Advertisement
Advertisement

Anksiyete Beyle Geçirilen Zamanlar,

Anksiyete Beyle Geçirilen Zamanlar,
  • 13
    0
    3
    0
  • Ruhun kanseri.

    Sanırım anksiyeteyi tanımlayabileceğim en kapsamlı kelime grubu.

    Tanımı değişebilir elbet. Kimisi için bir kaçış, kimisi için ruhta biriken lavların kusması, kimisi için ölüyor gibi olmak ama asla ölememek, çürümek... Tanımlar bu şekilde, en azından internetteki forumlarda okuduğum kadarıyla beslediğimiz zehirli sarmaşığın eş anlamlıları hepsi. Belki bu yazıyı okurken saçmaladığımı düşünüyorsundur, belki de hayatında ilk defa anksiyeteyi duydun ya da şu an onunla cebelleşirken kafanı dağıtmak için buradasın. Yana yakıla çare aranan o zamanları çok iyi bilirim. Zihnin kapıları kapatmıştır, içeride sen kalmışsındır. Hücreye benziyor, değil mi? Yukarıdan cılız bir ışık gelen bir hücreye benziyor. Çırpınıyorsundur muhtemelen, zihninde kilitli kaldın ve anahtar o lanet şeyin elinde. Keyfi bir şekilde kilitledi seni oraya, biliyorum. Belki arkadaşınla çay içerken, belki huzurlu bir anın tam ortasındayken, belki yorgun bir günün ardından uyumaya çalışırken ya da gerçekten hiçbir şey yapmıyorken. Midene oturan ve sanki iç organlarını düğümlüyormuş gibi hissettiriyor. En azından benim hep öyle oldu. Her bir uzvum düğüm düğüm oluyordu genelde, sonra o amansız bulantılar da devamını getiriyordu işte. Sanırım kusmak istediğim/istediğin şeyler az önce midene tıktığın şeyler değil, içindeki o garip his ve düşüncelerin. Bu bir çeşit gıda zehirlenmesini anımsatıyor bana, hemen hemen anksiyete de bunun gibi bir şey çünkü.

    Tanımlara sığdıramadığım bu şeyle tanıştığımda 11 yaşındaydım. Belki 10, anksiyete bazen zaman kavramımı siliyor ve hatırlamakta güçlük çektiğim zamanlar oluyor yani. Küçücük çocuğum, ne anlarım anksiyeteden ben? O zaman gelen bir vesveseden öteye geçmiyordu ama o vesvese dediğim şey beni her Allahın günü acillik ediyordu. Sayısız EKG, oksijen maskeleri, huh... Ne zor değil mi? Sakinleştirici iğne, cıs ve bum! Her şey bitti, en azından o an için. 

    Tanının adı panik atak. İlk başta böyle başladı. Anksiyeteden çok daha bağımsız panik atak, çünkü o en fazla on beş dakika süren ve seni süründürüp haline gülerek uzaklaştıran gıcık birisi. Nefes alamamak, kalbin deli gibi atması, az sonra öleceğim ya da bayılacağım, daha da kötüsü aklımı kaçırıp saçma sapan şeyler yapacağım korkusuyla geliyor panik atak. Sebebi muhtemelen çocuklukta yaşanan bazı travmalar, eminim her çocuk ruhunda birkaç iz taşıyordur. Bazılarının izleri, iz olmakla yetinmiyor tabii. İz olmakla yetinmeyen izlere sahip olan ben, bunu epey iyi anlarım.

    İlaç ismi vermeyeceğim ama bildiğiniz klasik antidepresanlarla işe koyuldum. Küçüktüm zaten, gerçekten de atlatmam kolay oldu ama büyüdüm, bir de araya ergenlik girdi, işin rengi biraz griye kaydı. "Ben iyiyim yahu! Ne bu ilaç? Deli işi! Benim bir şeyim mi var sanki?" diyerek ilacı bıraktım kafama göre. İlk aylar güzel geçti, ilacın yokluğu hissedilmedi hatta işin en ilginç kısmı, sanki hiç panik atak geçirmemiş gibi çok iyiydim. İlaç mı? Hah, geçti gitti! İhtiyacım yok ona benim!

    Bir güzel gün, iki güzel gün, üç güzel gün. Uçsuz bucaksız yüzdüğüm o deniz, meğer bataklıkmış ve ben o kadar görememişim ki, boğulmaya başladığımı ve en dibe battığımı anlamam epey zamanımı aldı.

    İlk önce bulantılar başladı. Üşüttüm dedim. Bir hafta, iki hafta kustum gündüz gece. Nane limonlarla, bulantıya iyi gelen ilaçlarla geçiştirdim ama sorun midemde değildi ki? Ben asıl zihnimi kusmak istiyordum bilmeden. Tabii sonrası tahmin edilebilir derecede ilerledi. Tarih tekerrürden ibaret, değil mi? Yine acil kapılarında süründüm, doktor doktor gezdim neyim olduğunu anlamak için. Aklımın ucundan bile geçmedi buna eski dostum panik atağın neden olduğu. Tabii o artık panik atak değildi, o gitmiş, yerine daha azılı bir düşmanı yollamıştı.

    52 kilodan 42 kiloya aniden düştüğüm zaman fakülteye sevk edildim. Hala durumun psikolojik olduğunu anlamış değilim, işin garibi doktorlar da öyle düşünmüyordu. Bense mide kanseri olduğuma emindim, bütün belirtileri öylesine taşıyordum ki, muhtemelen son evredeyim ve öleceğim diye düşünüyordum. İlk işim bilinen iyi bir doktordan randevu alıp endoskopi yaptırmak oldu. Ups! Midem sapasağlam. E o zaman neyim var?

    Doktorum midemi yatıştıracak, daha da kilo vermemem için ve beni ayakta tutsun diye birkaç ilaç yazıp yolladı beni. Sanırım o anlamıştı durumun psikolojik olduğunu ama bunu gündeme getiren kişi annemdi. Tabii bu süreçte sadece midem değil, zihnim de rahat durmadı. Bir süre konuşamamış gibi oldum, dilim tutuldu, zihnim duruldu, algı seviyem, uykularım, gördüğüm rüyalar, gerçekliğim, her şeyim yitip gidiyordu yavaş yavaş. Oysa ben hayatımın baharındaydım, sonum bir akıl hastanesi olamazdı. Kendime bu sonu hiç yakıştırmadım.

    Belki de ne zaman geleceksin diye düşünüyorsun, tam da oraya geldik şimdi. İntihar mevzusu. Üstüne konuşmak istemediğim bir konu, zaten o raddeye gelinceye dek zamanının tümü zihninle geçiyor. Etrafta olan bitenler çok da umurunda değil, tek derdin nasıl bir ölüm istediğin. Bileğimi keserim diye düşündüm. Sonra acır dedim, bu acıyı hissetmeyi istemememin sebebi; zaten yeterince acı çekmemdi. Ya da belki de zihnimde bir yerlerde bir umut ışığı vardı, o tetikliyordu beni. İlaç içsem dedim ama sonra ölmeyi başaramayıp herkese rezil olmak da vardı. Silah bulsam? Nereden bulacağım? Bulamam ki. Bir yerden atlasam? Cesaret edemem. Sanırım sadece ölmeyi beklemek ve intiharı düşünmekle geçti günlerim. Durum ailem tarafından da fark edilmeye başlandığında (tabii bu düşünceleri onlara hiç yansıtmadım, polyannacılık oynadım hep, annem üzülmesin diye) psikiyatriste götürüldüm. Alışkın olduğum bir alandı zaten, yabancılamadım. İlk başta tedavinin işe yarayacağını da düşünmedim ama eski dostum antidepresanlarla işe koyuldum. Doktorum bana deli olmadığımı, haddinden fazla zeki olduğumu söylediğinde de pek sallamamıştım.

    Huh... Uzun bir yazı, değil mi? Yarısında kapatmayıp okuduğun için teşekkür ederim ve tüm bunları anlatma sebebim kendimi acındırmak değil. Hem anksiyeteyle de aram iyiye gidiyor, ilişkimiz benim alttan almamla ilerlese de olsun. Anksiyetenin bu kadar zararına rağmen bana güçlü durmayı öğretmesi takdire şayan değil de ne? Sevgili okur, bunlarla hatta daha da ağırlarıyla savaşıyor olabilirsin şimdilerde. Tüm bu anlattıklarımdan ne çıkarırsın bilemem ama benim çıkarmanı istediğim şey, krizi bazen fırsata çevirmen gerektiği. O zaman intihar edemedim, sen de edemeyeceksin çünkü içinde bir umut var. Sen görmüyorsun, ben de görmüyordum biliyorsun. Ama gördüm. Kendini bir ağaç gibi düşün, anksiyete seni buduyor. Buduyor çünkü çok daha iyi bir hayata hazırlanıyorsun, daha güçlü, daha farklı bir sen seni bekliyor. Umut hiçbir zaman kaybolmaz, sadece cılız bir ışıktır ve o ışığı görmen gerekir.

    Sevgilerimle,

    deniz kızı.


    Yorumlar (3)
    • Yazdıklarınızı okurken bir an biri benim ne yaşadığımı nasıl benden daha iyi tarif edebilir diye düşündüm. İlk zamanlar bana ne olduğunu anlamakla geçmişti. Sonra herhalde deliriyorum bunun başka bir açıklaması olmaz dedim. Baktım o kaygı korku geçince eee ben delirmemişim dedim . Peki bu neydi ? Ağladım zırladım, her gece hastaneye gittim, 5. gidişimde acilde ki doktor, perdeyi çekti ve benim acil bir psikiyatriye görünmem gerektiğini söyledi. Önce içimde anlamlandırmaya çalıştım, biraz ben cebelleştim. Sonra ardı arkası kesilmeyen kaygılar ataklar. Psikiyatra gittim, çok şanslıydım şahane bir doktordu. Bir cümle kurmuştu bana aynen şöyleydi '' Bu yaşadığın durum ya da kusmadığın, anlatmadığın, anlatamadığın şeyler, kırgınlıkların, korkuların her neyse o işte senden şahane bir şekilde soyut olarak çıkmayı tercih etmiş sen onlara o yolu açmışsın Işıl, çok daha farklı rahatsızlıkların tam ortasında bulabilirdin kendini, başkasının desteğine bir doktorun desteğine fiziki bir tedaviye ihtiyacın yok, tek doktorun sensin ben de seninle beraber o çıkıp gidecek olan duygulara nasıl yön vereceğin konusunda sana destek olacağım '' demişti. Paylaşmak istedim. Sevgiler

      • Bu kadar mı güzel tasvip edilir; bu adını koymakta güçlük çektiğimiz duygunun betimlesi ancak bu denli güzel olabilirdi. Neredeyse başlangıcı hariç bir çok ortak yanım olan bir yazıyla karşı karşıyayım, nasıl da severiz ya da kim sevmez ki kendi düşüncelerinin bir benzerini yaşayanı görmek ? Bu bizi tatmin eder her halükarda. Kimseyi beklemeyin o gemi gelmicek, içinizdeki şeytanı da dinlemeyin ve de en önemlisi bunu anlamlı kılmaya çalışmayın, daha da içine sürüklenirsiniz. Yapılması gereken o takıntılarına kolaycı çözümler bulup kadere ve yahut herhangi bir şeye bağlamak yanlış olacaktır, esas içeride yatan canavardır seni bu hale sokan aslında, bastırdığın duyguların dışavurumu, hep içine attın şiştin ve doğal olarak patlıyorsun. Krizi fırsata çevirmek çok önemli belirttiğiniz gibi, ben bunları yaşadım diyebilmek tecrübe gerektiriyor yoksa boşu boşuna kendini hiç uğruna paralamanın ne anlamı var ki ? He sanma ki her şeyi kendi başına halledebilirsin baktın durumlar kötüye mi gidiyor bir destek al. Sana göre hayata hani 2-0 yenik başlamışsın ya bu hissiyatı bende yaşıyordum, dakika 90 olmuş yap son oyuncu değişikliğini daha ne duruyorsun, kendini kaybediyorsun boşa vaktini tüketiyorsun. Uyandığında bu derin uykudan oh be diyeceksin ancak pat diye de olmayacak takdir edersin ki. Bazı şeyler anını bekler unutma. Son olarak da Einstein'ın sözüyle susuyorum artık değil mi uzadı :) ''Sürekli aynı şeyleri yapıp, farklı sonuç beklemek aptalların işidir. Selametle!

        • Güzel yazı. Allahtan şifalar da diliyorum.

          Yorum Bırakın

          Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.