Bir Toplumun Kalbinde Derinleşen Yaralar

Bir Toplumun Kalbinde Derinleşen Yaralar
  • 0
    0
    0
    0
  • Bazen bir haberle irkiliriz. Bazen bir ses, bir görüntü ya da sokakta karşılaştığımız bir bakış içimizi titreten bir acıyı hatırlatır. Bu acı yalnızca bize ait değildir; sanki hep birlikte yaşamış, hep birlikte yara almışız gibidir. İşte bu, kolektif travmanın sessiz yankısıdır.

    Toplumsal olaylar yalnızca politik, ekonomik ya da kültürel bir düzlemde yaşanmaz. Aynı zamanda duygusal ve psikolojik düzeyde de etkiler bırakır. Depremler, savaşlar, toplumsal çatışmalar, zorunlu göçler, kayıplar, sessizleştirilmeler, adaletsizlikler… Her biri, toplumun kolektif hafızasında izler bırakır. Bu izler bazen sessizdir, bazen haykırır ama her zaman vardır.

    Kolektif Travma Nedir?

    Kolektif travma, bir topluluğun büyük bir kısmının aynı anda maruz kaldığı sarsıcı deneyimlerin bıraktığı psikolojik izlerdir. Bu tür travmalar, bireylerin güven duygusunu, aidiyet hissini, hatta kimlik algısını dahi etkileyebilir. Çünkü insan sadece birey değil, aynı zamanda bir bütüne ait olan sosyal bir varlıktır.

    Kolektif travmalar, yalnızca bireysel acılarımızın toplamı değildir. Aynı anda binlerce insanın yüreğinde benzer bir sızı oluştuğunda, o artık toplumsal bir yaranın habercisidir. Üstelik bu yaralar, yalnızca bir olaya değil, o olayın etrafında oluşan suskunluk, inkâr, ya da duyarsızlıkla da derinleşir.

    Psikoloji literatürüne göre bu tür travmalar, bireysel travmalardan farklı olarak daha karmaşık ve çok katmanlıdır. Çünkü kolektif travma yalnızca geçmişi etkilemez; geleceğe dair algıyı da şekillendirir. Travmanın yarattığı duygular—kaygı, umutsuzluk, öfke ya da donakalma—toplumun geneline yayılabilir.

    Hissettiğimiz Ama Söyleyemediklerimiz

    Kolektif travmaların belki de en sessiz özelliği, çoğu zaman dile getirilmeden yaşanmasıdır. Herkes bilir, herkes hisseder ama kimse tam olarak anlatamaz. Çünkü anlatmak için kelime yetmez bazen. Ya da kelimelerin karşısında yeterince güvenli bir zemin yoktur.

    Bu da insanların iç dünyasında yalnızlık hissini doğurur. ‘Bu sadece benim hissettiğim bir şey mi?’ sorusu, bireyleri izole eder. Halbuki bu duygular çok daha yaygındır. Toplumsal bir acının bireysel etkileri genellikle içselleştirilir, hatta kişisel bir eksiklik gibi algılanabilir. Bu noktada farkındalık, ilk ve belki de en önemli adımdır.

    Travma, Sessizlikte Kök Salan Bir Şeydir

    Psikolojide travma, sadece yaşanan olay değil; o olay karşısında gösterilemeyen tepki, bastırılan duygu, engellenen ifade hakkıdır.

    Ve kolektif travmalarda bu bastırılma, çoğu zaman toplumsal mekanizmalarla olur:

    ‘Unutalım artık.’
    ‘Hadi gündem değişti.’
    ‘Zaten yapacak bir şey yok.’

    Oysa bilim bize şunu söylüyor: Bastırılan duygular bedende kalır. Susulan acılar, kuşaktan kuşağa aktarılır. Bir bireyin yasını tutmasına nasıl ihtiyaç varsa, bir toplumun da bazı olayların yasını tutmaya, onları görünür kılmaya hakkı vardır.

    Çünkü bastırılan travmalar sadece psikolojik düzeyde değil, fizyolojik olarak da iz bırakır. Travmatik deneyimler beynin amigdala, hipokampus ve prefrontal korteks gibi bölgelerinde kalıcı etkiler yaratabilir. Özellikle ifade edilememiş acılar, ‘donmuş’ bir stres tepkisi yaratır. Bu da bireyin travmaya dair belleğini işleyememesine, bazı anılarda takılı kalmasına neden olur.

    Toplumsal düzeyde ise travmalar, ortak hafızaya kazınır. Yani sadece bireyler değil, kolektif bilinç de yaralanır. Türkiye gibi geçmişinde doğal afetler, ekonomik krizler, şiddet olayları ya da adaletsizlikler gibi pek çok toplumsal kırılma yaşamış toplumlarda, bu travmalar birikir; bazen gündelik hayatın içinde tetiklenir, bazen de nesiller arası aktarılır. 

    Örneğin 6 Şubat 2023’te yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremler, sadece bölge halkını değil, milyonlarca insanı etkiledi. Depremi yaşamamış insanlar dahi o gece ve sonrasında derin bir çaresizlik, suçluluk ya da öfke hissetti. Sosyal medyada paylaşılan yardım çağrıları, göç hikayeleri, yıkılan hayaller… Bunların hepsi, ortak bir hafızada yer etti. Ancak zaman geçtikçe toplumda yeniden o tanıdık baskı sesi yükseldi: ‘Artık normale dönelim.’ Oysa hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

    Travmalar sadece olan biteni hatırlamakla değil, olan bitene verilen anlamla şekillenir. Ve eğer bu anlam inşa edilmezse, yani yas tutulmazsa, o travma çözülmeden kalır. Sadece bireylerin değil, tüm toplumun davranışlarına, kararlarına ve gelecek algısına sızar.

    Bu yüzden ‘unutmak’ değil, ‘hatırlayarak iyileşmek’ bir seçenektir. Çünkü konuşulmayan her acı, bir sonraki nesle hikayesi eksik, duygusu yarım bir miras olarak kalır. Çünkü ifade edilmeyen her duygu, biz fark etmeden davranışlarımızda, ilişkilerimizde ve bedenimizde yer eder.

    Toplumsal yasın tanınmaması, yalnız bireyleri değil, o toplumun geleceğini de etkiler. Kendini güvende hissetmeyen, acısını paylaşamayan bir toplum, kolektif olarak iyileşemez.

    Toplumsal Bellek ve İyileşme Mümkün mü?

    Bu yazı, çözüm reçetesi vermek için değil. Çünkü her toplumun, her bireyin yarası farklı. Ama iyileşme, her zaman ‘fark etmekle’ başlar. İşte belki de bu yazının varlığı, o farkındalığa bir çağrıdır.

    Toplumsal belleğimiz, unutmakla değil hatırlamakla iyileşir. Psikoloji bilimi bize travma sonrası büyüme (post-traumatic growth) kavramını anlatır: Yani her yara bizi yalnızca zayıflatmaz; aynı zamanda güçlendirebilir, anlam kazandırabilir. Ama bu, ancak görerek, anlayarak ve paylaşarak olur.

    'Toplumsal belleğimiz' dediğimiz şey, bir toplumun geçmişte yaşadığı olayların, özellikle de travmatik olanların, ortak hafızada nasıl yer aldığıyla ilgilidir. Bu belleğin sağlıklı işleyebilmesi için olayların üzerini örtmek, 'unutalım gitsin' demek yerine, bu olayları konuşmak, yasını tutmak ve yaşananları anlamlandırmak gerekir.

    Hatırlamak, sadece geçmişi yeniden yaşamak değildir; aynı zamanda geçmişin üzerindeki sessizliği kırmak, onunla ilişki kurmak ve geleceği bu farkındalıkla inşa etmek demektir. Unutmak, acıyı dondurur; hatırlamak ise o acının içinden geçerek iyileşme sürecini başlatır.

    İyileşme, yalnızca bireysel bir süreç değil; aynı zamanda kolektif bir dayanışma halidir

    Duygularımızı bastırmak yerine anlamlandırmayı seçtiğimizde,

    Sessizlikle değil, açık ve şefkatli bir iletişimle yaklaştığımızda,

    Acıya sadece tepki değil, sorumlulukla eşlik ettiğimizde iyileşme başlar.

    İyileşme sürecinde hepimizin küçük ama etkili rolleri olabilir: Birini dinlemek, sessiz bir destek sunmak, tanık olmak, farkındalık yaratmak. Bazen sadece “Ben de aynı şeyleri hissediyorum,” diyebilmek bile, birinin yükünü hafifletebilir.

    Çünkü bazen bir toplum, en çok acısını paylaşarak iyileşir. Ve en derin sessizlikler, birinin ‘Ben buradayım’ demesiyle dağılır.

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.