Rus edebiyatının birçok çıkardığı eşsiz yazarlardan biri olarak anılan, hayat hikayesiyle kendi mahlasını "Acı" (Gorki) olarak belirlemiş Maksim Gorki'nin onu herkes tarafından bilinen bir yazar haline getiren Çelkaş'ı hakkında bir şeyler karalamak istiyorum. Bu eserin çok uzun zamandır maalesef bir basımı yoktu. O nedenle daha öncesinde sesli kitap olarak dinlediğim fakat geçtiğimiz haftalarda Can Yayınları'nın Mavi Klasikler serisinde artık basımı olmayan bir çok kitabı tekrardan yayımlamaya başlaması ile ulaştığım ve okuduğum bir eser oldu.
Kitabın konusuna direkt başlamadan önce; yazar hakkında genel bir bilgi vermek istiyorum aslında. Fyodor Dostoyovski, Tolstoy gibi Rus edebiyatının iki dev ismiyle çok yakın tarihlerde eserler üretmesi Gorki'yi biraz daha geri plana itmiş olsa da "Ana" gibi bir eseri ortaya çıkarmış olması onu bir çoğumuzun sevdiği yazarları arasına koymamıza yetip de artıyor. Bir yazarı bir kitabına göre değerlendirmek her ne kadar yanlış olsa da ülkemizde maalesef külliyatının küçük bir bölümüne erişimimiz var. O nedenle eğer Maksim Gorki okumaya başlayacaksanız onu tanınır hale getiren hikayesi olan "Çelkaş" doğru bir seçim olacaktır çünkü 19. yüzyıl Sovyet Rusya'sında yaşayan bir vatandaş olsaydınız eğer muhtemelen Maksim Gorki ismini yine bu hikaye ile duyup onu tanıyacaktınız.
20 roman, 4 öykü, birçok oyun ve ayrıca şiir kitabı yazmış bir isim olarak (yazdığı bir şiirden dolayı tutuklandığını da hatırlatmak isterim), aslında kendi hayatına yer verdiği yazıları onu okuyanlar tarafından daha çok beğenilmiştir. "Çocukluğum", "Benim Üniversitelerim" gibi yazmış olduğu birçok otobiyografi kitabı ile hayatındaki yaşadığı zorlukları kaleme almaya başarmış edebiyatçının aslında hayat hikayesi bana Jack London'ın en iyi eserlerinden biri olarak gördüğüm kitabı "Martin Eden"ı anımsatmaktadır. Bir gemicinin kitaplarla tanışmasıyla hayatının değiştiği, dergilere yazdığı eserlerle hayatını geçindirmeye çalışması Maksim Gorki'yi benim gözümde Martin Eden yapmaktadır. Belki bu düşünceme katılmazsınız hatta "Ne münasebet canım" diye bile çıkışabilirsiniz ama evet benim karalamalarım...
*Buradan sonrası spoiler içerebilir emin değilim içermeyedebilir*
Ana konumuza gelirsem eğer; Çelkaş bir balıkçı kasabasında herkesin tanıdığı bir hırsız aslında. Üstü başı darmadağın, insanların çekindiği, hatta sevmediği bir ana karakter kendisi. Ona rağmen; keyfi yerinde (en azından bana öyle geçti), egoist ve hatta biraz agresif demem doğru olabilir karakterimize. Hikaye tam olarak aslında bir tiyatro metni gibi Çelkaş'ın sahneye çıkmasıyla başlıyor. Daha sonrasında köylü bir genç ile tanışıp kendi işleri için çocuğu kandırmasıyla devam ediyor. Çelkaş'ın herkes tarafından bilinen bir hırsız olduğundan bahsetmiştim ama bizim saf köylü çocuğumuz Çelkaş'ı tanımıyor ve tek isteği para kazanmak. O nedenle kabul ettiği işin ayrıntısını bile sormuyor, biraz da tehdit ediliyor açıkçası... Tamam tamam tüm suçu bu çocuğun üstüne atmayayım. Daha sonrasında hikayemiz tahmin edeceğiniz gibi işe gittikleri sırada aslında işin hırsızlık olduğunu öğrenmesi ve sonrasında "Tanrım sen affet." yakarışları ile devam ediyor.
Hikayemizin ise asıl toplumumuza ayna tuttuğu noktaya gelmek istiyorum. Bu da çok uzun olmayan hikayemizin sonuna tekabül ediyor denilebilir. Hırsızlık sonucu elde ettikleri para aslında diğer ana karakterimiz köylü çocuğun gözünü boyamaya yetmiştir. Tüm her şey bitip karaya döndükleri sırada köylü çocuğunun bu parayla kurduğu hayallerini okuyoruz ve hatta tüm parayı elde etmek için Çelkaş'ı çok kez öldürmeyi bile aklından geçirdiğine de şahit oluyoruz. Nitekim Çelkaş bu köylü çocuğunun hayatında kendinden bir takım şeyler bulduğu için etkileniyor ve o sırada aslında paranın hepsini çocuğa vermeyi düşünüyor. Dediğini de yapıyor, kendisine 100 ruble alıyor ve gerisini çocuğa veriyor. Çocuk ise tüm onurunu bir kenara bırakıp ayaklarına kapanıyor, teşekkür ediyor ve hatta onu öldürmeyi düşündüğünü bile itiraf ediyor. Bunu duyan Çelkaş ise çok sinirleniyor, tüm parayı vermekten vazgeçip gitmeye kalkıyor ve evet, paradan gözü dönen çocuğumuz o sahilde Çelkaş'ı öldürmeye kalkıyor. Hırsızlık yaparken "Tanrım sen affet." diye haykıran çocuğumuz parayı görünce tüm günahlara tamam oluyor. Bu sayede Gorki de bu kısa hikayesinde topluma, gerçekle yüzleşmek isteyene ayna tutuyor.
Son zamanlarda toplumlardaki çürümenin en büyük nedenlerinden biri olarak gördüğüm konuya aslında Gorki'nin 19. yüzyıldan ışık tutması benim bu kitabı sevdiğim eserler arasına dahil etmeme yetti. Hep bu içinde bulunduğumuz durumun, insanların bu onursuz hareketlerinin günümüz şartlarından kaynaklandığını düşünürdüm. Nitekim bana iki yüzyıl öncesinden bir perde aralandı ve "Busenazcım üzülme, eskiden de böyleydi." dendi. 200 yıl boyunca her şey değişirken aslında insanların özlerinin değişmemesi ne garip. Bir o kadar da üzücü.
Kitap içinde ayrıca özgürlük kelimesinin tanımı üzerine de çok duruluyor. Her iki ana karakterimizde kendince özgürlük tanımlarını sık sık dile getiriyorlar. Çelkaş'a göre özgürlük onurlu bir yaşam sürüyor olmakken, köylü çocuğumuz Gavrilo için ise parayla gelen saadet ile birlikte kendi ayaklarının üzerinde durmak oluyor. Günlük yaşantımıza baktığımızda ise birçoğumuzun özgürlük tanımı Gavrilo'nun ki ile aynı. Ekonomik özgürlüğün temel özgürlük getireceğine inanıyoruz. Bunun yanlış olduğunu da düşünmüyorum. Bir yere kadar evet doğru. Hatta belki günlük hayatımızda, işlerimizin arasında kaybolmamızın en büyük nedeni de budur. Temelde aradığımız özgürlük anlayışımızdır. Hayattan keyif almak için özgürlüğümüze kavuşmak için çok çalışıyoruz, çok çalışırken ise hayatımızdan vazgeçiyoruz özgürlüğümüzden kısıyoruz.
Kitabı okuyan ve sonrasında benim de içeriğimi okuyan birileri olursa düşüncelerini merak ediyorum. Buraya kadar okuyanlar varsa teşekkür ederim. Sevgiler.




Yorum Bırakın