Yani sen şimdi kendinle konuşmayı sevmiyor musun? Sorularla cevapları aynı anda kucaklayıp sonra bir anda kollarından kayıp yere düşüşünü izlemeyi..Toparlayamıyorsun asla, asla, asla... Hayır. Zemindeki parçalara bakıyorsun. Tanımaya çalışıyorsun dağılan parçaları.Hayır puzzle gibi değil. Tamamlamıyor hiçbiri birbirini. Düşüp tuzla buz oldukları için değil. Yere varıncaya kadar benliklerini yitirip gerçeklikten uzaklaştıkları için. Onlar düşerken seni unutuyor sen de onları. Düşüşü hatırlıyorsun sadece. Sonra kollarındaki boşluğu hissediyorsun, hatırlamaya çalışıyorsun.
Vazgeçiş. Duyduğun iğrenme. Kollarından iğreniyorsun. Neden bu kadar güçsüzsünüz diye kızıyorsun onlara. Neden taşıyamadınız. Sorun sizdeydi. Sorular sizdeydi. Cevaplar sizdeydi. Beceriksizler! Acizler!!
Ama sonra durup dinleniyorsun. Sakinleşince yeni bir yol arıyorsun. Ve evet ben buldum. Kalem aldım. Tutturdum ellerime. Yeni sorular yarattım. Cevaplarının varlığından habersiz. Parmaklarını kullanamadığımı fark ediyorum. Hayır! Yalvaracak, yakaracak, isyan edecek kimse yok. Ama olmalı. Kendimi kandırıyorum. Tanrım neden tutmuyorlar? Neden yazamıyorlar? Neden olduğum yeri, ulaşacağım yeri bilirken hareket edemiyorum? Sonra ses gelmediğini fark ediyorum. Muazzam bir boşluk. Ama sessizlik yok. Kulaklarım çınlıyor. Eveet, evet... Bu sesi seviyorum. Bana beni hatırlatan yegane şey. Artıyor. Elimdeki kalem düşüyor. Düşmesi uzun sürmeyecek birazdan sesini duyacağım. Ama unuttum bile neyi düşürdüğümü. Sahi, yine niye düşüyorum ben?
Yorum Bırakın