santa Maria delle Grazie'deki Son Akşam Yemeği duvar resminde (1498)(Yukarıda yer alan görsel) ya da Raphael'in Galatea'sında (1513)(Aşağıda yer alan görsel) görülebileceği gibi uyumlu bir kompozisyon oluşturmak ve ekstra derinlik katabilmekti.  

    Perspektif 

    Sanatçılar genellikle resimlerinde daha büyük bir gerçeklik duygusu yakalamaya çalıştılar. Bu durum, daha iyi bir üç boyutlu açı kazandırmaktan, yani perspektiften geçiyordu.  

    The Agony İn The Garden

    Andrea Mantegna (1431-1506) ve Giotto (1267-1337) gibi isimler kısaltma tekniklerini (perspektif içerisinde çizilmiş, derinlik görüntüsü katan kısaltma, azaltma tekniği) kullandı. Bellini’nin “The Agony in the Garden” (1460)(Yukarıda yer alan görsel) adlı eseri buna güzel bir örnek teşkil eder. Mantegna ise öte yandan sahnelerini sanki aşağıdan bakıyormuş gibi resmetmeye meraklıydı. Bu da tablolara derinlik katan başka bir hileydi. Bazen resmin orta zemininde derinlik elde edilirken, figürler ön plana hükmederek izleyiciye yakınlaşırlardı. Bu, Pietro Perugino (1450-1523) tarafından geliştirilen bir teknikti ve bir zamanlar Perugino'nun öğrencisi olan Raphael'in “Bakire Evliliği”nde (1504)(Aşağıda yer alan görsel) iyi şekilde görülebilir. 

    Bakire Evliliği

    Zamanla Piero della Francesca (1420-1492) gibi ressamlar daha da ileri gittiler. Francesca, “Flagellation of Christ” (1455)(Aşağıda yer alan ilk görsel) isimli eserinde perspektifin kesin matematiksel ilkelerini kullandı. Bazı eleştirmenler, bazı sanatçıların perspektif kullanımında fazla ileri gittiğini ve bu nedenle resimlerinin orijinal anlamının kaybolduğunu düşünüyordu; Paolo Uccello (1397-1475) bu iddianın en bariz kurbanıydı. Uccello'nun “The Hunt” (1460)(Aşağıda yer alan ikinci görsel) tablosunun ön planı avcılar ve av köpekleri hakimiyetindeyken, simetrik bir ormanın daha karanlık bir arka plana çekildiği panoramik bir görüntüye sahipti. Bu, kesinlikle cüretkâr bir çalışmadır. 

    Flagellation of Christ

    The Hunt

    Daha iyi bir gerçekliğe doğru atılan en büyük adımlardan birisi ise resmin tüm öğelerinde eşleşen gölge alanlarıydı. Yani tablonun tek bir ışık kaynağına sahip olmasıydı. Aynı Giovanni Bellini'nin “Ecstasy of Saint Francis” (1480)(Aşağıda yer alan ilk görsel) tablosunda olduğu gibi. Öte yandan Jan van Eyck (1390-1441) gibi sanatçılar, izleyicinin yanında durması gereken figürlerin yansımalarını gösteren “The Arnolfini Wedding” (1434)(Aşağıda yer alan ikinci görsel) portresindeki gibi ayna oyunları oynamaya bile başlamıştı. 

    Ecstasy of Saint Francis

    The Arnolfini Wedding

    Portre, Rönesans sanatçılarının üstün olduğu bir başka alandı. En ünlü örnek, kimliği belirsiz bir kadının resmedildiği Leonardo'nun Mona Lisa'sıdır (1506)(Aşağıda yer alan görsel). Leonardo sadece bir kadının fiziksel görünüşünü resmetmekle kalmadı, aynı zamanda onun ruh halini de yakaladı. Tabloda renkli konturlar, perspektif ve geçişler görüntüye hayat vermek için bir araya geldiler. Mona Lisa’nın bir başka özelliği de portrelerde günlük objelerin, subjenin karakterine, inançlarına ve ilgi alanlarına işaret etmek için kullanılmasıydı. Şüphesizdir ki Mona Lisa, daha sonra yapılan portreler üzerinde oldukça etkili olmuştur.  

    Mona Lisa

    Rönesans Sanatının Sonuçları ve Kutsal Mirası 

    Sanat koleksiyonerliği zenginler için bir hobi haline geldi. Orta sınıf zenginleştikçe (üst sınıf kadar olmasa da) sanata daha ulaşabilir oldu. Atölyeler arttı. Halk, orijinal eserlere erişemese de kopya eserler ya da reprodüksiyon çizimler elde edebildi. Kısacası, sanat artık zenginlerle sınırlı değildi. Orijinalleri alamayanlar için bile sanat her zaman ulaşılabilir olmuştu(en azından eskiye nazaran). Bu erişim kolaylığı, sanatçıların itibarlarının daha geniş bir alana yayılmasını sağladı. Sanat piyasasının gelişmesi sayesinde ustalar, ticari kaygılardan bir nebze de olsa kurtulup sanatı olması gerektiğine inandıkları şekilde işleyebilir hale geldiler.  


    İliklerine kadar politize olmuş ve hız, tüketim ve kar üzerine endekslenmiş endüstriyel yaşamın içerisinde, sığ ve kısır döngü tartışmalarla boğulduğumuz modern ve gelişmiş (!) bir zamanda yaşıyoruz. Bunca nezaketsizlik, kötülük ve anlayışsızlık arasında bir nebze dahi olsa nefes alabilmemizi sağlayan, hayatı yaşanır kılan büyük bir mirasın mihenk taşlarından birisidir Rönesans-Kültüre ve entelektüel birikime inanan herkes için-. 


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.