Feminizmi bir tanım olarak incelediğimizde, genellikle bu kelimeyi yalnızca bireysel haklar çerçevesinde incelemeyip; varoluştan konuşmaya başlayabiliyoruz. Aslında bu kadar temelden başlamak oldukça normaldir, çünkü feminizm tarihi tıpkı felsefe tarihi gibi özgürlüğün tarihiyle doğrudan orantılıdır. Varoluşun temeline dayanan tartışmalarda, feminizmi reddeden/ataerkil zihniyete uyum sağlamış taraflardan kimi zaman doğaya ait örnekler verebilir. Bu örnekler oldukça spesifik olmasının yanında aynı zamanda alışılageldik yanlış bilgilerden de oluşmaktadır. Bunun en çok tercih edileni, hayvan alemine ait olan örneklerdir.
Kuşların Felsefesi, Fransız kuş bilimci Philippe J. Dubois ve filozof Elise Rousseau tarafından yazılan, kuşların yaşamlarının insanların yaşamına nasıl ilham vermesi gerektiğine dair yazılan bir kitaptır. 22 tavsiyeden oluşan eser, kimi bölümlerinde kuşların doğasında cinsiyet rollerinin ne kadar değişken ve öngörülemez olduğundan da bahsediyor.
Küçük Bir Denklik Dersi isimli 2. Bölüm, insanların dişi kuşlar hakkında oluşturduğu gerçek dışı imgelerden ve bu imgelerin günümüzde eril zihniyete nasıl bir temel olduğundan bahsediliyor. Dubois'e göre kuşlar her zaman ve her türde aynı görev dağılımını yapmaz. Potansiyellerine ve yaşadıkları bölgelere göre oldukça değişken bir iş dağılımları vardır. Kuluçkaya yatmak, yuvayı yapmak, yemek toplamak ve benzeri olan birçok görev doğada potansiyellere göre ayrılır.
“Yuvayı dişi kuş yapar,” cümlesi, günümüzde birçok kültürde kadına verilen ev işlerini ve kadının iş hayatına olan uzak konumunu temellendirmek için kullanılır. Dubois ve Rousseau, bu imgenin her zaman yanlış olmadığını belirtmekle beraber, aslında kuşların arasında yapılan adaletli iş dağılımının oldukça değişken olduğundan bahseder. Örneğin insanlara karşı çok yabani olmayan bazı kuş türlerinde, erkeğe düşmesi gerektiği düşünülen rolleri dişiler oynar. Dişi, yumurtalarını yuvaya bırakır ve gider, yavrular oluşana dek kuluçkaya yatmak erkeğin görevidir. Yağmur kuşlarında göçler dahil hayatın tüm akışını kontrol etmek dişi kuşun görevidir. Bunların yanında bazı kuş türlerinde de hem dişi hem de erkek kuş kuluçkaya yatar, hayat döngüsünde her şeyi birlikte ve adaletli bir iş dağılımıyla yaparlar. Bunların yanında, yukarıda açılan cümleye uyan türler de vardır. Örneğin ördeklerde yuvayı gerçekten dişi kuş yapar, hatta yaparken daha sağlam olması için karnındaki tüyleri koparan dişi kuşlar erkek kuşlara göre çok daha soluk, bitkin bir görünüme sahip olur.
Birbirinin benzeri olmayan bu örneklerden anladığımız gibi, doğada cinsiyete göre iş dağılımı oldukça değişken ve hassastır.
“Bu hayvanlarda sadece eril bilinci düzenleyen ve bazı maço davranışları haklı gösterebilecek tarafı alıkoymak, şüphesiz kendini aklamak için kullanılan bayağı bir stratejidir. Natüralist yazarların (erkek olduklarını belirtmeye gerek var mı?) kendini yuvasına adayan ve hatta yüzüstü bırakıldığında, evlatlarının ömrü olsun diye kendini kurban eden dişiyi resmeden pastoral bir görüşü göklere çıkardıkları bazı eski metinleri okumak kafidir.”
O halde bu bölümden anlaşılan en temel konu, kuşların büyük bir bölümünün en uygun çözüm olarak gördüğü yöntemin görev dağılımı olduğudur. Eğer bir atama (görev) eylemi gerçekleşecekse o eylemde türlerin dişilerinin ve erkeklerinin yeteneklerini göz önünde bulundurarak yapılır, hepsi potansiyeline göre hareket eder. İnsanlarda yapılan cinsiyet ayrımı ise potansiyelden daha çok gelenekleri ve dar bir bakış açısını göz önünde bulundurarak temellendirilir; günümüzde birçok kadının kendisine biçilen role uyma amacıyla hayallerinden vazgeçmesini bu şekilde açıklayabiliriz. Yetenek, potansiyel ve destekleyici birçok durum mevcut olmasına rağmen milyonlarca kadın yalnızca hayal ettiği iş hayatından değil, eğitimden bile mahrum edilmektedir.
Bunun yanında, “Güzellik Bize Ne anlatır” isimli 22. Bölümde, kuşların tüylerinin renginin cinsiyet ayrımında ne kadar etkili olabileceğinden bahseder. Bu temele dayanarak, görevlerini aralarında paylaşan ve yavruları ortak büyüten dişi ve erkek kuşlarda tüy renklerinin çok benzer olduğu söylenmiştir. Böyle durumlarda cinsel ikibiçimlilik görülmediğinden, erkeklerle dişiler birbirine fazlasıyla benzer. Örneğin martılarda ve kuzgunlarda iki cinsi ayırt etmek oldukça zordur.
Cinsiyet ayrımını fazlaca önemseyen insanlar, 21. Yüzyılda bile karşılaştığı kişilerde istediği derecede belirgin cinsiyet gözlemlemediğinde bunu oldukça eleştirir, kafasındaki role uymayan insanlara sık sık baskı ve psikolojiik (kimi zaman diğer türlerde de) şiddet uygular. Bu bakış açısının sonucunda; renklerin, kıyafetlerin, kişisel bakım ürünlerinin ve birçok tercihin iki cinsiyete atandığına, net çizgiler çekildiğine şahit oluruz. Bu noktada da anlıyoruz ki insanlığın, gelişmiş bir beyne bile sahip olmayan martılardan ya da kuzgunlardan çıkarılabilecek birçok dersi vardır.
Yorum Bırakın