1 Eylül 1939'da Almanya'nın Polonya'yı işgal etmesi ile başlayan, askerî ve sivil olmak üzere seksen milyona yakın insanın hayatını kaybettiği, bugün dahi açtığı yaralar sarılamayan atom bombalarının atıldığı, dünya sahnesinin belki de en yüz kızartıcı oyunu olan toplama kamplarının kurulduğu İkinci Dünya Savaşı süreci; sanat yaşantımızı etkilemeyi ve biçimlendirmeyi sürdürüyor. Nitekim insanın vukuatını, yine insanın ürünü olan beyaz perdede senelerdir seyrediyoruz ve seyretmeye de devam edeceğiz. İşte bu listede o yılları birbirinden farklı perspektif ve duygularla yansıtan on filmi derledik.
Jojo Rabbit (2019)
Yönetmen koltuğunda What We Do in the Shadows, Hunt for the Wilderpeople gibi filmlerden tanıdığımız ve şahsına münhasır mizah anlayışını eserlerine yansıtmaktan çekinmeyen Taika Waititi'nin oturduğu Jojo Rabbit; İkinci Dünya Savaşı'na ve Nazi Almanyası'na on yaşlarındaki Johannes'in gözünden, absürt bir perspektiften bakmamızı sağlıyor. Hitler'i en yakın arkadaşı belleyen ve tam bir Nazi fanatiği olan Johannes, vatanı için ideal bir genç olmaya çabalarken annesinin evlerinin çatı katında misafir ettiği Yahudi kız Elsa ile tanışıyor ve yavaş yavaş inşa ettiği yeni kimlikle birlikte doğru bildiklerinden, hayallerinden uzaklaşıyor. Oyuncu kadrosunda Scarlett Johansson’ın da bulunduğu film, komedi ve dramı tek potada eriterek seyirciyle daima kontak hâlinde kalıyor.
Inglourious Basterds (2009)
Alternatif tarih filmlerinin en güzel örneklerinden biri sayabileceğimiz Inglourious Basterds; Alman kuşatması altındaki Fransa'da ailesinin gözlerinin önünde katledilmesine şahit olan genç kadın Shosanna ile askerlerini Nazilere karşı örgütleyen Teğmen Aldo Raine'in yollarının kesişmesini ve Nazi liderlerini öldürerek savaşa son vermek umuduyla bir sinema salonunda düzenledikleri suikasti konu alıyor. Yönetmenliğini Quentin Tarantino'nun üstlendiği ve oyuncu kadrosunda Brad Pitt, Christoph Waltz, Diane Kruger, Eli Roth gibi isimlerin yer aldığı yapım, dönemin film ve afişlerine de göz kırpıp, ince ayrıntılarıyla beğeni uyandırıyor.
The Pianist (2002)
Polonyalı ünlü besteci ve piyanist Wladyslaw Szpilman’ın hatıralarını kaleme aldığı aynı isimli kitaptan beyaz perdeye uyarlanan ve seksen yedi yıllık yaşantısına birden fazla kült yapım sığdıran usta yönetmen Roman Polanski'nin imzasını taşıyan The Pianist, şüphesiz ki İkinci Dünya Savaşı ekseninde akla gelebilecek ilk filmlerden biri. Savaş sürecinde Polonya'da bulunan bir Yahudi iseniz, yaşayabileceğiniz tüm çetin zorlukları, esir kampına gitmekten kurtulsanız dahi Varşova'nın varoş mahallelerinde hayat mücadelesi vermekten kurtulamayacağınızı, umutlarınızın tekrar tekrar söneceğini ve yeşereceğini son derece dokunaklı bir dille anlatan film, Adrien Brody'e Oscar kazandıran kusursuz oyunculukla da sinema tarihinde ve belleklerimizde sonsuza dek yer edecek.
Fury (2014)
Başrollerini Shia LaBeouf, Logan Lerman ve canlandırdığı karakter (Wardaddy) ile adeta bütünleşen Brad Pitt'in paylaştığı Fury; İkinci Dünya Savaşı'nın son günlerinde Amerikan asıllı Don Collier (Wardaddy), Boyd Swan, Grady Travis, Trini Garcia ve Norman Ellison'dan oluşan her açıdan dezavantajlı beş kişilik küçük bir ekibin, Nazi Almanyası'nın tam ortasında verdiği yirmi dört saatlik yaşam mücadelesini ele alıyor. Yüzlerce askere karşı az sayıda cephane ile direnen ve umudunu yitirmeyen müfrezenin bölgeden sağ çıkmaya çalıştığı gerilim dolu filmin yönetmeni ise Suicide Squad ile adından sıkça söz ettiren David Ayer.
The Zookeeper's Wife (2017)
Diane Ackerman’ın aynı adlı romanından uyarlanan ve yönetmen koltuğunda Yeni Zelandalı Niki Caro'nun oturduğu The Zookeeper's Wife, Polonyalı bir çift olan Antonina Zabinska (Jessica Chastain) ve Jan Zabinski'nin (Johan Heldenbergh) yönettikleri Varşova Hayvanat Bahçesi'ni Yahudi vatandaşlara yardım edebilmek ve masumların hayatlarını kurtarabilmek adına bir sığınağa dönüştürmelerini doğa ve insan arasındaki ilişkiyi de göz önünde bulundurarak ele alıyor. Yaşanmış bir öyküyü seyirci ile buluşturan film, bir ay kadar süren ve elli altı bin kişinin yaşamını kaybettiği Varşova Getto Ayaklanması'na da değiniyor.
Look Who's Back (2015)
Yönetmenliğini David Wnendt’in üstlendiği, Timur Vermes’in çok satan romanından sinemaya uyarlanan Er Ist Wieder Da (Look Who's Back), Adolf Hitler'in günümüz Almanyası'nda uyanması ile başlıyor. Angela Merkel adında bir kadının ülkesini yönetmesine, ideallerinin unutulmasına, halkının kendisini tanımamasına ve hatta alaya almasına son derece sinirlenen Führer, düzeni değiştirmek adına çetin bir yolculuğa çıkıyor. Önce YouTube yıldızı, daha sonra kendine ait televizyon programı olan bir komedyen sıfatları ile karşımıza çıkan Hitler, yine yapacağını yapıyor ve bu kez de yeni nesil medyayı propoganda aracı olarak kullanıyor. Filmin yıldızı Oliver Masucci, ortaya koyduğu inişli çıkışlı oyunculuk performansı ile adeta malum kişiyi Berlin sokaklarında yeniden yürütüyor.
Life Is Beautiful (1997)
Yönetmen koltuğunda Roberto Benigni'nin oturduğu ve En İyi Yabancı Film, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Müzik olmak üzere üç dalda Oscar'a layık görülen Life Is Beautiful (La Vita è Bella), hayat dolu Guido (Roberto Benigni) ve güzeller güzeli Dora'nın (Nicoletta Braschi) içimizi ısıtan aşkı ve oğulları Giosué'yu (Giorgio Cantarini) kucaklarına almalarıyla başlasa da Nazi işgali ile birlikte rüzgâr ters yönden esiyor. Giosué ve Guido Yahudi oldukları için esir kampına götürülürken, baba oğlunu savaşın aslında bir oyun olduğuna ikna ederek oradan çıktıklarında kendisine çok istediği o oyuncak tankı hediye edeceğine dair söz veriyor. İkinci Dünya Savaşı'nın siviller ve aileler üzerindeki olumsuz etkilerini hüzünlü bir dille anlatan film kuşkusuz türünün en başarılı örneklerinden biri.
The Imitation Game: Enigma (2014)
Başrollerini Benedict Cumberbatch ve Keira Knightley'in üstlendiği The Imitation Game: Enigma, İkinci Dünya Savaşı esnasında İngiliz istihbaratının, kendilerinin ve müttefiklerinin epey kayıp vermesine neden olan Alman Enigma şifreleme sistemini çözme mücadelesini konu alıyor. Yüzlerce kişinin seferber olmasına rağmen başarıya ulaşamayan İngilizler, en nihayetinde aralarında kendine has çalışmaları ve teknikleri ile tanınan genç matematik profesörü Alan Turing'in de bulunduğu bir kriptoloji ekibi kuruyor ve savaşın seyrini değiştiriyor. Harplerin yalnızca cephede kazanılmadığını, gücün yanında zekanın da varlığının ehemmiyetini kanıtlayan filmin yönetmeni ise Morten Tyldum.
Saving Private Ryan (1998)
Normandiya Çıkartması ve İkinci Dünya Savaşı'na Schindler's List, Catch Me If You Can, Raiders of the Lost Ark gibi filmlere imzasını atan usta yönetmen Steven Spielberg'in gözünden bakmamızı sağlayan Saving Private Ryan, dört oğlunu dünyayı kasıp kavuran bir savaşa gönderen ve üçünü kaybeden bir annenin, son evladı James Ryan'ın geri dönmesini istemesine odaklanıyor. Yüzbaşı Miller (Tom Hanks) komutasında kurulan sekiz kişilik bir ekip, Ryan'ı kurtarmakla görevlendiriyor ve bu askerlerin perspektifinden defalarca kez savaşan bir insanın sorgularına, savaşın kaybettiklerine ve düştüğü ikilemlere şahit oluyoruz.
Cold War (2018)
Yönetmenliğini Ida ile adından oldukça söz ettiren Pawel Pawlikowski'nin üstlendiği Cold War, seyirciye İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki gidişatı ve psikolojiyi son derece orijinal ve dokunaklı bir aşk öyküsü üzerinden anlatıyor. Aralarında daimi bir çatışma olan ses sanatçısı Zula ve prodüktör Wiktor; adeta karamsarlığın ve çetin savaş ikliminin içinde ilişkileri uğruna bir savaş daha veriyor. Büyüleyici seslerden Leh müziğini dinleme fırsatı bulabildiğimiz film, Pawlikowski'nin siyah-beyaz tercihiyle dönemin atmosferine kapılmamızı sağlıyor.
Yorum Bırakın