Cezası On İki Sent:
İnsanın canının istediği gibi giyinmesine karışılmamalı elbette. Kim nasıl isterse öyle giyinir, el ne karışır? Gel dikiz ki bu giyinme ve sakal ve sarık, bir üniformaya, dini görüşün bir ideoloji sanılması salaklığına dönüştüğünde tehlikeli bir boyut arz ediyor. Ortada bir yobaz ordusu yar. Avcılık ruhları da şiddetle gelişmiş, hiç ava gitmemekle birlikte, hepsinin pompalı av tüfeği var. Bir gün hep birlikte ava çıkacaklar. Biz de av olarak, salak salak dolaşıyoruz ortalıkta.
Okul Olmasa
Liberal
Besim Tibuk çok şeker adam. “Versene bir sigara, hiç sigara taşımam!” dedi bana. Öyle tanıştık. Sigaraya hayatı boyunca hiç para vermeyerek zengin olduğunu gevrek kahkahalarla anlattı. Sigaraya para veren, yani Besim Tibuk’un içtiği sigaranın da parasını ödeyen ben, hikâyenin liberal kerizi oluyorum. Birileri keriz olmadan öbürleri zengin olamıyor. Bir an düşündüm, yıllardır sigaraya verdiğim para az buz değil. Sigara yanında nelere para vermemişim ki? Kibrit örneğin… Ne kadar çok kibrit almışımdır. Ya çakmağa verdiğim para? Kim bilir kaç tane çakmak aldım yıllardır kazandığım paraları hiç harcamasaydım, Besim Tibuk kadar zengin olabilir, hobi olarak cumartesi ve pazar günleri uğraşabileceğim bir siyasal parti kurabilir, benim de suratımda bu liberal alaycı gülücük karakterimin bir parçası olarak süreklilik kazanabilirdi.
Gel dikiz ki, Besim Tibuk da hiçbir şeye para harcamayarak benim yaşadığım şövalye hayatını yaşayamamıştır. En azından insanın kendi paketinden bir sigara içmesinin hazzını bilmemektedir. “Liberal Parti, asabı bozuk olanların partisidir.” diyor Tibuk. Bundan da partinin genel başkanı olarak kendisinin asabının şiddetle bozuk olduğu anlaşılıyor. “Eğer, bir ülkede Hükümet, Deli Dumrul gibi, her dakika vergi çıkarıyor ve uyguluyorsa, ekonomik gelişme olamaz” deyişinden de asabının neye bozuk olduğu somut olarak su yüzüne çıkıyor. Tibuk vergiye gıcık. Yerden göğe kadar haklı. Bu kadar da vergi olmaz ki! “Bok gibi vergi veriyoruz!” diye yakınanların çoğu, dikkat buyurursanız, bok gibi para kazananlardır. Hiç kazanmayandan alınmıyor vergi. Zarar edene üstüne vermek gibi bir anlayışı da yok devletin. Devletin de böyle liberal tarafları var tabii… Zaten Tibuk devlete de gıcık.
Çaylar Milletten
Ağacın meyvasını tam olgunlaşmadan toplayacaksın. Elmanın tam kıpkırmızı olup ağzına layık hale gelmesini beklersen, toplamaya gittiğinde meyvaların başka birisi tarafından toplanmış olduğunu görüyorsun. Böyle bir uyanıklık kavramı yaygın ülkemizde. Ham meyvayı koparıyorlar dalından. Erken kalkan götürüyor. Niye götürüyor? Nasıl götürüyor? Kendisine hesap soran yok. Hiç bir şeyin hesabının sorulmadığı hukuksal bir cıvıklık dönemi yaşıyoruz. Kamuoyunun bakısıyla, kimilerine hesap sorulması zorunluluğu doğuyorsa da adamın yanıtı hazır: “Erken kalktım, götürdüm.” “Ha, öyle mi, evet, pardon!” deniliyor adama. Adam serbest bırakılıyor ve hemen ardından “Erken kalkıp götürme olayı soruşturma komisyonu” kuruluyor. Tanıklar, ihbarlar, dosyalar, klasörler, çay ve namaz molaları arasında kanıksanmış, sanki sittin yıldır varolan bir kuruluş gibi, gündelik yaşamımıza katılıp, varlığını sürdürüyor yeni doğan komisyon. Toplandığı günlerde gündeme geliyor. Açıklamalarda bulunuyor. Her konuda fi kir yürütür bir kuruluşa dönüşüyor. “Akan trafikte terbiyesiz el kol işaretleri yaparak zincirleme kazalara yol açanlar inceleme komisyonu”, kuruluşunun 10. yılını trafiği keserek, havai fişek atışlarıyla kutlarken, “Polisin de bir hatası var mı acabayı inceleme komisyonu” başkanı emekli olup, yerini törenle bir polis emeklisine devrediyor. “Pompalı av tüfeğiyle kendini çükünden yaralayanların merhemgiderlerinin Adalet Bakanlığı’nca karşılanmasının araştırılması komisyonu”nun ilk toplantısında kavga çıkıyor. Artık yaşamımızın umursanması gerekmez bir parçası haline dönüşen bu komisyonlar sayesinde bir sürü yeni iş alanı da açıldı. Böyle bir komisyonun çay ocağı işini kaptınız mı köşeyi döndünüz demektir. Çünkü bu ve benzeri komisyonlarda içilen çayın haddi hesabı yoktur. Çay paralarını kim ödüyor diye merak edeniniz olmuştur mutlaka. Biz, hepimiz, enayi gibi ödediğimiz vergilerle, bu komisyonları yaşatıyoruz. Vergi ödemeyenlere bir şey olmuyor. Ya herifçioğlu vınn Amerika’ya kaçıyor, orada kendine uniteds tates bir yaşam kuruyor. Ardından, biraz da gıptayla: “Vay eşşoleşşek!” deniliyor. Ya da, Amerika’ya kaçmayan vergi ödemeyen herifçioğulları için vergi affı çıkarılıyor, onlar da affediliyor. Peki muntazam vergi ödeyen salaklara niçin en azından bir madalya verilmiyor? Bu konuyu gündeme getirmeli, peşine düşmeli, iş edinmeli ve “Herkes vergi kaçırırken, salak salak ödeyenlere madalya verilmesinin incelenmesi komisyonu” kurulana kadar, elimizden geleni ardımıza koymamalıyız. Ne gelir elimizden demeyin, örneğin hepimiz, her gün öğlen tam saat 12.00’de, buzdolabımızın fişini bir dakika için çeksek, yer yerinden oynamaz mı? Oynar, ülke sarsılır, hükümet sallanır, tutuklananlar olur ve komisyonumuza kavuşuruz. Ancak, bu bir dakika süresince fişi, sok çıkar yapmayın, buzdolabınızı bozabilirsiniz.
Buraya kadar okuyan okuyucular Ferhan Şensoy hakkında kısa bilgiler edimek için okumaya devam edebilirler.
Sanatçı kelimesinin tam anlamıyla karşılığı bir insan olan Ferhan Şensoy, birçok sanat dalında olduğu gibi yazarlıkta da öne çıkan ismlerden biridir. Her ne kadar tiyatroculuğunun gölgesinde kalsa da yaratıcı benzetmeleri ve betimlemeleriyle okuyucuyu kendine çeken eserlerin sahibidir. Bu yazıda bu eserlerden birisi olan "Falınızda Rönesans Var" adlı kitabından beğendiğim bazı bölümleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ferhan Şensoy'un Tiyatro Hayatı:
Ailesinin -özellikle babasının- istememesine hatta o sırlara mimarlık okumasına rağmen tiyatroya yönelmeyi seçmiştir. Galatasaray Lisesi'nde okuduğu sıralarda da kendi çapında oyunculuklar yaptığını söylemiştir ama asıl tiyatroya başlama nedeni Haldun Taner'in kendisinde tiyatrocu olabilecek -özellikle kabare türü oyunlar- ışığı görmesidir. Ferhan Şensoy tam da Halun Taner'in söylediği gibi iyi bir oyuncu olmuş ve sayısız oyunlar yazıp oynamış, bunun üzerine adına Ortaoyuncular dediği bir topluluk kuruştur. Bu topluluğun içinde sinema ve diziseverlerin yakından tanıdığı Rasim Öztekin de vardır...
Şan Tiyatrosu Yangını:
Vodvil tarzda bir oyun olan Muzır Müzikali oyunundan dolayı Ortaoyuncular sert tepkiler almıştır. Bu oyundan dolayı gelen tehditler karşısında oynamaya devam eden Ferhan Şensoy, Şan Tiyatrosu'nun yakılmasına kadar devam eden süreçte sonuna kadar direnmiştir. Bu yangın Muzır Müikal'in 77. gösteriminde yaşanmış ve olay esnasında tiyatro bekçisinin yaşamını kaybetmesine rağmen soruşturulma açılmamıştır. Ardından Ferhan Şensoy'a dava açılmış ve 21 gün hapis cezası kararına bağlanmıştır.
Yangından sonra bir çıkış yolu arayan Şensoy, hayatının önemli dönüm noktlarından birisi olan ve oyun içerisinde o günün gazatelerini okuyup eleştirdiği bir bölüm de içeren "Ferhangi Şeyler" adında bir oyun yazıp oynamıştır.
Ortaoyuncular Kavuğu:
Kel Hasan Efendi'den günümüze dek gelen Ortaoyuncular Kavuğu'nu Münir Özkul'dan devralmış ve Rasim Öztekin'e devretmiştir söz konusu kavuğun şu anki taşıyıcısı Şevket Çoruh'tur.
Yorum Bırakın