HAVUZ MAVİSİ

HAVUZ MAVİSİ
  • 2
    0
    2
    2



  • Keşmekeşin içinde hala yalnızlığı savunuyorsanız, tahammül seviyeniz insanlara karşı en alt seviyeye düşmüşse artık ama bir yandan da sosyalleşmez iseniz delirmekten korkuyorsanız, aynaya bakmaya korkar olduysanız eğer, büyük amacınız eleştirmek ve nefret etmek olduysa popüler kültüre karşı; doğru yerdesiniz. Şiirlerimle ve denemelerimle her hafta buradayım.


    HAVUZ MAVİSİ


    Küçük bir bebeğin ilk defa denize girmeden önceki o rezil ve ahmakça olan korkusunu yaşıyordu. Aslında bebek emin ellerdeydi ve kollarında da şişirilmiş kolluklar vardı. Babası denizde onun boğulmasını engelleyecek ve suyun yüzeyinde hareket etmesini sağlayacak güçteydi. Ama bebek bunun idrakine sahip değildi tabi ki. Denizin nasıl bir mekan olduğunu da henüz bilmiyordu. İllet miydi, ferahlık mı? Bilemezdi. İşte O da kendini itimatın, dinginliğin ve huzurun sularına atmadan önce bu rezilce ve ahmakça korkuyu yaşıyordu. Yaşaması çok da doğaldı. Her şeyi bırakmaya karar vermişti. Kadın, alkol, uyuşturucu, zevk, düşkünlük, ucuzluk, bayağılık. Günümüz insanının, insan yapan bütün alışkanlıklarından kurtulması bu kadar kolay olabilir miydi. Fedakarlık gerekmeyecek miydi? Verdiği bütün fedakarlıkları, vazgeçtiği bütün değerleri ve kaybettiği onca anlamı aklına getirdi. Ne büyük fedakarlıklar yapmıştı, ne yüce kayıplar yaşamıştı. Hatırladı, boğazı düğümlendi. Tamamdı. Hazırdı. Kendisini adaletin ve emniyetin beklediği sulara naçizane vücudunu usulca bırakabilirdi. Hem kollarında da doğruluğun ve iyi niyetin sükutundan yapılmış iki tane de kolluk vardı. Yavaşça ışığa doğru yüzüp gidecekti. Öyle yaptı. gözlerini kapattı etraf sadece alabildiğince maviydi. Su ve gökyüzü birbirine karışmıştı. Göğe mi dalıyor yoksa suya mı belli değildi. İçini bir huzur kapladı. Tek renk. Mavi. Alabildiğince mavi. En sevdiği renk mavi miydi yoksa? Hiç gözleri mavi renkte kız arkadaşı olup olamadığını düşündü, bir an utandı. Saflığın yekpare parlayan ışığına doğru süzülüşünde dünyevi her şeyi bırakması gerekiyordu. En azından böyle olmalıydı. Hafızasını çalı süpürgesiyle temizleyebilseydi keşke. Hiç bir şey kalmasaydı keşke zihninde. En köşesinde bile. Sadece alabildiğince mavi. Çalı süpürgesinin parçaları kalmaz mıydı o zaman da. Kafasını salladı. Kendine kızdı. Zihnini boşaltması lazımdı. Her şeyi boşaltması. Derin nefes aldı. Kollarını iki yana açtı ayak uçlarında yükseldi. Kafasını göğe mi yoksa suya mı bilmediği şeye doğru kaldırdı öne eğildi ama dimdik eğildi. Bütün vücudu bir ok gibiydi sadece ayak uçları eğim alıyordu, topukları havaya kalktı, parmakları büküldü, yüzü yerdeki maviliğe doğru yöneldi. Bıraktı. Her şeyi bıraktı. Geçmişi, geleceği, kaygıları, menfaatleri, hayalleri, gerçekleri, idealleri, her şeyi bıraktı; kendini olduğu gibi. Yüzü maviliğe değdi. Su değildi. Bir biçimi yoktu. Değmiş miydi. Neye değmişti. Gökyüzü olabilir miydi gerçekten bu. Tüm vücuduyla maviliğin içindeydi artık. Mavilik kendi içinde. Kendisi maviydi artık. Yoktu. Bin hücresiyle birlikte maviye büründü. Rahatlık. Huzur. Son. Tüm zerresiyle boşluktaydı. En güzel uykusundan daha güzel. En iyi yatakta uzanmaktan daha rahat. Dile dökülemeyecek kadar keyif veren bir zaman mefhumu, ulaşılamayacak zannedilen bir huzur. Sonsuzluk. 


    Yorumlar (2)
    • Kaleme almış olduğunuz bu metin, kişi oğlunun anlam arayışını kaybettiği böylesi bir dönemde, -hürriyete mi, yoksa tutsaklığa mı doğru gittiğini bilmediği bir iklimde- kışın ortasında, buz gibi soğuk bir suya dalıyormuşcasına çarpıcı bir etki yarattı ben de. Gerçekten de, insanlık bugünkü gidişatıyla "Göğe mi dalıyor, yoksa suya mı?" Yazınızı okurken, edebiyatımız taze bir Bilge Karasu'mu kazanıyor diye düşünmeden edemedim. Kaleminize, edebiyatınıza sağlık.

      • Sert felsefi. Harikulade

        Yorum Bırakın

        Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.