Sanayi Devrimi’nden sonra, tarım toplumunda yaşarken toprağa attığı tohumun ürüne dönüşmesini beklemekten başka sıkıntısı olmayan insanlık yeni bir sıkıntıyla karşı karşıya kalmıştır: Kalabalıklar içinde var olma çabası ve amansız bir yalnızlık. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam kitabı topluma yabancılaşan ve toplum içinde yalnızlaşan bir adamın hikayesi.
Yaşamının ilk 30 yılını köyde geçiren yazar, hem köy hem de büyük şehir hayatını gözlemlediğinden yarattığı karakter yelpazesi çok geniş ve 1950’li yıllardaki Demokrat Parti ile birlikte kentleşmeye başlayan halkın yansımasıdır.
Yusuf Atılgan aylak adamın ismini bize söylemiyor. Ana karakterden C diye bahsediyor.
Edmund Husserl'in Fenomenoloji’sine göre roman kişileri, nesnelerle olan ilişkilerinden dolayı orada bulundukları için, kim oldukları ve ne oldukları bir öneme sahip değildir. Karakterin bilincine ve nesnelerle olan ilişkisine dikkat çekilir. Bu nedenle algımızı karakterlerin isimlerine ve karakterlerine değil, onların bilinç özlerine, arayışlarına, yalnızlık ihtiyaçlarına odaklamamız gerekiyor. Çünkü karakterler topluma örnek oluşturmak yerine psikolojik vakalar içeren yansımalar olarak kurgulanmıştır.
C.’de bir kimlik kaybı söz konusudur. Bu yüzden onu bir isim yerine alfabenin sadece bir harfi simgeler. Oysa bir isme sahip olmak, var olmanın ilk aşamasıdır. Atılgan, adeta kahramanını var etmemek için mücadele verir. “Özne kendisine bir isim konulmadığı, kendisinden söz edilmediği, söylemde ona yer verilmediği sürece bir varoluşa sahip değildir”. Yazar bunu romanın kurgusuna çok güzel işler, belki de C.’den yola çıkarak kendi içindeki boşluğa uzanır. Maddi olarak bir kaygısı yoktur. Gerçek aşk ve sevginin peşindedir. Yazar hem C.’nin iç dünyasını gösterir hem de ona yakın insanların gözünden dünyayı anlatır.
“Toplumla barışık olmak üç oda, bir mutfak, iki çocuk düşü ile başlıyor.”
Kitabın bir bölümündekarşımıza çıkan Ayşe söylüyor bu cümleyi. C, bilhassa Ayşe ile yazlıkta devam eden ilişkisinde toplumla uzlaşmanın kıyısına varmak üzeredir. Çünkü toplum, kendinden farklı olanı kendine katmakta diretir. Ya kendisine katacaktır ya da dışına kusacaktır. Aksi takdirde bir örnek, kendi dünyasında kurduğu rahatı devam ettiremez. C. de “sirenlerin çağrısı”na kulak verir gibi olur. “İşte onu çağırıyorlardı. Aralarında olsun, taşıtlara binsin, ilaç içsin, işesin, yemek yesin istiyorlardı”. Dahası Ayşe ile yazlıkta kaldıkları sürede “Onun midesini üşütmesinden korkuyorlar, bardağını dolduruyorlar, önüne karpuz dilimlerinin en büyüğünü koyuyorlardı”. Ama C. bu büyüleyici çağrıya gerektiğinde karşı koyabilmeyi; kulaklarını tıkayarak, toplumun rahatlığına onu da çağıran bu davete direnmesini bilecekti. Çünkü ona göre bu çağrı süreksizdi. Zaten şehre döner dönmez evlenip yuva kuracak olan çiftlerden olmadıklarını anladıkları için, Ayşe ve C. yazlıktan kovulur. Çünkü kendileri gibi olmayanlar toplumun huzurunu kaçırır.
“C tüm kadınlarda, teyzesinin ona gösterdiği saf sevgiyi aramaktadır ve babasından nefret eder.
Bu durumu “Oidipus Kompleksi” ile açıklayabiliriz. Oidipus kompleksi, Sigmund Freud'un kurucusu olduğu psikanalitik teoriye göre karşı cinsteki ebeveyni sahiplenme ve kendi cinsinden ebeveyni saf dışı etme konusunda çocuğun beslediği duygu, düşünce, dürtü ve fantezilerin toplamıdır. Freud'a göre her çocuğun ilk aşkı karşı cinsteki ebeveynidir.”
Karakterin sorunları mekânlara bağlı olmasa da C’nin yaşadığı iç çatışmalar ancak modern bir toplumda, büyük bir şehir kurgusu içinde anlatılabilirdi. Bu yüzden C.’nin yaşamı ve kişiliği İstanbul ile anlam buluyor.
Roman boyunca C. karakterinin kurallardan ve dayatmalardan duyduğu rahatsızlık karşımıza birkaç defa çıkıyor. C. monotonluktan ve insanlara dayatılan hayat tarzlarından oldukça rahatsız oluyor. Toplumu ve toplumun değerlerini sert bir dille eleştiriyor. Ayrıca kendini bu toplumdan soyutlamak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Parasını, çevredeki insanlara istediği şeyleri yaptırabilmek için kullanan karakterimiz aslında hem insanların bu paraya boyun eğen tavrından hem de kendisinin parayı her sorunun çözümü olarak görmesinden de şikayetçi. Toplumdaki basmakalıp yargılardan rahatsız olan C’nin aradığı kadın da aslında bu toplumsal değerlere aykırı biri. Hayatın her noktasını sorgulayan C’nin en büyük korkusu; kalabalık içindeki hor gördüğü monoton ve toplumsal değerlere bağlı yaşayan insanlardan birine dönüşmek.
Sanayi Devrimi’nden sonra, tarım toplumunda yaşarken toprağa attığı tohumun ürüne dönüşmesini beklemekten başka sıkıntısı olmayan insanlık yeni bir sıkıntıyla karşı karşıya kalmıştır: Kalabalıklar içinde var olma çabası ve amansız bir yalnızlık. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam kitabı topluma yabancılaşan ve toplum içinde yalnızlaşan bir adamın hikayesi.
Hegel'e göre yabancılaşma, insanın fiziki ve ruhi varlığı arasındaki ayrım sonucu ortaya çıkmaktadır. İnsan kendisine ve çevresine yabancılaşmakta, kendisini düşünen ve hisseden bir varlık olarak görmemektedir. Hegel'e göre bu ruhun yabancılaşması anlamına gelmektedir. C’nin yabancılaşması bu çeşit bir yabancılaşmadır.
Kierkegaard'a göre, varoluşçuluk; bizzat somut olan insanın yaşamıdır. Kierkegaard, varoluş düşüncesinde insana odaklanarak, insanın kendi özünü, özgür seçimleri ile ortaya koyduğunu ileri sürer. C’nin toplumdan uzaklaşmasını ve toplumun belirlediği normlara karşı çıkmasını bu şekilde okuyabiliriz.
Friedrich Nietzsche'nin “Siz de ahlâkınız da tamamen saçmalık, tamamıyla şartlanmış, hiçbir iyi niyet barındırmayan davranışlar bunlar.’’ sözü ise C'nin yabancılaşmasını çok güzel ifade ediyor..
Friedrich Nietzsche ateist, Kierkegaard ise teist bir düşünürdür. Birbirinin tezi ve antitezi gibi olan bu filozofları Yusuf Atılgan tek karakterde toplamıştır.
Romanın yayınlanışının ardından elli yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen C.’yi anlama çabamız devam ediyor. Çünkü Aylak Adam, her şeyden önce yarattığı baş karakter ile edebiyatımızı modern anlamda birey ile tanıştıran, gerçeğine yaklaştıkça uzaklaştığımız C’yi bütün karmaşıklığıyla ortaya koyabilen, yerleşik beğeni ve değer yargılarını hiçe saymasıyla, edebiyatımızda yazılmış en özgün romanlardan biridir.
Yazar “Aylak Adam” için: “Bence aylak adam olmayanı arıyordu, onun aradığı sevgi bu dünyada yok” demiştir. Ve kitabı özet niteliğinde bir cümleyle bitirir:
“Biliyordu, anlamazlardı.”
👏🏽👏🏽