Sagopa Kajmer Edebiyatı ve Felsefesi - Analiz

Sagopa Kajmer Edebiyatı ve Felsefesi - Analiz
  • 2
    0
    0
    0
  •   Bugünkü yazım Sagopa Kajmerle ilgili olacak. Onun seçtiğim bir şarkısının derinine inmeye çalışacağız. Bu konuyu seçmemin sebebi onun edebiyat ve felsefesiyle diğerlerinden ayrılması. Onu anlamak kolay değil, derine inip derin düşünmek gerekiyor yazdığı çoğu söz için. Fakat bu bile yetmiyor bazen. Emre Yücelene konuk olduğu bir programda şöyle diyor: "Beni asla anlayamayacaklar!" Bazı şarkılarından örnek vermek gerekirse: "Uyuklarken beni yakalayamazsın, kulaklarını dört aç yoksa anlayamazsın! (Susmak İçin Yok Bahanem)". Öyle ki, yıllardır dinlediğim, 2003 yılında yaptığı bir şarkısında bile yeni bir ayrıntı keşfedip 'aaa bu cümledeki anlamı yıllardır nasıl farketmemişim!' dediğim çok oldu. Bir çok şarkısı bu derinliği içinde barındırıyor. Öte yandan öyle karamsar, buhranlı bir hava var ki çoğu şarkısında, bütün hayattan bıkmış gibi. Bunu bazı sözlerinde şu şekilde dile getirmiş: "Sagopa, rapte iç karartan ilk buluş. (Anektod)".  Kullandığı bir skit: "-Pek çok güzel şey de oluyordu, ama o bunları hiç kullanmıyor. Çünkü ona göre güneş parlamıyor ve çiçekler açmıyor. Bu doğru mu? -Biliyorsun ben karamsar bir adamım, benim bakış açım bu. Karanlık ve kötü. (Pavlovun Köpeği)". Ve şarkı sonuna ağlama payı bırakmayı da ihmal etmiyor...

      Benim için yeri çok farklıdır, hiçbir zaman eskimez, dinleyeni düşünmeye sevk eder. Bu yüzden yıllardır keyifle dinlerim. Edebiyatı ve felsefeyi satırlarına ilmek gibi işlerken, diğerlerinin aksine kapalı bir anlatımı tercih eder. Yani cümlelerini o an nereye yormak isterseniz oraya gider. Bu yüzden herkes kendi benliğine, hayatına, derdine, düşüncesine yorabilir, kendine pay biçenilir. Tabi bu kapalı anlatım ve karamsarlık herkese hitap etmez. Son yıllarda bu tarzı biraz değişse de, diğerleriyle kıyaslandığında bu durum geçerliliğini koruyor.

      İncelemek ve yorumlamak için bugün 'Analiz' şarkısını seçtim. Şarkı 2003'te yazılmış ve 2004'te piyasaya sürülen 'Bir Pesimistin Gözyaşları' albümünde bulunuyor. Bu albümdeki birçok şarkı da derin bir içeriğe sahip. Birçok kişinin ortak görüşü bu albümün bir baş yapıt olduğu.

      Çok uzatmadan geçelim şarkı sözlerini tek tek incelemeye..

    "Kralın elleri nasır ve yelleri soğuk günün"

    Bu cümleyle o kadar derin bir giriş yapıyor ki Yunus, gerçekten üzerine kafa yormak gerekiyor. Kral, bir ülkenin yada bir coğrafyanın en büyüğü ve lideridir, herkes ve herşey onun emrinde ve hizmetindedir. Fakat kralın bile elleri nasır tutmuşsa, kim bilir toplum ne haldedir Yunus'un gözünde... Soğuk yellerden bahsediyor bugünü anlatırken. Aslında dünyamızda veya onun dünyasında kasvet ve yolunda gitmeyen şeyler var.

    "Ve belleri kırık dünün"

    Bugünün kasvetine değindikten sonra aslında dün ve dünlerin de bugünden pek farkı olmadığını anlatıyor. Kısacası; böyleydi, böyle devam ediyor..

    "Ve gözleri donuk çocuk"

    Bir çocuk girdi satırlara. Bu çocuk kendisi mi, her hangi birisi mi, yoksa insanlığın ta kendisi mi? Her kimi temsil ediyorsa, o çocuğun duyguları yok olmuş gibi. Kalbinin, içinin donukluğu gözlerinden bile okunur hale gelmiş.

    "Ve selleri yıkar evim duvarların. Buruk içim"

    Devrik ve derin bir cümle daha. 'Evim' diye hitap ettiğini görüyoruz bu satırda. 'Evim, senin duvarların selleri yıkabilir, hatta yıkar da'. Sellerin yıkıcı etkisini evine yüklemiş. Seller şiddetlenip önüne kattıklarıyla herşeyi yıkabilir, evleri de... Fakat onun evinin karşısında seller bile yıkılır. Çarpışmaya, şiddete, kırılmaya o kadar alışmış ki; artık hiçbir şey onu yıkamaz hale gelmiş. Fakat bu güçlülüğe rağmen hala 'buruk içi'...

    "Ve pilleri bitik kalplerin yönleri kayıp. Ara!"

    Toplum, duygusuz insan ilişkileriyle dolup taşmış. Kalpler pili bitmişçesine işlevini yitirmiş. Herkes yönünü şaşırmış, kaybolmuş sanki. Gerçekten de öyle değil mi... Ama diyor ki; vazgeçme, ümidini yitirme. Elbette hala umut var, bulabilirsin, 'ara'...

    "Yıllatılmış senelerin nöbetçileri değil miyiz?"

    Yıllatılmış seneler... Öyle hoşuma gidiyor ki bu tamlamadaki anlatım; senelerin, yılların eskimesini anlatıyor, zaman geçtikçe yıllar daha da çok eskiyor. Ve bizler, her birimiz bu yaşadığımız yılların nöbetçileriyiz. Nöbetimiz doğduğumuzda başlıyor, son nefesimizde bitiyor. Ve bizler gibi sayısız nöbetçi geldi geçti bu dünyadan. Yıllatılmış seneler ve yılların nöbetçisi bizler...

    "Gardiyan da bendim, hakimin de kendisi. Ve hapse teslim edilen huzurun gırtlağını ben kestim. Katil oldum şirretinden, müebbetim hürriyete..."

    Şarkıdaki belki de en sevdiğim kısım olabilir, söyleyiş tarzı ve burda yaptığı geçiş anlamında. Dinlerseniz anlayabilirsiniz. Hiçbir zaman huzurlu olamıyor yada kendi hataları buna izin vermiyor. Huzuru bir sanığa, kendisini hakime benzetiyor. Ve huzuru kendi kararıyla hapsettiğini, bu huzursuzluğun sonucunda hapsettiği huzurun artık öldüğünü, hatta onu kendi elleriyle öldürdüğünü söylüyor, hem de gırtlağını keserek. Ve şimdi katil oldu. Fakat bunun sebebi huzurun şirreti, onunla geçimsiz oluşu. Artık huzursuz olsa da huzuru aramıyor. Daha kaygısız ve özgür hissediyor. Fakat kısıtlı bir özgürlük. Yani özgür ama müebbet yemiş gibi bir his içinde. 'Müebbet olmuş hürriyete'. Karmakarışık... Edebiyatı yine kusursuz işlemiş dizelerine.

    "Bu kül tablası kaçıncı kez yattı sigara altına?
    Söyle, her nefeste kaç adım yanaştım tahtıma?"

    Bütün bu anlattıkları ona ne kadar ağır geldiyse ki, kendisini sigaraya vurmuş, tek kültablasında sayıyız izmaritin dumanı son kez tütmüş. Tahtına ulaşmasına kaç nefes sigara kaldığını sorguluyor. Tahttan kasıt ne olabilir? Benim aklıma tabut yada mezar taşı geliyor. Sayısız sigara paketi başka nereye götürebilir ki insanı... Bunu da kendince taht olarak tasfir etmesi, ölümden medet umar halde olduğunu anlatıyor olabilir. Ve o tahta ne kadar mesafede olduğunu, ne kadar yaklaştığını merak ediyor...

    "Neferin nefesi manevi. Ve her maneviyatta cesareti sakladın ve cebine tıktın"

    Nefer asker demek, er demek. Burda hangi neferden bahsediyor, yada nefer kelimesini neye yakıştırıyor? Bundan sonraki dizeleri düşündüğümüzde, bence; anlayışsız, yargılayıcı ve hastalıklı toplumun içinde, onlara benzemeden yaşayan kişiden bahsediyor olabilir. O kişinin nefesi diğerlerinin yanında manevidir. Ve o topluluğun içinde aldığı her nefes cesarettir. Yani her nefesi manevi, her maneviyatı cesaret... Ve yaşıyorsa, hala nefes alıyorsa, o cesaret hep vardır, içinde saklıdır...

    "Bıkıktın, halden anlamazlar ordusuyla aynı yere tıkıktın, ah"

    O bahsettiği kişinin, yani o neferin bıkkın, bezgin olduğunu dile getirmiş. Bunun sebebi ise o hastalıklı, anlayışsız toplum. Bu toplumu 'halden anlamazlar ordusu' diye adlandırması da, nefer kelimesini neden kullandığını gösteriyor aslında. O orduya karşı o asker, o nefer. İşte o nefer, o orduyla aynı yere tıkkın ve bıkkın...

    "Sancılarına karşı sen yıkıktın. Hep bakıktın akibetine dürbünle. Sürgüne kakıktın"

    Sancılara, dertlere karşı koyamayıp, onlarla baş edemeden yıkılan bir insan... Ve akıbetini, sonunun nereye varacağını önceden görmüş, hatta adete 'dürbünle' ona izletilmiş, gözüne sokulmuş. Çünkü bu duruma sürgün edilmişçesine yaşamış, kakılmış. Böyle kararmış bir hayatın sonu, akıbeti zaten ne olabilir ki...

    "Analiz her bedende ayrı ruhtu, sen kayıptın"

    Bu dizede şarkısının ismini kullanmış Sago. 'Analiz' her bedende ayrı ruh... Herkes ruhen ve kalben birbirinden farklıdır, farklı hayatlar yaşamıştır. Bu şarkı da herkes için farklı olacaktır, herkes bu şarkının ruhunu farklı yaşayacaktır. Ama sen neredeydin, kayıptın bu zamana kadar...

    "Evvelindir mahremin. Ve örtü örttüm üstüne"

    Mahremi, herkesin önceliğidir. Yada mahremin evvelindir, yani geçmişin senin mahremindir. Bu iki anlam çıkabilir bu cümleden. Bence anlatmak istediği ikincisi. Yani geçmişimizin bizim mahremimiz olduğu. Yaşadıklarımızı bizden başka kimse bilemez. Fakat Sagopa biliyor gibi. Biliyorum ama korkma gizli kalacak, üzerine örtü örttüm der gibi. Yaşadıklarımızı bizlere dizelerinde anlatıyor, ama üzeri örtülü, üzeri kapalı. 

    "Ve Tanrı, sanrı çekti gözüne, bir kalemde gelecek ekti. Körpe kalbim zorba düştü"

    Sanrı; gerçekte var olmayanı görmek veya olmayan birşeyin olduğunu düşünmek. Sago, Tanrının yanılgıya düşmemize izin verdiğini söylüyor. Yaradılışta herşey zıttıyla var olmuştur. Güzel-çirkin, iyi-kötü, siyah-beyaz, gece-gündüz gibi... Elbette doğruluk varsa yanılgı da olacaktır ve Tanrı bize bunu gösterecektir. Tanrının sınırsız kudrette olduğunu varsayarsak, tek kalemde geleceğimizi, kaderimizi yazması abes olmaz. Fakat Sago bu yanılgılı hayatın içinde, olgunlaşmadan önce zor zamanlar geçirdiğini, kalbinin yanılgılara yenik düştüğünü söylüyor. 'Körpe kalbi zorba düştü...'

    "1)Torba doldu bin yalanla. Kin üşüştü din bozuldu. 2)Hin doluydu tin hududu. 3)Bin bıçakla harp yaşandı. 4)Sin gömüldü in içine. 5)Yaramı tuzla sıvadı her melek ve bin çile. Gözümün içine iğneler batırdı bu felek. 6)Analiz ettim her günahta bir kelek"

    Bu kısmı bölerek yazmak istemedim, çünkü bence bu kısım edebiyatın, mananın zirve yaptığı yer. Fakat bu şekilde derine inip açıklamak zor olacak bu yüzden numaralandırarak açıklamayı deneyeceğim. Burda da toplumla ilgili karamsar bir hava içerisinde. 1)Torbalar, ağızlar yalanla dolmuş, heryerde kin var, bu yüzden din de bozulmuş. 2)'Tin' ruh demekmiş; hinlik, kurnazlık ruhlara kadar işlemiş. 3)Bütün bunlar hem içsel, bireysel; hem de tomlumsal savaşlara neden olmuş, harp yaşanmış. 4)'Sin' mezar demekmiş; o kadar kararmış ki ruhlar, mezarlar inlere gömülmüş. 5)Melekler bile yarasına tuz basmış, adeta yarası tuza bulanmış, çektiği çilelerin sayısını sayamaz olmuş. Bu felek, bu dünya ona o kadar çektirmiş ki, gerçek güzelliği göremeyecek kadar kör olmuş. 6)Ve 'Analiz' etmiş, işlenen her günah aslında olgunluğa ulaşamamanın sonucuymuş. Yani her günahta bir kelek...

    "Not aldım, not edildi
    Özrü diledim, reddedildi
    Yaşadım, yanıldım, resmedildi
    Günahın payını buldum"

    Analizlerini, gördüklerini beynine yada saylara not ettiğini, fakat kendisinin de bir yerlerde not edildiğini söylüyor. Hatalarından dolayı özür dilese de reddediliyor. Yaşarken uğradığı yanılgılar sürekli kaydediliyor, bir yerlerde resmediliyor. Bütün bunları düşünüp analiz ettiğinde ise, bunlarda günahın payı olduğunu, günahlarından dolayı bunları yaşadığını anlatıyor.

    Buraya kadar ki kısım şarkının ilk kısmıydı. Burdan sonra nakarata giriyor fakat nakaratı sona bırakmak istiyorum. Geçelim ikinci kısma...

    "Anlamaktı zor olan, ki kolaya kaçmak alınmaktı her şeye"

    Zor olan gerçekten anlayabilmek, yada anlaşılabilmek. Kolay olansa alıngan olmak, töleransı unutup kolaya kaçmak. Anlayışlı kimselere özlem duyuyor aslında.

    "Ben aslı buldum. Yaslı kalbin paslı, kör durumda. İlacı oldum"

    Ben gerçeği budum, neyin ne olduğunu şimdi gördüm, anladım diyor. Senin kalbin kullanmadığından ötürü pas tutmuş, kör olmuş, çevresini göremiyor. Halbuki ilacı bendim, ben iyileştirdim diyor.

    "Hep kiracı kaldım, verilen her değerde hancı durdum
    Yıkılan her güvende yolcu düştüm, üşüdüm yalnızlarda"

    O kalpte hep kiracı oldum, asla gerçek sahibi olamadım. Verdiğim her değerin arkasında kapı gibi durdum. Fakat ne kadar değer versem de, güvenim kırıldı birçok kez. Vardığım yer eninde sonunda yalnızlıktı, yalnızlık ise soğuktu. Ve ben hep üşüdüm... Bize kendi dünyasını da, yaşadıklarını da açmaya başladı Sago. Tabi karanlık bir anlatımla...

    "Yıldızımla karaya düştüm, sancı buldum.
    Yankılandı bin acımda her sesim ve analiz ettim"

    Aslında yıldız kadar parlak bir şeyler var içinde onu değerli kılan. Fakat hiç değeri bilinmemiş, dışlanmış. O içindeki yıldızı kaymış, yer yüzüne saplanmış. Hep yerde bulmuş kendini ve her düşüşünde canı yanmış, düştüğü yerde sancıdan başka bir şey bulamamış. Sayısız acı sığdırmış ömrüne, ki ne kadar seslense de, anlatmaya çalışsa da sesi hep o acılarda yankılanmış, sesini acısından başka duyan olmamış. Kalemi; yalnızlığı, karamsarlığı ve edebiyatı bu şekilde işlemiş dizelere. Ve yine analize koyulmuş, yaşadığı bunca şeyi analiz etmiş...

    "Kimsesizdi ruhum, ki kimselerdi kimsesizler. Hilesizdi tüm görüntüler.
    Ve her seferde gerçeğin bir payını buldum"

    Yine yalnızlığının ne boyutta olduğunu anlatmaya devam etmiş, bir anlayan çıkar diye bu kadar üzerinde durmuş belki de... Öyle ki, fiziksel ve duygusal yalnızlıktan da öte, ruhunun bile kimsesiz olduğunu bizlere anlatmaya çalışmış. Fakat bu konuda tek olduğunu düşünmüyor, kendi gibi başkaları da var kimsesiz, fakat onların kim olduğu hakkında fikri yok. Sago için onlar da tanımadığı, bilmediği kimsesiz kimseler. Bütün bu olgular, yaşananlar saf gerçek. Görünen bu karanlık görüntü gerçek görüntü, hile yada yanılgı yok.

    "Yorgun oldum, sorgum bitti.
    Durdum baktım, yağma etti Tanrı tüm ganimetleri"

    Artık yorgun düşmüş düşünmekten ve herşeyi analiz etmekten. Herşeyi o kadar sorgulamış ki, düşünmeyi bırakmış. Sorgusunun bittiğini dile getirmiş dizesinde. Durup duraklayıp bakmış kendince vardığı sonuca. Sanki bir savaş yaşanıyor toplumda sessizce. Şarkının ilk kısmında da 'bin bıçakla harp yaşandı' demişti. 'Ganimet' savaşta düşmandan ele geçirilen mal demek, Tanrının ganimetleri yağmaladığını söylemiş. Acaba burda anlatmak istediği, Tanrının savaşı sevmeyip savaşa karşı çıkması mı? Anlayışsız, hoş görüsüz, barışı ve huzuru sürekli bozan insanlığın bu karamsar durumunu savaş olarak düşünüp, sonucunda karlı çıkanların da ganimet elde ettiği mi düşünülmüş? Ve tanrı da savaşı sevmediğinden ganimetleri yağmalamış. Anlatılmak istenen bu mudur bilmiyorum ama, benim çıkardığım tam da bu...

    "Riya rüyalar anlatıldı, gereği yoktu.
    Martavalla avunan oldu insanoğlu, çukura gömdü. Arzularını tüm günahlarıyla onure etti, yalnızlar da garibe düştü."

    'Riya' kelimesi İslamda bir terim, anlamı ise iki yüzlülük, dindar gibi davranıp insanları aldatmak. Yani sahtelik ve sahtekarlık diyebiliriz. Sago burda, uydurmaca sahte anlatımların toplumda kol gezdiğini dile getirmeye çalışmış olabilir. Anlatımında, gerçek dışılığı güçlendirmek için 'rüya' kelimesini kullanmış, 'riya'yı da 'rüya'nın sıfatı olarak kullanmış. Bu sahteliklerle insanlar aslında rüyadalar der gibi. Ama bunun hiç de gereğinin olamadığını, insanlığın rüyalara dalmadan da yaşayabileceğini söylemiş. Fakat insaoğlu işte, uydurmacaya ve martavallara inanmaya, bu şekilde yaşayıp avunmaya meyilli. Arzuları, istekleri uğruna yanlışlar yapıp günah işlerler. Ve arzularını, günahlarıyla onurlandırırlar. Böyle bir toplumdan arınıp yalnızlaşanlar ise, duygusal ve ruhsal yoksulluğa, yani garibliğe düşer. Gerçekten nasıl bir ruh haliyle yazılmış bu sözler, düşünmeden edemiyor insan bazen.

    "Ayak yürür, atar yürek
    Zaman çatar, gömer kürek
    Ve her bilek düşer yere
    Okka yüzlüm yara bere"

    Kalp atmaya devam ettikçe, ayaklar bu yolda yürümeye devam eder. Ama bir zaman gelip çattığında bu durum da sona erer, o yürüyen bedenin üzerine küreklerle toprak atılır. Herkes, her kim olursa olsun zamanı geldiğinde o toprağa karışır. Öyle bir hayat ki, toprağa girerken bile o hayattan kalan yaralar geçmemiştir. Ve Sago der: 'Her bilek düşer yere, okka yüzlüm yara bere...'

    "Korku bir tüfek, ufak tefek
    Felekse avcı, gözü pek
    Analiz ettim sen tek, hep yek"

    Korkular, bir silah gibi ne zaman patlayacağı belli olmayan. Ama ufak tefek, çok da zararı yok aslında. Asıl avcı bu dünya, bu alem, bu var oluş. Feleğin gözü pek ve kararlı, ondan kaçış zor.. Ve yine analiz; teksin, yalnızsın, hep de öyle olacaksın...

    Ve artık nakarat...

    "Analiz ettim kimler arkasında kinler
    Ve inlerin karanlığında güneşi kim bekler"

    Sagopa şarkı boyunca bize analiz ettiğini söyledi. O kadar çok düşünüyor ki hayatın her ayrıntısını, gerçek hayatındaki konuşmalarından, tavrından bile bu durumu anlamak mümkün. Kimler kin ile besleniyor ve kimler arkasında kini saklıyor? Bunun cevabını arıyor bu kez. Fakat güneşi bekleyenler de, umut dolu bir dünya isteyenler de var. Fakat şu an karanlıktalar, dünya ininde o umut ışığını beklemekteler. 

    "Ve geride kalan o dünler kime gülümser, kime iyimser, kime kötümser?
    Yarının bugünden çıkarı ne?"

    Sayısız günler ve sayısız zaman geçti dünya var olduğundan beri. Bu tüm o geçen günler, o geçmiş zaman kimin için iyiydi, kime kötüydü? Peki ya şimdi yaşanan, içinde bulunduğumuz zaman? Bugünden yarına ne kalacak? Yarının, bugün yaşadıklarımızdan çıkarı ne olacak? Sago; geçmişi, bugünü ve geleceği sorgular durumda nakarata girişinde.

    "Analiz ettim, her duada gerçeğin bir payını buldum"

    Şarkı boyunca olduğu gibi yine analiz, bu kez konusu dua. Tanrıdan istenen her istekte, ona edilen her duada gerçeğin payı var. İnsanlar yaşamlarındaki gerçekliklerden, ciddi yaşanmışlıklardan dolayı tanrıya sığınırlar. Ve tanrıyla insanın arasındaki muhabbet her zaman saf gerçektir.

    "Kudretinde puslu kişilik ayıpları
    Ve düşene tekme atan o insan kayıpları"

    Bazısı güçlüdür, kudretlidir. Onlardan bazıları da o kudreti diğerlerini ezerek, yada sömürerek kazanmıştır. Günümüzde de şahit olmuyor muyuz... İşte Sago, o insanların kişiliğinden 'puslu kişilik' diye bahsetmiş. 'Puslu kişilik ayıbı', yani o puslanmış, paslanmış kişiliklerin insanlığa karşı ayıpları. Aslında o gücü, o kudreti bu bahsedilen kişikil yapısı oluşturur. Sahip olunan o kudrette, 'puslu kişilik ayıpları' saklıdır, o güç bundan beslenir. O 'insan kayıpları', yani insanlığını kaybedenler, düşenleri bırakın kaldırmayı, bir de kendileri basar onlara tekmeyi.

    "Çıkara dayalı, pahalı zamanın harcanışı
    Bugünün yarından çıkarı ne?"

    Zaman pahalı, kıymetli. Ve çoğu zaman çıkara dayalı. Nakarata girişinde bundan bahsetmişti Sago. Ve 'zaman', her geçen saniye harcanan, israf edilen, geri gelmeyen. Bundan önce, yarının bugünden çıkarının ne olduğunu sorgulamıştı nakaratında. Şimdi ise tam tersi, peki 'bugünün yarından çıkarı ne?' Yarının, bugünden neleri alacağı; bugünün, yarından yani gelecekten beklentisi... Kısacası, zaman kavramı bile çıkara dayalı...

      Ve şarkı burda biter. Bu şarkıda kendi ruh halinden, kendi dünyasından başlayıp bütün hayata ve dünyaya dair konulara değindi. Fakat oldukça kapalı bir anlatım ve pesimist bir tavırla. Kendimce bütün cümleleri açıklamaya çalıştım. Sagopayı ilk kez dinleyecek olan pek anlamayacaktır, hatta sevmeyip yarıda kapatacaktır dinlerken. Bende de öyle olmuştu. Fakat Sagopanın farkı, sonradan içine işlemesi ve zamanla bağımlılık yapması. İnsanın beynine yavaş yavaş işlemesi. Zaten bu denli sözler tek duyuşta asla anlaşılamaz. Bu yüzden klasikleşmiş ve yıllarca eskimemiş sayısız şarkısı, onlarca albümü var. 

      Son olarak söylemek istediğim; edebiyatı ve manayı seven, düşünmeyi seven, müzikte bile bunu arayanlar varsa Sagopa Kajmer'i dinlesinler. Kendilerini büyük bir derya deniz bekliyor. :)


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.