Her şeye sahip olmak ya da her şeye sahip gibi görünmek mutlu olmaya yeter mi? Başkalarında görüp onlar adına çok şanslı olduklarına karar verdiğimiz hayatlar için, kimbilir kaç kere kendi yaşamımıza haksızlık etmişizdir? Üstelik onların hayatlarının derinliklerini bilmiyoruz bile; onlar sadece her şeye sahip 'gibi' görünenler. Güzellik, para, kariyer, arkadaşlıklar, iyi bir aile... Her şey uzaktan bakılınca tastamam. Ama olay bu değil. Hayatı yaşanabilir kılan ya da hayatın tek bir dakikasını bile katlanılmaz hale getiren tek şey, o yaşamda nasıl hissettiğimiz veya hissedebiliyor olup olmadığımız.
Veronika hissedemiyordu; yaşamaya devam etmesi için gerekli olan şeylerin varlığı yoktu onun için. Görünüşte her şeye sahipti. İnsanların, sahip olmadığı için isyan ettiği çoğu şeye sahipti hem de. Ama Veronika için bunlar bir şey ifade etmiyordu. Sıradan insanların kalıplarına uymakta zorlanan Veronika, içindeki 'deli' ile bu hayatta daha fazla durmak istemiyordu. Veronika mutlu değildi, bu hayatı sevmiyordu. Kendisini de sevmiyordu. Hayatta her şeye sahip olmanın getirdiği sonuçsuzluk, sonu gelmez bir anlamsızlığa işaret ediyordu onun yaşamında. Her gün aynıydı. Varlığının bir anlamı yoktu kendisi için. İnsanların kendisinden beklediklerini yerine getirememe korkusu kendinden gitgide nefret etmesine sebep olmuştu Veronika'nın.
Sonunda nefret ettiği birini öldürmeye çalıştı. İçinde başka, sevebileceği Veronika'lar olduğunu bilmeden. Kararına sadık kaldı; başucu sehpasında duran hapları yuttu.
Bir daha uyanacağına ihtimal vermeden yapmıştı bunu. Gözlerini akıl hastanesinde açıp karşılaşacağının 'ölümü beklemek' olduğunu bilse, muhtemelen yapmazdı da. Tüm hayatını herhangi bir şeyi beklemekle geçiren Veronika'nın, çok yakında yüzleşeceği ölümünü beklemesi son derece katlanılmazdı. İçinden çıkamadığı beklemelerden, sabırsızlıklardan, monotonluktan, kendi dünyasından, sonu gelmeyen düşüncelerinden kurtulmak için verdiği bu kararın sonunda bu da neyin nesiydi? "Böyle bir şey ancak benim başıma gelebilir," diye düşündü, her zaman yaptığı gibi kendini ötekileştirerek.
Akıl hastanesinde ölümü için gün sayan Veronika, ölümünü hızlandırmanın bir yolunu bulamayınca, istemeden o kısacık kalan yaşamından zevk almaya başladı. Çünkü Veronika, kaybedecek, düşünecek bir şeyin kalmamasındaki o huzuru keşfetmişti. Farkında olmadan bu dinginlik durumu sayesinde özgürleştirmişti kendini. Bu özgürlüğün de, kimsenin baskısı olmadan delirebilmenin de keyfini çıkarttı. Hep aynı şeyleri yaptıkları için kendilerini normal sananlara inat yaptı sanki bunu. Veronika daha önceden bunu anlasaydı, uymak zorunda olduğu bir kalıp olduğu düşüncesi onu bu denli hissizleştirmeseydi, muhtemelen intihar etmeyecekti.
Bu kaybetme korkusunun kalmadığı özgürlük ile aşık bile olmuştu Veronika. İşte şimdi yaşıyordu. Her gününü son günüymüş gibi yaşıyordu. En sonunda, aslında ölmeyeceğini, en azından belirli bir şekilde yakın bir tarihte ölmeyeceğini, ona söylenenlerin bir tedavi ve deneyden ibaret olduğunu öğrenemeden bu aşkıyla kaçtı kaldığı hastaneden. Bu bilgiden habersiz yaşamda kalmasını da mücizeye bağlayarak yaşamına, yaşamının tadına vararak devam etti.
Veronika tekrar yaşamayı öğrenirken bize de hikayesiyle çok şey öğretti:
Bugün yaşıyoruz; yarını bilemeyiz. Ama evet, bir gün öleceğiz.
Her gününü son günün gibi yaşa demeyeceğim. Ama her gününün son günün olabileceğini ve bunun aslında nasıl güçlü bir özgürlük olduğunu ve bu özgürlüğü mutlu olmak için kullanmayı deneyebilirsin.
Sadece kendini bir anlığına Veronika olarak düşün. Son bir haftan kaldığını öğrensen, bugün kendin için ne yapardın? Aklına ilk ne geliyorsa onu yapmak sana şu an için hayatında en iyi hissetirecek ve belki de seni içinde bulunduğun çıkmazdan kurtaracak ilk anahtarın.
Yaşamanın anlamını kaybettiğini hissedebilirsin eğer ulaşmaya ve başarmaya çalıştığın bir hedefin yoksa, kendinden başkasını daha fazla düşünüyorsan, başkaları gibi olamadığın için kendine kızıyorsan, hayatın anlamı üzerine çok düşünüyorsan... Aslında 'anlam aramak' da başlı başına kendini kısıtlamak. Anlam aramak, düşünmek, anlam yüklemek, değiştiremeyeceğin şeyler için kendine kızmak...
Hayat işte.
Olanı kabul edip kendini özgürleştirdiğinde, bir de kendine biraz delirme hakkını verdiğinde hayat daha kolay akacaktır.
Aslında herkes deli, en deliler de deli olduklarının farkında olmayanlar.
Sen sadece deliliğinin farkında olan ve bunun üzerine düşünen ortalama bir delisin.
Yorum Bırakın