Zorba Düşmanı Asilik

Zorba Düşmanı Asilik
  • 0
    0
    0
    0
  •    Çocukluğumdan beri asi kimliğimle bilinirim. Beni yakından tanıyan arkadaşlarım, akrabalarım ve öğretmenlerim hep bana asi demiştir. Bu sıfatı çocukken kendim yakıştırmıyordum zira aşağılayıcı bir anlam taşıdığını düşünüyordum. Fakat ergenliğe girdiğimde, özellikle lise çağında asiliğin cazibesi bana müthiş hizmet etti. Ergenliğimin örselenmesiyle bu huyum törpülenmeye başlasa da üniversiteye geçtiğimde hala içimde dur durak bilmeyen, arsız ve amansız bir asilik duygusu olduğunu sezdim. Bu duygunun kaynağını ne kadar kurcalamak istesem de, hiçbir yere varamadım. Asiliğimi, kişiliğimin, modern hayatın mekanik yapısı tarafından törpülenmesi gereken başka bir parçası gibi hissettim. Murat Ekşi’nin Hacker kitabını okurken, ana karakter olan, siber korsan kadının bulunduğu çevreye adapte olamayışını ve bunun onu aykırı olarak yansıttığını gözlemledim. Bu gözlemi yaparken, ana karakterin içerisinde kendimden birkaç parça gördüm. Bu gördüklerim de beni, içimdeki asiliğin esas nedenini eşelemeye ve bu satırları yazmaya sevk etti.

       Asiliğin karakterime bu kadar entegre oluşu sanırım otoriteye olan sinirimden kaynaklanıyor. Kurallara uymamaktan garip bir zevk alıyorum. Aykırılığın beni özel kıldığını düşünüyor olma ihtimalimi gözden geçirdim, fakat özel olma isteğimi farklı yollarla karşılıyorum. Zaten dondurmayı kaşıkla da değil de çatalla yemek beni sanırım pek özel yapmaz. Yapıyorsa da bu şartlar altında özel hissetmek pek ödüllendirici olmazdı. Dolayısıyla, salt asiliğe duyduğum bu aşkın temeli birazcık belirsiz. Kendi kendime yaptığım bu amatör psikanaliz serüveninde elbet kesin bir sonuç beklemiyorum. Ama Ekşi’nin kitabındaki ana karakter gibi etrafıma uyum sağlayamıyor olmamın beni güçsüz hissettirdiğini anlayabildim. Toplumun genel ahlak ve normlarına karşı çıkacak cesareti ve isteği kendimde bulamam. Fakat dondurmayı çatalla yemek, ismimi kâğıdın sağ köşesine değil de sol köşesine yazmak gibi küçük sapkınlıklar beni toplumun baskılayıcı etkisinden bir nebze de olsa kurtarıyor gibi hissediyorum. Bu baskılayıcı etkinin çoğu zaman yararlı olduğunun da farkındayım. Ulu orta yere tükürmek, kapıları tekmeleyerek açmak, bağırarak konuşmak gibi insanların rencide edici bakışlarına maruz bırakacak hareketleri engelliyor. Hatta yeri geliyor modern dünyanın karmaşık ve kalabalıklarla dolu düzeninde insanlara bireysel alan sağlıyor. Ama yine de bu baskılayıcı etkiyi iyi adam çerçevesine sığdıramıyorum. O benim için nasıl şefkat göstereceğini bilmeyen acımasız ve katı bir baba. Ben o babanın otoriter gücü karşısında güçsüz ve edilgen hissediyorum. 

       Kendi kurallarımı koyup, gücü elime almak, kardeşlerime, ki bu benzetmede diğer insanlar oluyor, babamın kurallarının neden yanlış olabileceğini göstermek istiyorum. Ama burada önemli olan benim ne göstermek istediğim değil, niye göstermek istediğim. Ekşi’nin kitabına Marksist bir pencereden baktığımda, sınıf ayrımının zorbalara nasıl hizmet ettiğini fark ettim. Bazı kurallar, talihli geçmişi olan insanları ilgilendirmezken, talihsiz kesim bu kurallar tarafından baskılanıyor, eziliyor ve mağdur bırakılıyor. Olay, paranın insanları güçlü kılması değil, parasızlığın insanları güçsüz kılması. Bu eşitsizlik içerisinde önü durdurulamaz bir adaletsizlik doğuyor ve bence bu adaletsizlik beni asi olmaya itiyor. Öğretmenin sırf bizim üzerimizde gücü var diye, kendi çıkarları doğrultusunda koyduğu kurallara nasıl karşı çıkmak istiyorsam, paranın getirdiği haksız güce de aynı sebepten karşı çıkmak istiyorum. Materyalist kaygıların giderilemeyeceği bir dönemde yaşadığımızın oldukça farkındayım. Ister istemez herkes modern dünyanın engellenemez yozlaştırıcı etkisiyle prensiplerini materyalist kaygılarına göre şekillendiriyor. Herkes demem belki yanlış dolayısıyla düzelteyim; kendimde gözlemlediğim kadarıyla, doğal gaz parası artmaya başladıkça para kaygım akademik kaygımı tartaklamaya başladı. Ödevlerimi mi yapsam, yarı zamanlı iş mi bulsam ikilemiyle kendimi dövüp durdum. Fakat bu yozlaşmanın içerisinde bile adaletsizliğe dur diyebildiğimi fark ettim. Başkalarına haksızlık yapmaktansa, kaloriferi biraz kısıp, bir kat daha fazla giyinmeyi yeğledimi fark ettim. Bu aslında, benim ruhumun derinliklerinden gelen, zorba otoriteye karşı olan kinin bir göstergesiymiş.

       Nihayetinde, dondurmayı çatalla yerken aldığım hazın nereden geldiğini hala bilmiyorum. Belki, dondurmayı ısırarak yememle alakalı olabilir. Belki de sahiden çatalla yemeyi seviyorumdur ve bu da bana özel hissettiriyordur. Maalesef bu konuda emin değilim. Fakat öğrendiğim bir şey varsa, o da zorba otoritenin günümüz dünyasında bizleri çok zor seçimler yapmaya ittiğidir. Paranın getirdiği haksız avantajları reddetmek müthiş bir irade ve etik anlayışı gerektiriyor. Ben her zaman reddedebileceğimi söyleyecek cesarete sahip değilim ama öğrendiğim bir şey varsa o da beni tanımlayan en belirgin özelliklerimden birinin bu adaletsizlikten doğmuş olması.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.