Ağızı – dili olsa da konuşamayan, derdini yalnızca türdeşlerine anlatabilen, daha çok hissederek iletişim kuran varlıklar… En merhametlisinden, en yırtıcısına kadar, insanoğlundan geriye kalan doğanın düzeninde, muhteşem uyum içerisinde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar.
Alemdeki her bir hayvanın cinsi ne olursa olsun, bana göre gereksiz yaratılmış olan tek bir cinsi yoktur. Yerdeki ürkütücü böceğinden, havada uçan sineğine, toprak altındaki kemirgeninden, toprak üstündeki filine kadar…
Bütün canlıların nizami bir görevi vardır. En önemli görev, doğanın dengesini sağlamaktır. Bunlar arasında en aylak, en zalim, en gaddar, en düşüncesiz olanı ise insanoğludur.
Ülkemizde ve dünyamızda en eski çağlardan günümüze kadar hayvanlardan daima faydalanılmıştır. Ön çağlardan bu yana av geleneği süre gelmiş bir uygulamadır. İlk çağlarda insanlar, yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak için av yaparken, Ortaçağ ve Yeniçağ’da bu uygulama sürmüş; imparatorlar, sultanlar, hanlar, beyler tarafından av şenlikleri, sürek avları yapılmıştır. Bu sürek av-avcılık geleneği, o toplumda yetişen çocuk ya da gençler için yarının savaşına karşı ön idman vermek içindir. Ava katılan genç önce bineğine alışacak, at üzerinde manevra kabiliyeti gelişecek, at koşarken ok-mızrak atacak… Böylece büyüdüğünde bu av sırasında öğrendiklerini düşman üzerinde sağlamasını yapacak ve onu alt edecek. Düşmana hazırlık safhasını öğrenen genç bunun yanında avladığı avını evine, yurduna ya da ocağına götürecek, böylece dahil olduğu ortamın karnını da doyurmuş olacak.
Av-avcılık ya da hayvan geleneği, dünya milletlerinin hemen hemen hepsinin mitolojilerinde yer almaktadır. Bunlar arasında en bilineni; Herkül’ün, 7 zor görevinden biri olan Nemea Aslanı’nı öldürme mücadelesidir. Diğer önemli husus biz Türk milletinin Ergenekon’a sığınıp kurttan türeyiş efsanesidir. Birçok dinde olduğu gibi İslam dininde de Hz. Peygamberin Miraç’a Burak isimli bir at sırtında çıktığı bilinmektedir. Hakeza Nuh peygamberin gemisine dünyanın yok olacağını, nesillerin de türlerini devam ettirmesi gerektiğinden, her hayvandan bir çift olmak üzere gemiye alınmıştır.
Biz insanoğulları nefes aldığımız sürece her türlü hayvan türünden fazlasıyla faydalanmışızdır. Yüce atalarımızın at üstündeki mahareti, hayvansal gıdalar ve giyim, deve yükü kervanlar, savaş meydanında Emir Timur’un fillerine kadar…
Ta ki insanlar, hayvanları keyfi derece öldürdüğü vakit bu katliam demektir. Her hangi bir hayvan popülasyonunun, türünün yok edilmesi dünya doğası için oldukça kötüdür. Kasıtlı ya da kasıtsız doğaya verilen her zarar geleceğimizden çalar.
Yiyecek bulmak için yola aramaya çıkan tavşanlar, yavrularının güven içerisinde kalması için onları toprağa gömerler. Vurulan tavşanların bilinmelidir ki, toprak altında bekleyen yavruları vardır. Bu keyfiyet değil zalimliktir. Yaradan’a şirk koşmaktır.
Havada uçup sıcak bölgelere göç eden ördeği vurmak insana ne kazandırır?
Denizde yüzen yunus balığına tekne üzerinden pompalı tüfek ile sıkmanın ne keyfi olur?
Irmaklara ağ ya da dinamit atmak 3 kuruştan fazla elinize ne geçirir?
İki lokma et yiyeceksin diye yaktığın mangalı söndürmeyip koca bir ormanı yakmak kimi ısıtır?
Cami avlusunu pisletiyorlar diye kuşlara zehirli darı verip öldürmenin günahını hangi namaz temizler, hangi Allah affeder?
Bağı-bahçesi olan kişiler genelde domuz avına daha meyilli olurlar. Çünkü tarımsal ürüne zarar gelmesi demek, işlerin zarar etmesi, kişinin yoksulluğa dönüşmesi demektir. Yalnız bu konularda es geçilen bazı durumlar vardır. Köydeki, arazideki, mezradaki vatandaşlarda daima köpeklerine kurdu ya da kurtları boğdurma çabası vardır. 12-13 tane Kangal cinsi köpeği yaralı bir kurdun üstüne salarlar, izlemekten de zevk alırlar. Şöyle bir gerçek var ki hiçbir evcil köpek, dağlı kurda tek başına galip gelemez.
Konumuz değil ama aklıma Ziya Gökalp’in Ayı ile Kurt şiiri geldi:
Kurt kocadı, kötürüm oldu,
Bunu sezen bir genç atı
Yakaladı kurdu yoldu,
Dedi: ‘Haydi tüysüz dayı,
Yürü, yine yiğitlik sat;
Dar et bize yeşil yurdu! ‘
Piçlerine dedi: ‘Fırsat
Kaçırmayın, boğun kurdu! ‘
Zavallı kurt öldü, inde
Beş yavrusu kaldı öksüz
Fakat bir kaç yıl içinde
Bunlar birer yiğit, gürbüz
Kurt olarak saldırdılar,
Yeşil yurttan ayıların
Vücudunu kaldırdılar.
Çocuklarım ibret alın:
Her bugüne var bir yarın!
Son mısrada da dediği gibi bugüne bir yarın olduğu gibi, dünün hatalarını da bugün devam ettirmenin bir alemi yoktur. Kurt nüfusunun kaybolduğu yerde ayı da artar, domuz da artar, tavuk hırsızı tilki de artar. Bu sistem yüce doğanın mükemmel bir mekanizmasıdır. Bir hayvan nüfusunun keyfi yere öldürülmesi, bütün coğrafyanın sistemini bozar. Bizim Sivas’ın Kardeşler Dağı vardır. Buraya son 2 hafta da pikniğe her gitmemizde onun üzerinde domuz görüyorum. Bunun sebebi oranın da dengesinin bozulmuş olmasıdır. Bu merkez ile kent arasında 6.2 km mesafe vardır. Buradaki domuzları zehirlemek, vurmak çare değildir. Çare onlara yeni doğal ortamlar hazırlamaktır.
Ülkemizde bir hayvan katliamıdır almış başını gidiyor. Geçen aylarda saka kuşu tutan bir Suriyeli yakalandı. Elinde 200’ün üzerinde şahane ötüşlü (meşhur çipet pet diyen kuş türü) saka yakalandı. Yakalanan Suriyeli şöyle dedi: “Satabildiğimi satıyorum, satamadığımı yiyorum” dedi. Be hey şerefsiz o kuşun her bir tüyü yarım kilo et olsa ne olacak! Hırsızın akıbeti ne oldu bilmiyorum… Bir şey olmadığı da kesin gözüküyor.
Hayvanlar ile problemi olan insanların psikolojik olarak bakıldığında çocukluklarında sevgisiz büyüme, hor görülme, taciz vs. nedenler söylenmektedir. Her ne olursa olsun bir insanın sokaktaki kedinin kuyruğunu, yavru köpeğin bacaklarını, toplu halde gezen aç köpekleri zehirlemesinin de hiçbir meşru sebebi olamaz. Hayvan hakları ülkemizde tekrar gözden geçirilmelidir. Cezalar süratle artmalı, bu vahşetleri yapanlar ifade verdikten sonra serbest bırakılmamalıdır.
Bir köpeğin başını okşamak, bir tas su vermek, kuşlara ekmek doğramak zor bir şey değildir, insana insan olduğunu hatırlatır.
Buğrahan KARAMAN
Yorum Bırakın