Dünya Distopyası

Dünya Distopyası
  • 0
    0
    0
    0
  • Riley gözlerini kampın dört bir yanına yerleştirilmiş demir kulelerin üzerine yerleştirilmiş hoparlörden gelen sese açtı. Pas ve toz içindeki hoparlör duygudan ve tondan yoksun kelimeleri etrafa savuruyordu. Hoparlörden çıkan ilk birkaç kelime Riley’in kulağına gidip kulak zarını titretip beyne doğru yol alırken rotalarını şaşırıp kayboldular. Riley’in anlamlandırabildiği ilk kelimeler “... günlük azami su miktarı azaltılmıştır.” oldu. Ardından soğuk hoparlör devam etti: 
    "Mecburi olarak dağıtılan gıda miktarı azaltılmıştır. Su ve gıda miktarları ile ilgili Yaşam İstasyonundaki görevlilere sıkıntı çıkarmayınız. Aksi durumda görevlilere tam yetki verilmiştir. 

    Toplumsal yaşamı tehlikeye atan yolculuk karşıtlarını Bilgi Haber Dairesine bildiriniz. 

    Bebek bekleyen kadınları, bebek bekleyen kadınlara yardım edenleri saklamak Ultima Terra’ya ihanettir. İhanetin cezası ise ölümdür.“ Hoparlörün metalik sesi bir kablosu kopmuş gibi aniden sustu.  

    Riley, yuvarlak çadırın içerisinde bez parçalarıyla ayrılmış bölmenin içerisinde sırt üstü uzanmaya devam etti. Çadırın parçalanmış tavanından mavisini yitirmiş gökyüzünden gri bulutu takip ederek hamile kadınları ve bebekleri düşündü. Yeryüzü bebek görmeyeli 30 yıl olmuştu. Haliyle Riley hayatında hiç bebek görmemişti. Riley ve yaşıtları dünya üzerinde doğmasına izin verilen son jenerasyondu. Riley çevresinde bebeklerin ve çocukların neşeyle oynadıklarını düşlemek istedi sonra böylesi sefil bir yaşama yakışmadıklarına kanaat getirip yerinden doğruldu. Üzerindeki yıpranmış örtüyü sırt çantasına yerleştirdi. Sırt çantasını sırtına taktığında çadırın kaldığı bölümüne özlemden uzak hislerle göz gezdirdi. Çadırdan dışarıya çıktı.  

    Çadırın dışında onu bekleyen Marco’ya sarıldı. “Hazır mısın?”. “Hazırım. Kurtulalım artık şu dünyadan” dedi Riley. Yolculuğun verdiği sevinçle yerinde duramayan Marco, Riley’in elini sıkıca kavradı. Riley yüzünde memnuniyetini belirten kocaman bir gülümsemeyle Marco’nun yüzüne baktı. Ardından Marco’nun belirgin elmacık kemiklerinin üzerine belli belirsiz bir öpücük kondurdu. “Her şey güzel olacak görürsün.” Atmosferinden dışarıya çıkabilirsek” dedi Riley karamsarlığın hakim olduğu sesiyle. Marco, “Merak etme. İlk yolculuğun üzerinden 50 yıl geçti. Artık kazalar en aza indirilmiş durumda. “ diye Riley’i teselli etti. Ardından gösterisini yeni bitirmiş bir tiyatro oyuncusunun izleyicisini selamlaması gibi bir ayağı geride bir eli açık şekilde yüce yöneticimiz Punho de Ferro sayesinde dedi alaycı bir ses tonuyla. Marco’nun bu hali Riley’in yüzünü istila eden tereddütten kurtulmasını sağladı. 

    Marco ve Riley hızlı adımlarla Yeni Dünya istasyonuna doğru yürümeye başladılar. 500 metre yürüdükten sonra Yaşam İstasyonu’nun önündeki arbedeyi görüp görevlilerin silahlarını kalabalığa doğrulttuğunu gördüklerinde çadırların arasına girip koşmaya başladılar. Yolculuk sandıklarından daha sıkıntılıydı. Azalan su ve yiyecek miktarı yüzünden herkes pimi çekilmiş bomba gibiydi. Riley ayrılacağı günde her şeyin daha kolay ilerlemesini isterdi. Aksine her şey olduğundan daha güçleşmişti. Uzunca bir süre yüksek tempoyla koşarak bir labirentin içinden kurtulmaya çalışan hayvanlar gibi çadırların arasından, üzerinden, yanından geçtiler. 

    Yeni Dünya İstasyonuna yaklaştıklarında Riley bitkin düşmüştü. Umutsuzluk ve karamsarlık kafasının üzerindeki düşünce baloncuklarında yer bırakmamıştı. “Biraz dinlenmemiz gerek” dedi Marco’ya. “Çok az kaldı. Dayanamaz mısın?” Riley hayır anlamında başını salladı. Kendini yere bıraktı. Marco’da gönülsüzce Riley’in yanına oturdu. Riley’in eli boynunda asılı duran kolyenin kar tanesi ucuna gitti. Riley umutsuz hissettiğinde parmaklarını kar tanesini oluşturan parlak taşların üzerinde gezdirirdi. Sonra kar tanelerinin yeryüzüne düştüğü zamanları düşlerdi. Riley elbette karın yağdığını görmemiş, hiç kardan adam yapmamış, hiç kartopu oynamamıştı. Riley doğduğunda iklim krizi çoktan önüne geçilemez bir hal almıştı. Dünyanın bir kısmı çölleşmişken bir kısmı da sular altında kalmıştı. Riley, annesinden dinlediği anılara kendini yerleştirir, karın yağışını izlediğini düşlerdi. 
    Riley’in annesi bir çevrebilimciydi. Küresel ısınma ve iklim krizi ile ilgili çalışmalar yapıyordu. 2020’de tüm dünyayı ilgilendiren sonuçlar elde etmişti. Edindiği bilgileri yetkililere rapor etmiş, gerekli önlemleri almak için çabalamıştı.Riley’in annesi  Margaret 2020 yılında yaptığı  ve yetkililere sunduğu çalışmanın raporunda şunlar yazıyordu: 
    “30 yıl sonra Küresel ısınmanın yol açtığı iklim krizinin 200 milyon insanın göç etmek zorunda kalıp iklim mültecileri olarak sınırların ve otoritelerin arasında kalacak. 
    Aynı zamanda buzulların erimesi ve deniz seviyesinin yükselmesi Bangladeş, Haiti, Maldivler, Marshall Adaları, Kribati, Tuvalı gibi ada ve yarımada özelliği taşıyan ülkeleri sular altında kalacak  
    İklim krizinin  kaçınılmaz sonuçlarından olan kuraklık ve çölleşme Fas, Tunus, Libya gibi ülkeleri yaşanmaz hale getirecek 
     Kuraklaşma ve çölleşmeyle birlikte verimli tarım arazileri azalıp yok olacak.  
    Temiz su kaynakları azalacak. 
    Tüm dünya açlık ve susuzluk ile mücadele edecek.” 
    Margaret raporunu sunduktan sonra “İklim değişikliği herkesi etkiliyor ama hepimizi eşit derecede etkilemiyor”* cevabını almıştı. Aldığı cevap karşısında vücudunda biriken tüm öfkesine hakim olarak “İklim mültecileri nereye yerleşecek? Yerleştikleri yerde ne kadar süre kalacaklar ? İklim mültecilerinin yerleştikleri yerlerdeki insanlara ve toplumsal yaşama nasıl etki edecek? İklim mültecileri yerleştikleri bölgelerde hangi haklara sahip olacak? İklim mültecilerinin güvenlikleri nasıl sağlanacak?” diye sormuştu. Bu sefer bir cevap beklemeden “Bu küresel bir sorun. Önlemini almamız lazım. Bir planımız olmalı. Her şeyden önce hem tüm dünya için küresel ısınmayı yavaşlatacak önlemler almalıyız. İklim mültecilerinin statüsünü ve güvenliğini sağlamalıyız.” diye eklemişti. Üyelerden biri gülerek bizim zamanımızın sorunu değil demişti. Margaret içinden söylenerek hızlı adımlarla toplantı odasından çıkmıştı.  

    Margaret hastalığının son anlarında anlattığı anısıydı Riley’in hatırladığı. Bir süre sonra annesi Riley’in elini tutup ondan özür dilemişti daha iyi bir dünyada yaşamasını sağlayamadığı için. Riley annesinin elini avuçlarının içine alıp huzurlu olması gerektiğini elinden gelenleri yaptığını söylemişti. Annesi Riley’e gülümsemiş ve gözlerini açmamak üzere kapatmıştı. Riley’in elinde şimdi sıkı sıkı tuttuğu kar tanesi kolyesi kalmıştı. 

    “Haydi. Yeteri kadar dinlendik. Burada daha fazla kalmak istemiyorum” dedi ayağa kalkıp elini Riley’e uzatan Marco. Riley tebessümle Marco’ya baktı. Kolyeyi tişörtünün yakasından içeriye sarkıttı. Marco’nun uzanan elini tutup ayağa kalktı. Marco’nun elini bırakmadı. İkili birbirlerinin yüzünde aradıkları onaylamayı bulduklarında birlikte Yeni Dünya İstasyonu’na doğru koştular. 

    *2007 yılından 2017 yılana kadar Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri olan Ban Ki-Moon'a ait sözler.

    Görsel Kaynak: I

    Yararlanılan Kaynaklar:


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.