Can Sıkıntısından Kurtulmak

Can Sıkıntısından Kurtulmak
  • 2
    0
    0
    0

  • Merhaba,

    Edip Cansever'in dizelerinde bahsettiği gibi kendine has, ayrıntıya, aykırıya, ayrıksıya ve azınlığa hitap ettiğim başka bir yazıma hoş geldiniz.

    Konumuza geçmeden önce   bir  yazar biyografisi paylaşmak istiyorum.

    Gabriel Garcia Marquez 1928'de Kolombiya'nın küçük bir kasabasında doğdu. Yoksul bir ailesi vardı. Hukuk öğrenimini yarıda bıraktıktan sonra gazetecilik yapmaya ve öykü yazmaya başladı. Marquez 2001'de The Guardian'a verdiği röportajda yoksulluğunu şöyle anlatıyordu:

     

    "1966'da eşim Mercedes ile birlikte Yüzyıllık Yalnızlık'ın özgün el yazmalarını Arjantin'deki bir yayınevine göndermek için postaneye gittik. Dosya 590 sayfaydı. Postane görevlisi paketi tartının üzerine koydu ve şöyle dedi: 'Borcunuz 82 peso.' Eşim kağıt paralarını saydı, cüzdanımdaki bozuklukları çıkarttı ve beni durumun gerçeği ile yüzleştirdi. Bizde sadece 53 peso vardı."

    Yüzyıllık Yalnızlık basıldıktan sonra dünyada milyonlarca sattı. Marquez 1982'de Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü ve 2014'te Meksika'da hayata veda etti.

    Sonra Kolombiya hükümeti ne yaptı biliyor musunuz?

     

    Bir zamanlar yazdığı romanı değerlendirmeye alsınlar diye yayınevine postalayacak parası bile olmayan Marquez'in fotoğrafını 50 bin pesoluk banknotlara bastılar. Şahane, değil mi?

     

    Şimdi geçelim konu başlığımıza:

    Can sıkıntısından nasıl kurtulabiliriz? Nedir bu sıkıntı meselesi ve zaman zaman hepimizin içine düştüğü bu girdaptan nasıl güçlenerek çıkabiliriz?

    Bu konuda referans olarak alacağım yazar Marcel Proust olacak.

    Resmi olarak dünyanın en uzun romanı olan Kayıp Zamanın İzinde'yi yazmıştır. Romanda 1.2 milyon sözcük vardır, yani Savaş ve Barış'ın iki katı.

    Peki bu romanda ne oluyor derseniz? Romanın başlarında kahramanımız can sıkıntısı ve depresyonla mücadele ederken,

    bir gün bir fincan bitki çayı içip yanında bir tane kek yer. Bu tatlar, birdenbire kokuların da bazen yaptığı gibi, onu geçmişe, çocukluğuna götürür.

     Böylece aklına düşen anılar onu kendine getirir ve içi tekrar umut ve şükranla dolar. Hatta böyle anlar için kullanılan bir terim de vardır: 'Proustiyen bir an'.

    Proust'a göre alışkanlıklarımız hislerimizi uyuşturur ve bizi örneğin bir gün batımının güzelliğini izlemekten alıkoyar. Çünkü yetişkinler büyük hedefler peşindedir; şöhretin, paranın, kariyerin ya da güç istencinin peşinde koşarlar.

    Oysa çocuklar mesela su birikintilerinde oynar, yatakta zıplar ve salçalı ekmek gibi basit ama harikulade şeyler karşısında heyecan duyarlar.

    İşte Proust'a göre can sıkıntısından kurtulmanın yolu tam da budur: Çocukken sahip olduğumuz merakı, heyecanı, sadeliği ve tutkuyu yetişkinlikte tekrar kazanabilmek, yeni bir farkındalık kazanabilmek. Proust bunu küçük bir azınlığın yapabildiğini söyler. Bu kişiler ise sanatçılardır.

    Sanatçıları hayata hak ettiği görkemi tekrar veren insanlar olarak betimler.

    Yalnız buradaki sanatçı kavramı işini iyi yapan herkesi kapsar. Yani bir ayakkabı tamircisi ile 7 senfoni besteleyen Beethoven arasında bir fark yoktur. Şayet ikisi de işini tutkuyla ve estetikle yapıyorsa.

    Gündelik yaşamdaki zarafet, basit şeylerden haz duyma... Proust işte romanında bunlardan bahseder. Yani hayatınızın sıkıcı olduğunu düşünüyorsanız, bunun sebebi doğru yere bakmıyor oluşunuzdur; çünkü hayat güzel, karmaşık ve hayranlık verici şeylerle dolu.

    Dolayısıyla yolda karşılaşılan bir insanla selamlaşmak ya da bir kedinin başını okşamak gibi basit ama önemli eylemleri atlamamak lazım.

    "Sadece sıkıcı insanlar sıkılır," diyen Bukowski'ye de buradan bir selam gönderelim.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.