Kurallar

Kurallar
  • 0
    0
    0
    0
  •    Kuralların olması gerektiğini düşünüyorum. Bizler hatalı varlıklarız ve onları telafi etmek için sayısız sistem ve yapı öne sürüyoruz. Her bir sistem amansızca savunulup, fütursuzca eleştiriliyor. Bu sistemlerin içerisinde kurallar karşımıza çıkıyor, ki bu kurallar da bizleri gelişime giden yolda hizada tutuyor, birbirimizi vahşice öldürmememiz için bizlere sebep veriyor. İsmini hiç ama hiç hatırlamadığım fakat hatırlamayı büyük içtenlikle istediğim bir düşünür anarşinin olması halinde çıkacak sonuçlardan bahsediyor. Bu sonuçların içerisinde insanların birbirini fütursuzca öldürmesi var. Kurallar eğer kafamı devasa taşlar tarafından ezilmekten kurtaracaksa, elbet onları kabullenebilirim. Fakat, bir an geliyor ve o an nefret ediyorum. Bu dördüncü yazma teşebbüsüm ve önceki üç denemem bundan çok daha iyiydi. Çünkü, o denemelerimde istediğim gibi yazıyordum. Kuralları düşünmeden; salt en iyi nasıl anlatabilirim kaygısını zihnimin en seçkin yerine taçlandırarak yazıyordum. Yazıyordum ki… not kaygısı ki onu yozlaşmış bir polisin soğuk ve sert copu gibi hayal ediyorum, kafamın o seçkin yerine acımasızca vuruyor. Neyse ki, polisin copu bana bir ilham oluyor ve acaba kurallar ne zaman gereksizdir ve ezilmesi gerekir sorusunu soruyorum.

       Çoğunlukla yazılarıma bir hikâye yaratarak başlıyorum. Hikâyenin yaratılışı misafire aşılamak istediğim fikrin sahnesinde yer alıyor. Okuyucuyu misafir görüyorum, zira, fikrin ikna edilebilirliğini arttırabilmek için ikindi çayına gelmiş misafire anlatılan dedikodu üslubu ve yaratıcılığıyla anlatmayı hedefliyorum. Hikâyenin başlangıcını misafiri korkutmamak için her zaman yumuşak ve olağan bir sahneyle resmediyorum. Determinist dünyanın anlamsızlaştırdığı sosyal etiği anlatacaksam dahi, hikâye, eski ama yardımsever koltuğuma elimde çayla oturup dışarıdaki gariban güvercinleri izlememle başlıyor. Böyle bir sahne, benimle aynı manzaraya sahip misafiri kendi evinde hissettirecek ki bu da birazdan bahsedeceğim karmaşık ve ihtilaflı konuyu yumuşatacak. Öte yandan, kurallara uyup bence ile başlayan bir cümleyle her şeyin nedensellik zincirine bağlı olan dünyada kavramsal etiğin yerinin olmadığını öne sürerim ve bu farkındalığın da gezdiğim bir sanat galerisinde gördüğüm post-modern bir tablodan geldiğini söylerim. Bence ile başlayan samimiyetsiz giriş, yozlaşmış polisin soğuk copunun sert darbelerinden beni koruyabilir. Sıcak yuvama yüksek bir notla ulaşmamı garantileyebilir fakat önemli olan bu mu? Kurallar bizlerin kusurlu yapısından doğmamış mıydı? Bu kuralların da kusurlu olabileceğini ve bu kusurun en belirgin şekilde parlaması için bazı kuralların ezilmesi gerektiğini söylemek fazla mı asice olur? Yozlaşmış polisi ikna edebilir mi?

       Her neyse, Konuya iki türlü de adım attıktan sonra misafirin dikkatini üzerimde tutmak için soru sordurmalıyım. Betimlediğim sahneye türlü elementler ekleyebilirim; pür dikkat izlediğim güvercinlerin yaşadığı entrikalardan bahsederken, bazı güvercinlerin minik göğüslerini kabartarak yürüdüğünü ve bu hareketin gülünç bir şekilde üzücü olduğunu söylerim. Burada misafir, neden diye soracaktık, sormuyorsa zira ya misafir yanlıştır ya da kötü anlatıyorumdur. Şayet sorarsa doğru yoldayım onun ilgisini çekmişimdir. Sıra bu ilgiyi suiistimal etmeye gelmiştir. Neden sorusuna cevap vermek misafirin ilgisini hemen söndürecektir, bizim bu ateşi korlamamız lazım. Üzülmenin üzerine odaklanırım, misafirin heyecanı artar zira düşünür ki ben birazdan güvercinlere neden üzüldüğümü açıklayacağım. Fakat hayır, ben üzülmenin ne kadar garip olduğundan hayıflanırım. Neye üzüldüğümü kontrol edemediğimi, hatta kontrol etme isteğimi kontrol edemediğimden bahsederim. Ne alaka sorusunu sormadan hemen onun bileğinden sıkıca tutar, kaşla göz arası, isteklerin reddedilemez yüce gücünden bahsederim. Bu noktada, misafirin tahammülü azalmış olur. Tavşan kanı çayını ve o gelmeden önce çaktırmadan aldığım hazır kurabiyeleri boş verip gitmeye yeltenebilir. Durum, bizim açımızdan, büyük çıkmaza girmiş gibidir. Daldan dala atlamış, misafiri fazla uyarmışızdır. Bu vahim konumdan bizi kurtaracak tek bir çıkış yolu vardır. Zordur, emek ister, uzunca düşünmek gerektirir fakat imkansız değildir. Anlattıklarımı toplamam, tek bir seferde bütün sorulara cevap vermem gerekir. Güvercinlerin insanlara benzediğini fakat bizlerin güvercinlerden farklı olarak daha sofistike isteklerimiz olduğundan bahsederim. Bu sofistikeliğin bizi özgürleştirmekten öte karmaşıklaştırdığını ve bu karmaşıklığın özgürlüğün bir illüzyon gibi resmettiğini söylerim. Bu fikri hazmetmesi için misafire daha yumuşak yaklaşır ve ona bir soru yönlendiririm; özgürlüğün simgesi kararlarınsa, isteklerin kararlarını şekillendiriyorsa, isteklerini kim şekillendiriyor? Daha önemlisi, özgürlüğünü kim şekillendiriyor?

       Uçmaya hazırlanan yavrusunu, kalbine taş koyup tatlı yuvalarından aşağıya iten anne güvercin misali, ben de misafirimi, bu sorularla baş başa bırakmalıyım. Sorduğum challanging sorularla baş başa bırakmalıyım ki misafirin gözünde kendimle çelişmeyeyim. Zira, yozlaşmaktan, tek düze hale gelmekten ve kurallara körü körüne bağlanmaktan kaçmaya çalışan ben, not kaygısından kurtulamayıp, soğuk copa sahip polise de soru sordurmak istiyor. Bu soruların cevabını ararken belki aradan sıvışabileceğini umut ediyor.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.