Ütopya

Ütopya
  • 1
    0
    0
    1
  • Karanlık gölgeyi hapsediyor. Ara sıra tutunmaya çalışsa da insan bahtın eteklerinden, Yusuf’u tekrar tekrar kaybettiriyor Kenan. Göz hizasına çizilirken dünya, ölen bazen beden değil de yaşını yarım asıra sığdıramamış ruh oluveriyor nicedir. Kulak dolusu çığlıkların karıştığı akıl diz çöktürürken yazgıya “Ben sudan değil, bir parça kokuşmuş vicdandan ibaretim” diyesi geliyor insanın ama bunu dile getiremiyor hiçbir zaman. İçteki cesedin kokusu geliyor enkaz altından. Çok gelmesi de bu yüzdendir belki aza yakın gülüşlerin.

    Git gide azalıyor inanç. Göğün kırgın sureti altında da gözler açık tutulabilseydi keşke. Işık vurur muydu üzerimize kendi ellerimizle dizdiğimiz dokuz tahta arasından? Yıkım kararlarını bozdurur muydu toprak suya hasret kurak yüreklerde? Muradına erdirmek için ömrü, çıkılan yokuşlarda daralıyorken nefesler, eyvahlar arasında gezinirken insan, saldırgan kâbuslara teslim ediyor kendisini ve neşterlerle bekliyor sırasına dizilmiş günlerin üzerine gelmesini. Yüzlerce yıl geçti belki böyle. İnsanın insana elbette yetmediği aşikâr bir çıkarım olarak kazındı hafızalara. Yetemiyor çünkü hep daha iyinin peşinde tükendi tüm samimiyet. Yarışları önlerde yürüten kabul gördü; bir gün kalkıp derdini açsa insan bir başkasına, ham meyveler gibi ekşi yüzlerde kendi pişmanlığına esir oldu.

    Sürgüne gönderilmiş ruh azap topraklarından dönmeyi arzuluyor bazen, beden ise Yusuf’a hasret kuyuda varoluşun acemisi olan çilingirlerle dolu kalabalık bir sofrada tek başına çatal gezdirmeyi deniyor hep kalbini koyduğu tabağında. Düşmeye yakın yarısı boş sandalyesinde beklerken insan, bazen bir hissin kemendiyle kaldırıp başını ve mahcup bir tedirginlikle aidiyet duygusunun sandalyede kalan boşluğu doldurmasını istiyor. Bir rüyadır ki görülüyor bazen; hiç tanışıklığı olmayan hissin yabancı bir yüzde kırk yıllık dostuymuş gibi ve onun tabağından doymak istiyormuş gibi yanına oturuşunu seyrettiriyor uykuda. Karanlıkta bir çift gözün ardına kurulurken sofra, asma yaprakları arasına dizilmiş lambalarda aydınlanabiliyor içte kalan umut. Kalbi tabağından taşacakmış gibi oluyor insanın, bir berekettir yağıyor içine. Tabular kendi aralarında bir duvar örüp çatlamaya başlıyor kimsenin güç yetiremediği yerlerinden. Gözler kapakları ardında neşe ile yüzleşirken sıçrayarak uyandırıyor uykudan ait olunamayan düzene kurulmuş hırsız bir saat. Hissin tadı gözün yaşında asılı kalıyor, insan kendi kazdığı çukurda.

    İnsan nedenleri sormaya korkar oluyor sonrasında. İçten içe biliniyor aslında atılacak her okun yine dönüp dolaşıp başladığı yerdeki yarayı kanatacağını. Vicdan da değil belki sadece korkularından ibarettir insan. Yüreği ağzında gezerken dilinden dökeceği sözler bir kusmuk gibi etrafında yüz ekşiteceği içindir belki bu korku. Ya da hiçbir zaman tam olamayacağı ve bunun kendisine bile inkâr edişidir bu hâl.

    İnsana varlığını ait hissettirecek tek yer topraktır belki de. Yoksa neden herkes kendi kazdığı mezarlarda nefes almaya çalışsın ki?

     

    Yusuf Uzun


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.