- Anlatamıyorum
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.
- Dalga
Mesut sanmak için kendimi
Ne kağıt isterim,ne kalem
Parmaklarımda sigaram
Dalar giderim mavisinden içeri
Karşımda duran resmin..
Giderim deniz çeker
Deniz çeker,dünya tutar
İçkiye benzer birşey mi var
Birşey mi var ki havada
Deli eder insanı,sarhoş eder?
Bilirim,yalan,hepsi yalan
Taka olduğum,tekne olduğum yalan
Suların kaburgalarımdaki serinliği
İskotada uğuldayan rüzgar
Haftalarca dinmeyen motor sesi
Yalan....
Ama gene de
Gene de güzel günler geçirebilirim
Geçirebilirim bu mavilikte
Suda yüzen karpuz kabuğundan farksız
Ağacın gökyüzüne vuran aksinden
Her sabah erikleri saran buğudan
Buğudan, sisten,ışıktan,kokudan...
Ne kağıt yeter ne kalem
Mesut sanmam için kendimi
Bunların hepsi...hepsi fasafiso
Ne takayım, ne tekneyim
Öyle bir yerde olmalıyım
Öyle bir yerde olmalıyım ki
Ne ışık,ne sis,ne buğu gibi
İnsan gibi....
- Hicret
Damlara bakan penceresinden
Liman görünürdü
Ve kilise çanları
Durmadan çalardı, butun gün.
Tren sesi duyulurdu yatağından
Arada bir
Ve geceleri.
Bir de kız sevmeye başlamıştı
Karsı apartmanda.
Böyle olduğu halde
Bu şehri bırakıp
Başka şehre gitti.
Simdi kavak ağaçları görünüyor,
Penceresinden,
Kanal boyunca.
Gündüzleri yağmur yağıyor;
Ay doğuyor geceleri
Ve pazar kuruluyor, karsı meydanda.
Onunsa daima;
Yol mu, para mi, mektup mu;
Bir düşündüğü var.
- Dalgacı Mahmut
İşim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarım her sabah.
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi.
Deniz yırtılır kimi zaman,
Bilmezsiniz kim diker;
Ben dikerim.
Dalga geçerim kimi zaman da,
O da benim vazifem;
Bir baş düşünürüm başımda,
Bir mide düşünürüm midemde,
Bir ayak düşünürüm ayağımda,
Ne haltedeceğimi bilemem
- Kitabe-i Seng-i Mezar
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah'ın adını,
Günahkar da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendiye
Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duyarlarsa öldüğünü alacaklılar
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince...
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.
Tüfeğini depoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir rüzigar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigar.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yazısıyla:
'Ölüm Allah'ın emri,
Ayrılık olmasaydı.'
- Ben Orhan Veli
Ben Orhan Veli
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye mısra-i meşhurunun yazarı
Duydum ki merak ediyormuşsunuz hususi hayatımı
Anlatayım
Evvela adamım yani sirk hayvanı filan değilim
Burnum var kulağım var pek biçimli olmamakla beraber
Bir evde otururum
Bir işte çalışırım
Ne başımda bulut gezdiririm
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet
Ne İngiliz kralı kadar mütevazıyım
Ne de Celâl Bayar’ın ahır uşağı gibi aristokrat
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele biterim
Malda mülkte gözüm yoktur
Vallahi yoktur
Oktay Rıfat’la Melih Cevdet’tir en yakın arkadaşlarım
Bir de sevgilim vardır pek muteber
İsmini söyleyemem
Edebiyat tarihçisi bulsun
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım
Meşgul olmadığım ehemmiyetsiz
Sadece yazarlar arasındadır
Ne bileyim belki daha bin bir huyum vardır
Ama ne lüzum var hepsini sıralamaya
Onlar da bunlara benzer
Orhan Veli Kanık (13 Nisan 1914, İstanbul – 14 Kasım 1950, İstanbul)
Yorum Bırakın