Elif Batuman’ın Budala isimli eserini okurken zihnimde daha önce hiç üzerine durup düşünmediğim bazı düşünceler belirdi. Biz insanlar gün boyunca konuşuyoruz. Derdimizi anlatmak, kendimizi ifade etmek, savunmak, ihtiyaçlarımızı dile getirmek ve de belki sadece hiçbir amaç gütmeden… Konuşabilmek insanoğlu için büyük bir nimet evet ama gerçekten istediğimiz kadar konuşabiliyor muyuz? Diyaloğumuz esnasında karşı tarafa istediğimiz duygu ve düşünceyi aktarabiliyor muyuz yoksa karşı taraf biz ne kadar çaba sarf etsek de sadece kendi dünyası kadarını alıyor ve anlıyor mu?
Yaşadığımız dönemde gerek insanların farklı dilleri bilme oranının artması ile gerek de çeşitli dillere duyulan ilginin artmasıyla insanlarda kurdukları cümlelerin arasına sıkıştırılmış yabancı kelimeler gözlemliyorum. Hepimizin diline yapışan “okey, bay bay” gibi basit kelimelerden bahsetmiyorum. Kurmak istediği bir cümlede anlatmak istediği bir durumun tam manasıyla karşılığının anadilinde olmadığını düşünerek alternatif dillerden yardım almaya yöneliyor. Bittabi bu olması beklenen bir durum. Kendi dilimiz ne kadar geniş ve derin olsa da diğer dillerde bir kelime ile birçok durumu veya birçok cümleyi ifade edebilmeleri bakımından zenginler. Gözlemlediğimi söylediğim bu durumun kitapta okuduğum ve denk geldiğim hatta belki yazarın savunduğu teoriyi çürütmese de zeminin de küçük bir çatlak oluşturduğunu söyleyebilirim. Kitapta ana karakterimiz üniversitede dilbilim okuyan bir öğrenci. Bir gün katıldığı dersinde profesör, Sapir-Whorf teorisinden bahsediyor. Diğer bir değişle Dilsel Görecelik.
Yerel dillerden yoğun bir şekilde etkilenen insan, kendi dilinde kendine has bir düşünce yapısı oluşturmuştur. Buna göre farklı bir dilde ona söylenen şeyi tam anlamıyla anlayamaz. Karşı tarafın bize anlatmak istediği şeyi yalnızca anadilimiz ile oluşturduğumuz düşünce yapımız kadarıyla anlayabiliriz. Bu düşünceyi ortaya koyan bilim insanları Sapir ve Whorf’tur. Teoriyi onlara düşündüren sebeplere baktığımızda ise bir sınıf çatışması karşımıza çıkıyor. Sapir’in hocasının ortaya attığı bir teoriye göre zengin ve entelektüel bir sınıfın konuştuğu dil ile daha alt tabakada bulunan bir sınıfın konuştuğu dil aynı olamaz. Entelektüel sınıfın anlatmak istediği bir şeyi diğer alt tabaka sınıfların tam anlamıyla anlaması mümkün olamaz. Hocasının düşüncelerine hak veren Sapir’e göre de her dilin yapısı birbirinden farklıdır. Buna göre farklı dilleri konuşan insanların gerçeği algılama biçimleri de farklılık gösterir.
Teorinin yarı sahibi Whorf da aynı fikirlere sahip olup Sapir’in düşüncelerini geliştirerek birlikte Dilsek Görecelik teorisini ortaya koymuş oldular. Whorf’un başına gelen bir olay belki de fikirlerinin neden bu yönde geliştiği konusunda bir cevap olabilir. Whorf bir sigorta şirketinde yangın önleme mühendisi olarak görev yapıyordu. Bir gün bir kimya tesisinde patlama oldu. Sebebi araştırıldığında tesisin bekçisinin boş benzin varillerinin bulunduğu odada sigara yakması olduğu anlaşıldı. Varillerin üzerinde “boş varil” uyarısı yazıyordu ancak içleri az da olsa benzin gazı ile doluydu. Whorf’a göre patlamanın ikinci nedeni İngilizce de bu durumu tam anlamıyla açıklayacak bir kelimenin olmamasıydı. Patlama “boş varil ancak tam olarak boş değil” durumunu ifade edecek bir kelime olmadığı için gerçekleşmişti.
Dil ile dünya arasında karşılıklı bir etkileşim vardır. Dil dünyayı şekillendiriyor, dünya da dili şekillendiriyor. Buna göre insanlar sadece dillerinin açıklayabileceği şeyleri düşünebiliyorlar. İnsandan insana değil, dilden dile değişen bir gerçeklik ilkesini savunuyorlar.
Örneğin Arapça’da deve anlamına gelen birçok kelime vardır. Bizlere göre deve sadece deveyken, Araplara göre deve denilince yüzlerce deve akıllarına gelebilir ve herhangi birini kast ettiğimizi sanabilirler.
Durumla ilgili çarpıcı bir örnek de Avusturalyalılar hakkında verilebilir. Avusturalya’nın güney batısında yaşayan Kuuk Thaayorre halkının yön algısı bizlerden oldukça farklıdır. Onlar yönlerini sağ, sol, ön, arka diye değil kuzey, güney, batı, doğu şeklinde ifade ederler. “Arkanda bir köpek var” demek yerine “Güneyinde bir köpek var” demek gibi. Farklı dillere sahip olmamız yön anlayışlarımızın da farklı olmasına sebep olmuş gibi görünüyor.
Sapir ve Whorf tarafından geliştirilen bu teorinin diğer psikologlar tarafından kabul edilmeyişi ise bilimsel olarak test edilemiyor oluşundan kaynaklanıyor. Tarih sahnesinde kuramın birçok tartışmanın konusu olduğunu görüyoruz. Eğer gerçekten Sapir ve Whorf’un dediği gibi gerçeği algılama biçimimiz dillerimizin farklılığı sebebiyle ise teorinin tartışmaları da uzunca bir süre devam edecek demektir.
Yorum Bırakın