Genç Çevirmen Derviş Sağırgürgen İle Tatlı Bir Röportaj

Genç Çevirmen Derviş Sağırgürgen İle Tatlı Bir Röportaj
  • 1
    0
    0
    0
  •  

    Öncelikle merhaba, röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkürler.
    Merhaba, rica ederim. 

    Biraz sizi tanımak istiyoruz. Kendinizden bahseder misiniz?  

    Tabii. Ben Derviş, küçükken izlediğim dublajlı filmlerde gördüğümün aksine bütün dünyanın benimle aynı dili konuşmadığını öğrendiğimden beri dil işlerine meraklıyım. Sade çeviri meselesinden çok işin etimoloji ve dilbilim taraflarıyla da ilgileniyorum ama henüz bunların üstüne istediğim kadar eğilemedim. Mütercim Tercümanlık mezunuyum, iki yıldır edebi çeviriyle uğraşıyorum. Kurmaca edebiyatla, biraz seçicilikle yaklaşarak geek kültürüyle ve mikro tarih anlatılarıyla yakından ilgiliyim. 

    Moral çevirmenlerin dillerini etkiliyor mu? 

    Etkilemez mi. Fiziksel işçinin de zihinsel işçinin de işinde moral önemli bir yere sahip bence. 

    Çevirmesi çok zordu, çevirirken yeni bir dil öğrendim dediğiniz bir eser var mı? 

    En “çerezlik” görülecek esere bile yeri geldiğinde bazen kılı kırk yararcasına eğilmek gerektiği için bu tecrübeyi aslında her seferinde irili ufaklı yaşıyorum ama şu ana kadar elime beni sırılsıklam terletti diyebileceğim bir iş gelmedi. Galiba nispeten taze çevirmen sayılacağım için bu terletici işleri bana vermiyorlar.  

    Bize çeviri geçmişinizden bahseder misiniz? İlk çeviri eseriniz neydi? 

    Yeni çıkan video oyunlarında bu dosyalara ulaşmak genelde biraz daha civcivli oluyor ama eski oyunların içindeki string dosyalarına ulaşıp orada yazanları değiştirmekle başlamıştım. Çok ciddi bir şey değildi ama ilk adımlarım onlardı. Sonra lisede elime birkaç tane İngilizce Stephen King romanı geçmişti, onları çevirmeye çalışıyordum. Ciddi anlamda ilk çevirim RJ Barker’ın Age of Assassins’i oldu. (Bu sanırım henüz basılmadı.)

    Örnek aldığınız, takip ettiğiniz çevirmenler ve yerli yazarlar var mı?

    Çeviribilime Türkiye’de kök saldıran üstatlarımızdan Akşit Göktürk’ün bendeki yeri ayrıdır. Keza öğrencisinin öğrencisi olduğum Ülker İnce de. Roza Hakmen, Şadan Karadeniz, Dost Körpe ve Can Yücel de benim için ayrı ayrı özel yerlere sahiptirler. Yeni dönem çevirmenlerden ise çok sevdiğim ablam Aslı Dağlı’yı sayabilirim. Düşünsem buraya çok isim ekleyeceğim ve ne kadar yazsam da birileri dışarıda kalacağı için şimdilik bu kadarla bırakayım. 

    “En güzel çevirdiğim eser buydu…” dediğiniz eser hangisiydi? Neden o eser? 

    Geri dönüp baksam mutlaka içinde birkaç hata bulacağımı bilmekle beraber, henüz basılmamış “Big Damn Hero” romanı olabilir. Birkaç nedeni var. Beş on çeviri teslim etmemin üstüne bu çeviriyi yaptığım için bazı temel şeyler kafamda net biçimde oturmuştu, deyim yerindeyse “çeviri sesimi” büyük oranda ilk bu kitapta kullandım. Eserin dünyasının bizim dünyamızdan çok etkilenen bir yapıda olması da buna katkı sağladı. Mesela lazer tabancalı, kayar kapılı basmakalıp bir bilimkurgu hikâyesinde “Her tuzluğum var diyene hıyarla koşmak” deyimi tuhaf ve yersiz kaçsa da Firefly bu lafın oturacağı bir evrene sahip. Western, bilimkurgu, tragedya, bazen felsefe bir arada. Üstüne epeyce eğildim, bence güzel de oldu. Tabii son takdir okuyucuya ait. 

    Assassin's Creed: Odysseia’I okurken dilinizi çok beğenmiştim. Acaba daha öncesinde Assassin's Creed serisi ile aranız nasıldı? Oynadığınız bir oyunun romanını çevirmek nasıl bir histi?

    Teşekkür ederim. AC’yle sanırım 2009-2010 yılları gibi ilk oyunuyla tanıştım. Spoiler olmasın diye adını vermeyeceğim bir karakterin ölümünden sonra hikâyenin günümüzde geçen kısmının iyice zıvanadan çıkmasıyla birlikte bir süre seriden uzak kaldım, sonra yeni nesil oyunlarla (Origins, Odyssey vb) seriye geri döndüm. Odyssey zaten gerek karakterleri ve gerek dünyasıyla en sevdiğim AC oyunlarından olduğu için roman uyarlamasını çevirmek harika bir deneyimdi. Çok iyi yaptım dediğim yerler de oldu, sonradan keşke bunu daha farklı yapsaydım dediğim yerler de. Şimdi tekrar çevirebilsem daha iyi, beş yıl sonra çevirsem de şimdikinden iyi olurdu. 

    Çeviri sürecinde yaşadığınız komik bir anınız var mı?

    İlk çevirimi (Age of Assassins) yaparken şansıma hayatta olan yazarına sosyal medyadan “Bu bunun babasının erkek kardeşi mi yoksa annesinin erkek kardeşi mi?” gibisinden bir soru sormuştum. Anglo-Sakson adamcağız bizim bol terimli akrabalık ilişkileriyle tanışınca epey şaşalamıştı. 

    Çevirilerize başlamadan önce nasıl bir rutin izliyorsunuz?

    Kitap hakkında mutlaka ön bilgiye sahip olmaya çalışırım ama fikrimin ve yaklaşımın bir kalıba sokulacağı kadar değil. Onun dışında takvim üzerinde yanılma payı dahil kabataslak bir plan belirleyip işe koyulurum. 

    Çevirmenlik düşünen kişilere ‘ben yaptım siz yapmayın’ tavsiyeniz var mı?

    Ben çevirmenlik düşündüm, onlar düşünmesinler. Gerek teknik gerek edebi çeviri olsun, Türkiye’de çeviri sektörleri insanın karnını doyurmaktan fazlasını yapabileceği alanlar değil. Üniversitedeki idealizmim aylar içinde yerle bir oldu. Altı yedi yıl öncesine dönebilsem herhalde başka bir bölümde okumayı tercih ederdim. Çevirmeyi çok seviyorum, evet ama şu anki işimi bunun için değil, elimde başka bir şey olmadığı için yapıyorum. 

    Çevirdiğiniz eserlerin kapaklarını açtığınızda hissettiğiniz o hissi anlatır mısınız? Mümkünse ilk gördüğünüzde olan o hissi çok merak ediyoruz.

    İnsan ismini basılı kağıtta görünce bir değişik oluyor. Ufak da olsa bir şey üretmenin hissi ve hazzı çok tatlı. İsminizin geçtiği yerler arttıkça da bu lezzet kaybolmuyor. Ayrıca ufak şeyler üretmek büyük şeyler üretmeye de teşvik ediyor. Börek açtıktan sonra börek açmakla yetinemiyorsunuz yani. 

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.