Advertisement Tracker

Dengesiz Olmaya Ne Dersin?

Dengesiz Olmaya Ne Dersin?
  • 16
    0
    2
    0
  • İnsan tek damla kan ve binbir endişedir. Sadi Şirazi'nin çok sevdiğim bir sözüdür. İnsana manevi ve biyolojik açıdan korku temelli baktığımızda ortak bir paydaya varabiliyoruz. İlk olarak biyolojik kısmı ele almak maneviyatı algılamak bakımından daha mantıklı olacaktır. İnsan beyni yüzyıllarca henüz tam olarak tanımlanayamayan bir organ. Hatta bir bilim insanının bir teşbihi aklıma düşüyor. İnsan beyni hakkında şu anki bildiklerimizi, insan beynini bir okyanusa ve bu okyanusun suyunun ancak bileklerimizi ıslatmasına benzetiyor. Biz de sadece bildiğimiz kadarıyla yorumlamaya çalışıyoruz zaten.
    İnsan beyninde henüz embriyonik dönemde beynin medial temporal lobu gelişmeye başlar. Bu medial temporal lobun derinliklerinde korku, stres, endişe merkezi olan amigdala yapısı bulunur. İnsan doğduğunda ağlar çünkü oluşmaya başladığı aşamadan itibaren amniyonda yaşadı. İlk defa nefes aldı, ilk defa farklı bir hava soludu, belli belirsiz suretler gördü. Sizce de biyolojik olarak ilk bu lobun gelişiyor olması garip değil mi. Yeni bir iş, yeni bir okul, yeni bir partner, yeni bir şehir ve yeni olan her şey sizde de bu amigdalayı uyarmıyor mu. En basitinden yeni alınan bir telefon bile bizde her an düşme potansiyeliyle amigdalayı uyarmaya yetiyor. Aslında öyle şahane bir oluşum ki bizi çoğu tehlikeden saniyeler içinde kurtarabiliyor.( Sanırım sevgi hariç)
    Ama sevgi için aynı şeyler söz konusu değil gibi gözüküyor fizyolojik olarak( yani henüz sevginin korku gibi bir ezeliyeti yok biyolojik bakımdan). Sevgi zamanla oluşan ve korkuyu yatıştırmak için gelişen bi duygu durumu. Korku ve sevgi aslında çok oksimoron iki duygu. Sevgi bağ ve güven ile gelişir. Bu yüzdendir kertenkele timsah değil kedi köpek sahipleniriz. Çünkü insan gibi onların da bağ kurabilme ve sevebilme yetenekleri vardır. Fazla bağlandığımızda da o denli korkmamızın nedeni bu belki de, denge halini koruyabilmek.
    Korku aslında bilmeme halidir. İnsan bildiği şeyden korkmaz. Ama sevgi bilerek veya bilmeyerek ortaya çıkan bir duygu gibi gözükmüyor. Yüzlerce yıldır anlam arama çabasında olan insanoğlu henüz sevginin tanımını yapabilmiş bile değil. Gerçi tanım denilen şey bilimde olur. Peki herkesin bu denli ayrı düşmesinin sebepleri nelerdir? Ernst Freidrich Schumacher dünyada iki çeşit problem olduğunu söyler. Biri yakınsayan problemler diğeri ıraksayan. Yakınsayan problemler ortak bir paydada buluşma amacı güder. Iraksayanda ise iş ezbere zanna kültüre felsefeye geldiğinden insanlar tartıştıkça ayrışırlar. Sevgi ıraksayan kısma giriyor bu durumda, korku ise biyolojik bi etmen olarak yakınsayan. Korkuya karşı oluşturulan bu sevgi duygusu insan için umut kapısı bir bakıma.
    Ama günümüz zihinleri bu durumu zorlaştırmadan, ötekileştirmeden başka bir şey bilmiyorlar. Bir çiçeği büyüten sevgi insanı değiştiremez mi diyor Küçük Prens.  Bugün değiştiremez maalesef. Sevgi hak edilmesi ve istenilmesi gereken bir duygu artık. Çar çur edilecek kadar değersiz ve artık değersiz insanlarda harcanacak kadar uzun ömürlü değil gibi gözüktüğünü söylesek yanılmış olmayız.
    En son ne zaman birine sevgi sözcükleri kullandınız? Sadece sevgili babında algıladıysanız bu soruyu lütfen yazıya devam etmeyin siz de en az diğerleri kadar sevgiyi tek bir yerde arama gafletine düşmüşsünüz. Herhangi bir arkadaşınıza, annenize, kedinize, doğaya vs vs.. Örnekler çoğaltılabilir. Neden bir insanla konuşmamız hoşumuza giderken bunu ona hissettirmekten çekiniyoruz. Seninle konuşmak bana iyi geliyor, seninleyken mutlu oluyorum, ruhundan bir parça da bana ikram ettiğin için çok şanslıyım gibi gibi.. Başka kalıplar üretiyor olabilir miyiz bu durumlara? Birinin bize sahiden iyi geldiğini anladığımız anda içimizdeki sevgiyi korkuyla dengeliyoruz belki de. O olmasa da olurdu ki abartmayayım diyor olabiliriz. Bağlanmak bizde tehlike sinyalleri yakıyor sanırım. Sevdiğimiz için mi korkuyoruz, korktuğumuz için mi seviyoruz şimdi? Hepimiz bu kadar sevgisizlikten yakınırken yeteri kadar sevgiyi yüreğimizde taşıyor muyuz tartışmak gerek.
    Anlamıyorum herkes sevgi konusunda alışverişe çıkmış gibi davranıyor. Al gülüm ver gülüm. Yelpaze o kadar geniş ki, o kadar çok seçenek var ki (hepsi birbirinin klonu olan.) Bu yüzden midir bilinmez yeni bir insanla tanışmak bile meşakkatli ve sıkıcı geliyor artık. (Amigdalayı yormuyoruz boş yere.) Komple bir vazgeçişin ortasında terkedilmiş gibiyiz. Ama vazgeçmek için önce sahip olmak gerekmez mi? Yoksa bu çağ mı insanı henüz benimseyemeden vazgeçme çukurlarına iten? 

    Yorumlar (2)
    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.