Hayalperestlerin Derdi Büyük Olur Derler

Hayalperestlerin Derdi Büyük Olur Derler
  • 1
    0
    0
    1
  • Şairin de dediği gibi ölüm çok iri bir sözcük değildi. Herkesin hepi topu bir nefeslik hayatı vardı. Belki de gözlerini kapatmaktan bu yüzden korkuyordu. Ölüm ona yaşamak isteyip de yaşayamadığı şeyleri hatırlatıyordu. Hiçbirini yaşayamadan ölürse peki, hayatı boşa geçmiş sayılır mıydı? 

    Bu dünyada bir iz bırakmak, hatırlanmak çok da umrunda değildi. Daha çok biriktirdiği anılarla ilgileniyordu. Yeterince sevmiş miydi, gerçekten sevilmiş miydi, doyasıya yaşamış mıydı? Pek sanmıyordu. 

    Doğa üstü sonuçları vardı hiç sevilmemenin. Ölüm korkusu salıyordu insanın içine. Hayatın boyunca hiç gerçekten sevilmeden ölüp gitmekten korkuyordun. 

    İşte böyle zamanlarda hayallerine sığınırdı. Eğer arkada biraz da müzik varsa, hayaller güzel bir kaçıştı. Yağmurlu günlerde mesela, sevecek birilerini bulurdunuz kafanızda. Ya da kendinize sizi sevecek birisini yazardınız. 

    Aslında yalnızlıkla bir alıp veremediği yoktu. Yalnızlığı severdi. Kendini ait hissetmediği bir kalabalıktansa huzurlu bir  yalnızlık daha iyiydi. Zaten en çok korktuğu şeydi istenmediğini fark etmemek. Belki de hep bu yüzden yalnızlığı seçiyordu. Hem hayal kurmak için de daha fazla zamanı oluyordu böylece. Hayaller güvenli limanydı. Ama yine de bazı zamanlar... Hayallerinin gerçekleşmemesi, belki de hiç gerçekleşmeyecek olmaları kalbini kırıyordu. Böyle zamanlarda tercih edilmiş yalnızlığı yerini kimsesizliğe bırakıyordu.

    Kafasında pek çok aşk yaşamıştı. Okuduğu kitaplar, izlediği filmler, Romeo ve Juliet... Hepsi oradaydı. Ama bir insanı gerçekten, yaşayarak hiç sevmemişti. İçindeki sevme potansiyeli düşünülürse bu ziyandan başka neydi? İşte böyle zamanlarda ölüm çok iri bir sözcük değildi, biliyordu.

    Bazı günler içindeki savaşa yenik düşer, kulaklığını takıp sokakalara atardı kendini. Kalabalık caddelerde yürür ancak yanından geçip giden kimseyi görmezdi. Çünkü aklı yine ipini koparmış hayallere uçmuş olurdu. Tıpkı rüzgara karşı koyamayan bir uçurtma gibi. Bazense kendini eve kapatır ve kimseyi görmek, duymak, kimseyle konuşmak, derdini anlatmak istemezdi. Sustukları da çoğalırdı içinde. Ta ki yazmaktan başka çaresi kalmayana dek.  Öyle zamanlarda da içinden geçenleri bir sıraya, bir düzene sokamadan yazardı da yazardı. 

    İşte yine böyle bir gün, hiçbir şeyi gerçekten sevmediğini zannederken, yeşili sevdiğini hatırladı. Ve maviyi. Kendini doğru düzgün sevmeyi beceremzdi -ki çok bilmiş birileri sevilmek için önce kendinizi sevin diyordu orda burda- ama renkleri severdi. Hikayeleri de. Yüzünden geçen hikayeleri okumak istediği su yeşili gözleri olan bir dostu da. Ama aralarında engeller vardı. Uzaklıkları adımlarla ölçülebilecek cinsten değildi. Bunlar başka türden mesafelerdi. Yine de hiçbir şey, hiçbir engel, hiçbir zaman arlığı zaten aralarında olan uzakalığı aşamazdı; bir bakışla, bir gülüşle, bir merhabayla aşıverdikleri o uçurumu.

    Bazen bütün bunları kafasında kurmuş olmaktan korkuyordu. İnanmayı istemek oldukça güçlü bir motivasyondu, biliyordu. İnancın kendisinden bile daha güçlü. İşte bu yüzden hayalle gerçek arasında sıkışıp kalmıştı. Araftaydı. Bu araftan kurtulmak için de gerçekliğinden emin olduğu şeylere ihtiyacı vardı. Sanırım bir kaç şey sayabilirdi gerçek olan. Mesela o. O gerçekti. Onun gözlerinde gördüğü şey, yüreğinin sıcaklığı, bu da gerçekti. Nereden mi biliyordu? Çünkü ona baktığında kendini görüyordu. Tıpkı iki insanın farklı zamanlarda, dünyanın iki farklı köşesinde, dinledikleri bir şarkıda aynı şeyleri hissetmesi gibi. Eğer o şarkı ikisinin de içinde aynı yere dokunduysa bu onların hiç bilmeden hatta hiç tanışmadan aynı acıyı paylaştıkları anlamına gelmez miydi?

    Gerçek olduğunu burdan biliyordu. Gözlerinde gördüğü mavi yeşil masaldan. Ama masallar her zaman mutlu sonla bitmezdi, herkes her zaman sonsuza kadar mutlu yaşamazdı. Bu yüzden "umut" onun için zehirli bir sözcüktü. Çünkü her sabah yataktan aptal bir umutla kalkıyor, her akşamsa acı bir hayal kırıklığıyla koyuyordu başını yastığa. Umutları hep boşa çıkıyordu. Yine de onca hayal kırıklığına rağmen nasıl oluyordu da ertesi sabah yine aynı umut etme cesaretini kendinde buluyordu, o da bilmiyordu. Sanırım hayalperestlik böyle bir şeydi. 

    Belki de en iyisi kendine bir prens yazmaktı. Ama yazmadı. Yağmurlu günlerde sevecek birilerini de aramazdı zaten, bilirsin, gözlerinde yağmur yağardı. Yorulmuştu çünkü. Hayallerden, hayal kırıklıklarından, umuttan, beklentilerden, gerçeklerden kaçmaktan... Acı bile olsa gerçeği hayale yeğleyeceği noktaya getirmişti hayat onu. Eninde sonunda kalbinin kırılacağını da biliyordu. Mutlak son.

    Ama napalım, kader böyleyse varsın kalbi de kırılıversindi. En azından gerçek bir şeyler hissederdi. Bu yüzden içinde son bir umut kırıntısı buldu, deneme cesareti. Çünkü yeşil kelebekleri severdi, henüz tırtıl olsalar bile.

    https://open.spotify.com/track/4QzgoMTeM3g9PnTDcQ4Uem?si=c1feb07f7d314792?utm_source=generator" width="100%" height="380" frameBorder="0" allowfullscreen="" allow="autoplay; clipboard-write; encrypted-media; fullscreen; picture-in-picture">


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.