Çölde Bir Vaha

Çölde Bir Vaha
  • 0
    0
    0
    0
  • Bakış Açışı

    Milli takımımızın Euro 2024 macerası sona ermişken Cumartesi gecesinden kalan duygularım ve aradan geçen zamandan sonra duygudan arınmış düşüncelerimi birleştirerek, bu yazıyı yazma kararı aldım. Son iki turnuvada gruplardan bile çıkamayıp 6 maçta sadece 3 puan alabilen bir turnuva ülkesinin, adeta ikinci ev sahibi olarak düşündüğümüz bir ülkede gerçekleşen turnuvada olan ilerleyişini başarısız olarak adlandırırsak haksızlık etmiş oluruz.

    Peki futbol ortamı kaotik ve hırçın bir yıl geçiren ülkemizin turnuvanın 25,8 yaş ortalaması ile en genç ikinci takımı olan oyuncularının ortaya koyduğu emek olarak mı değerlendireceğiz?

    Tüketim toplumu yapısının sadece ürünlerde değil aynı zaman gündem ve yaşayış olarak başrolünü çektiğimiz için turnuva boyunca yaşananlara göz atmak lazım, çünkü turnuva olağan hayat akışımız gibi sadece galibiyet ve mağlubiyetlerden oluşmadı, önümüze oldukça fazla ve kimisini sinirlendirecek, kimisini üzecek veya kimisine de -ki etkileşim bağımlıları- para kazanacak bir turnuva ortamı gelişti.

    Turnuva öncesi diğer turnuvalardan biraz ders alınmış gibi bir dönem gerçekleştirildi. 2021’de Euro 2020’nin sürpriz kazanma adayı başlıkları ile katılıp turnuva sonuncusu olan takımımız aksine kamuoyu, yeni jenerasyonuyla mütemadiyen başarısızlık yaşayanlardan beklenen beklentisizlik gibi sınıfta kalmamasına sevinen ebeveyn rolündeydi.

    Bu sürede ilk defa mücadele edecek yıldız adaylarımızı, kariyerleri için ilk adım olacak büyük turnuvada potansiyellerini göstereceklerine dair parıltılar bizleri heyecanlandırıyordu.

    Türk gibi başla

    Gürcistan maçında attığımız mucize goller belki de bizim iştahımızı kabarttı. Her ne kadar Gürcistan ilk defa katılan bir takım da olsa, gösterdikleri iyi mücadele ile kolay lokma olmadıklarını gösterdiler (ki gruptan çıktılar). Gürcistan’a karşı skor 2-1 iken ortaya koyduğumuz savunma direnci sayesinde daha ilk maçtan bir önceki turnuvanın ölü toprağını üzerimizden atmış olduk.

    Niye mi önemliydi bu galibiyet? Çünkü katılan her takımımıza sürekli olarak yapılan Euro 2008 başarısı kıyası ve çıtanın oraya konulması, üstüne bu kadar kötü iki Euro’dan sonra bu takımın galip gelebileceğini oyuncuların kendilerini inandırmaları lazımdı. Ve evet galip geldik ve gerçekten bir kehanet ortadan kalkmış oldu. Bu ülke tarihinin turnuvalardaki, ilk maç galibiyeti sonucunda belki de performans için en önemli psikolojik faktör devreye girmiş oldu.

    *Özgüven*

    Bizim ülke insanın sosyal genetiği ile de alakalı olacak, uyarılmışlığın artması için ortada olması gereken şey sonuçlar. Sonuç iyiyse eyleme geçmek için bizim kadar heveslisi yok, ta ki sonuç kötü olana dek…

    Takımın aldığı galibiyet ile bir sonraki maç hazır olan dışsal motivasyon, taraftarların yarattığı harika iklim, turnuvanın ilk haftası sonucunda uluslararası kamuoyunda en heyecan verici maçın bizimkisinin olması, milli takıma yönelik gelişen sempati ile gözlerin bizim üzerinde olması, bizim çocukları da harekete geçirmiştir mutlaka.

    Psikolojik Dayanıksızlık

    Üç gün süren çifte bayram havası, alınan kötü bir Portekiz maçı ile kaosa dönmesi de ülkemizden beklenmeyen bir şey değildi elbette. Benim için maçın en önemli çıktısı takımın sonuç odaklı kazandığı özgüvenin yine sonuç odaklı olarak düşmesiydi. Yenilen golden sonra ani düşen konsantrasyonun üzerine yapılan hata sonucunda, oyuncuların odak noktasını sahadan alıp, maç sonrası onları bekleyen havayı düşünmeye itti. Bu durum şaşırtıcı değil çünkü evvelsi gün yaratılan kadro krizi, oynayan oyuncuları sanki vatandaşların veya basın mensuplarının belirlemesi gerekiyormuş gibi oluşturulan hava ve maalesef sosyal medyada etkileşim uğruna yapılan algılar mevcuttu.

    Futbolcularımıza bu durum o kadar yansımış ki mağlubiyetin en kötüsünü yaptılar, çabasız mağlubiyet…

    Psikolojik dayanıklılığı iyi olmayan bir takım olduğumuzu gösteren ibareler devam etti. Turnuva esnasında hangi ülkenin kaptanının basınla konuşurken ağladığı görülmüştür. Sırf takım arkadaşlarını yaratılan baskı ortamında azaltmaya çalışan Hakan Çalhanoğlu buna gerek bile duyulmaması gereken bir amatör kriz yönetimi sonucunda, sorumluluğu kendine aldı.

    Herkesi eleştirmeyi seven insanlar için basit bir malzemeydi Hakan, zaten eleştirmişlerdi. Yeni kişiler gerekliydi.

    Milli Rüzgâr

    Grubun tamam mı devam mı maçında futbol şansı da yanındaydı milli takımımızın. Turnuvanın en genç takımı olan Çekya’nın yaşı daha büyük olan oyuncusunun, takım arkadaşlarına sertlik aşılamak isterken gördüğü kırmızı kart, maçı lehimize çevirdi. Ama bizim için iyi olan nokta bu değildi. Rakibin on kişi kalmasıyla takımımızın skor elde edememesinin getirdiği bir saha içi gerilim vardı. Çekya elenmemek için ikinci golü atması gerekiyordu, Milli takımımızın da elenmemek için gol yememesi gerekiyordu. İşte bu oyuncuların dikkat odaklarını optimal seviyede tutma zorunluluğu getiriyordu. Milli Rüzgarın belki de dönmesini sağlayan şey yine oyuncuların en önemli özelliğiydi, ortaya koydukları çabaları.

    Çabalamadan kaybeden milli takımdan sonra çabalayarak yenilmeyen ve üstüne kazanan takımın yine olumlu yönde geliştirecek bir faktörü de tekrardan yanında getiriyordu. Nam-ı değer Özgüven.

    Takım belki de doğru belirlediği hedefini başarmıştı, yapılamayanı yapıp 16 sene sonra (ne üzücü değil mi?) gruptan çıktı. Bir de bunun oyuncular üzerinde yarattığı kolektif baskıyı düşünün.

    Soğuk yenen intikam 

    Bu takım artık başarılıydı ve artık daha fazlası bizim için bile fazlaydı. Belki de grup ikincisi olarak en sevinilecek bir rakiple eşleşmiştik; Avusturya. Turnuvanın dikkat çeken, yakaladığı jenerasyonu ile iştahlı bu takımın belki de kimsenin eşleşmek istemeyeceği bir takım bizimkisiydi. Ne oynayacağı kestirilemeyen bir oyuncu grubu ile oynamak kolay değildir. Özellikle turnuvanın en yüksek seyirci sayısına sahip, hem de ev sahibini de geçerek, 3 maçta 130 bin seyirciye sahip olmak şüphesiz mükemmel bir etki yaratır.

    Avusturya’nın turnuvadan 3 ay önce hazırlık maçında aldığı ezici galibiyeti, sonuç odaklı insanlara yapacağı şeyi de tabi ki futbolcularımıza yaptı ve böylelikle elimizdeki yeni motivasyon noktası da bulunmuş oldu. Hem de bu sefer içsel bir motivasyon. Bu motivasyona, artan özgüven ve uyarılmışlığımızın sağladığı psikolojik dayanıklılığımızı ekleyince, meyveli pastanın içinde hangi meyvelerin olduğunu bilmeyen insan çekimserliği yaratmış olduk.

    Maçın başında bulunan erken gol o pastaya atılan ilk kesikti işte. Duran toptan atılan gol belki de rakiplerin bizden beklemediği bir şeydi. İkinci golümüz de yine aynı meyveden gelmişti. Merih belki de mecburiyetten oynadığı maçta pastanın kahramanı olmuştu. Hayatın cilvesi ya aynı türden gol yemek de maçın gidişatını değiştirdi. Üçüncü kez yine gol yememek için çaba göstermemiz gerekmesi bizim için turnuvanın portresi. Bu durumlardan sağ salim olarak deneyim yaşayan oyuncuların kendi yeterliklerine inanışı artar. Tabi seyirciler için aynı şeyleri söylemek çok zor.

    Mert Günok’un gerçekleştirdiği mucizevi kurtarış, sadece bir maçın kazanılmasını ve turnuvada ilerlenmesini sağlamadı. Aynı zamanda bu oyunun her zaman seyirciye bir şeyler vaat edebileceğini gösterdi ki bu da bu turnuvada bizim alameti farikamızdı. Takımın en tecrübeli oyuncusunun olmadığı bir ortamda, 19 yaşındaki Arda’nın içinden çıkan lider ruhunun etkilemediği futbol otoritesi yoktur herhalde.

        

    Suyu Bulandırmak

    Her şey iyi giderken, her şeyin iyi gidebilmesine olmayan inancımız kendini yine hatırlattı.

    Merih Demiral’ın gol sevincinin şikâyet edilmesi de Avrupa’dan şaşırılmayacak bir riyakarlıktı. İyi geçen günlerimizi bir kaosa sürükledi ve göz göre göre çifte standart uygulandı ve oyuncumuzun oynama hakkını elinden aldılar.

    Bu olaylar gelişirken, oyuncularımız arkadaşlarının aldığı cezaya tepki için ekstra performans mesajları veriyorlardı. Ama bu Avusturya gibi saha içi bir motivasyon kaynağı değildi. Cezanın bir ulusa kesilmiş olduğu gündemi, aynı zamanda bu oyuncuların vatani bir görev beklentisi yaratmış oldu.

    Dene-yim

    Hollanda maçına kadar kazandığımız tüm maçlarda ilk öne geçen taraf hep bizdik, geriye düştüğümüz olan tek maçta verdiğimiz reaksiyonda hiç iyi bir deneyim değildi. Hollanda maçında takımın ortaya koymuş olduğu efor, her ne kadar takımımızın eksik yönlerini olsa bile onları örtmeye yetiyordu. Oyuncu grubumuz turnuvada var olan diğer oyunculara göre form konusunda da sıkıntı yaşamıyordu. Turnuvada atılan 8 golün 7 farklı oyuncudan gelmiş olması da bunun bize bir göstergesi. Ancak deneyimleyemediğimiz o durum kendini gösterdi ve beraberlik golü maçta yerini almış oldu. Hollanda’lı oyuncuların beden dili geri dönebileceklerini mesajları içerirken bizimkilerin yüzünden endişe kendini belli ediyordu.

    Belki toparlanmak için ihtiyacımız olan süreyi ne saha içinde ne de saha dışında bir karşılığını bulamadık ve momentum sahibi Hollanda’nın ikinci golüne engel olamadık. Futbol için yeterli bir süre olmasına rağmen Samet’in ellerini kafasına koyması tehlike çanlarını bizim adımıza çalıyordu. Saha dışından gelen motivasyonun aşırı olması, kriz durumlarını atlatmak için neler yapılması gerektiği sorusunu hep öteler zaten…

    Futbolcularımız sonun farkında olması ile son gayretlerini de ortaya koydular ama plansızlık ve acelecilikten doğan panik havası maalesef bu sefer sonuç vermedi. Belki de turnuvada devam etmemiz futbolseverlerin ekseriyetinin isteyeceği bir şeydi, olmadı…

    Maç sonu elbette ki kamuoyumuzun konuşması gereken birileri olması gerekiyordu. Vincenzo Montella yapılan eleştirilerinin tek doğru zamanı da buydu açıkçası. Uzun zaman sonra yaşamadığımız duyguları yaşattıkları için teşekkür etmemiz bir durum varken, sözüm ona konuyu yine bir suçlu aramayana döken tipler yerini aldılar. Aklı selim insanlar meclisten dışarı olacak şekilde az önce belirttiğim eleştirmek için yeni malzeme arayanlar için yeni hedef belirlendi. 19 yaşındaki bir gencin üst düzey turnuvada konuşulan şeyi saçı olması ne kadar saçma geliyor değil mi? Etkileşimden vazgeçmeyenler için saçma değil.

    Taraftar bölünmüşlüğü, kaotik futbol iklimi, gündemleri güncelleyerek tüketim toplumunun resmini çizen ülkemiz; beklentileri ayarlayamayarak yaşadığı duyguları, büyüklük hezeyanı ile aşağılık kompleksinin dans ettiği ortamda milli takımının bize sunduğu şey çölde bir vaha gibiydi. Chris Hadfield’in söylediği gibi "Erken başarı en kötü öğretmendir. Aslında hazırlıksız olduğunuz halde ödüllendirilmiş olursunuz ve hazırlanmak zorunda kaldığınızda hazırlanamazsınız. Bunu nasıl yapacağınızı bilemezsiniz." Şimdi bunun üstüne koyup diğer başarılar için hazırlanmak vakti. Uzun lafın kısası Euro 2024 daha bitmeden kendini hatırlatacak nüanslara sahip, bu da geleceğe bıraktığım bir not.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.