Advertisement

Kanıksanmış Aldanışlar Festivali: Yanılgının Anatomisi

Kanıksanmış Aldanışlar Festivali: Yanılgının Anatomisi
  • 3
    0
    0
    0
  • "Aynada iskeletini
    görmeye kadar varan kaç
    kaç kişi var şunun şurasında?"

    (İsmet Özel)

    Aldanmak, insanlık durumunun en eski ve en tanıdık halllerinden biridir. Fakat ne tuhaftır ki, her seferinde bir ilkmiş gibi sarsar bizi. Düşünsel düzlemde bakıldığında aldanma, bireyin toplumsal yapılarla kurduğu ilişkinin kaçınılmaz bir sonucudur. İdeolojilerin, mitlerin, reklamların ve hatta aşkın sunduğu sahte vaatler; modern bireyin aldanmaya olan meylini güçlendirir. İnsan, çoğu kez hakikati değil, ona huzur vadeden yalanı tercih eder. Bu tercihler ağı, sonunda “sıradan” bir aldanma estetiği yaratır.

    Aldanmak deyince akla ilk gelen, bireyin birey tarafından yanıltılmasıdır. Oysa daha derin bir bakışla, bireyin kendi kendisini aldatması bu fenomenin en trajik biçimidir. Düşünürler bu durumu yalnızca bireysel zaaflarla değil, toplumsal yapıların ve iktidar ilişkilerinin bir sonucu olarak da okur. Modern toplumda birey, tüketim kültürünün, medyanın ve ideolojilerin girdabında şekillenen bir benlik yanılsaması içinde yaşar. Bu yanılsama, ona gerçekliği sunmaz; aksine, gerçekliğin parodisini yaşatır. Tam da bu noktada, Baudrillard’ın simülakrlar evreniyle karşılaşırız. Hakikatin yerini imgeler almıştır, imgelerin ardındaki boşluk ise bir aldanma yumağıdır. Günümüz tekknolojik toplumlarında ise aldanma, artık bir zafiyet değil, bir normdur. Sosyal medya bu normun en canlı sahnesidir. Dijital benlikler, sahte mutluluklar ve pozlanmış hayatlar üzerinden yaratılan bu simülasyon, bireyi yanılgı ve aldanmanın delhizlerinde sersemleştirir.

    Fakat aldanmanın sıradanlığı sadece modernliğin sahnesinde değil, çok daha önce kurulmuştu. Antik Yunan tragedyalarında kahramanlar çoğu kez bir aldanışın kurbanıdır. Kendi kehanetlerine aldanan Oidipus, farkında olmadan trajedisini elleriyle yazmıştır. Sophokles’in kaleminde aldanış, bir ahlaki çöküş değil; bilginin sınırlarında dolaşan bir insani zaaf olarak resmedilir. İşte tam da bu nedenle, edebiyat aldanmayı bir günah değil, bir kader olarak işler. Dostoyevski’nin Raskolnikov’u adalet arayışında kendini kandırır; Camus’nün Meursault’su toplumsal normlara yabancı kaldığı için ‘aldatılmış’ bir dünyada yaşar.

    Bu edebi figürlerin ortak özelliği, hakikati ararken yoldan sapmalarıdır. Hakikatin ise çetin, kanlı, dikenli bir yolu vardır. Bu yol çoğu zaman yalnızlıktan geçer. Çünkü insan kalabalıklar içinde aldanmaya daha müsaittir. Kalabalık, insana düşünme değil, uyum sağlama refleksi kazandırır. Sosyolojik olarak bakıldığında, aldanma çoğu zaman bir adaptasyon/ sosyalizasyon biçimidir. Toplumun genel kabullerine, otoritelerin belirlediği normlara, dini ya da ideolojik söylemlere sorgusuzca boyun eğmek, konforlu bir aldanıştır. Bu yüzden aldanma sadece bir zayıflık değil, aynı zamanda bir korunma mekanizmasıdır.

    Görüntü ve göstergelerin hakikati ifşa etmek yerine daha çok gizlemeye sebep olur. Nitekim gerçeklik göstergelere haps olunmayacak kadar taşkın bir forma sahiptir. René Magritte’in “İmgelerin İhaneti” adlı tablosunda bir pipo resmi altında yazan “Bu bir pipo değildir.” yazısı gibi sanatçı da gerçekliğin temsilinin gerçek olmadığını vurgular.

    "Bir gün yalnızlık biter, fakat her gün yeniden başlar aldanış."

    (İsmet Özel)

    Yine başka bir noktadan olmak üzere toplumsal ilişkilerde aldanma, yalnızca bireyler arasında yaşanmaz. Devlet, medya, eğitim ve din gibi kurumlar da bu ilişkinin aktörleridir. Althusser’in ideolojik aygıtlar teorisi burada devreye girer. Eğitim sistemi bireyi “iyi yurttaş” kılığında topluma entegre ederken, aslında onu belirli bir dünya görüşüne alıştırır. Bu alışkanlık hali, bireyin aldanmayı sorgulamasını imkânsızlaştırır. Böylece aldanma, yalnızca bir anlık gaflet değil, sistematik bir yaşam biçimine dönüşür.

    Ancak tüm bu karanlık tabloya rağmen, aldanmak yalnızca trajik değil, aynı zamanda insani bir edimdir. Sevdiğimizde, inandığımızda, umut ettiğimizde aldanmaya açık hale geliriz. Bu kırılganlık, aynı zamanda insanın yüceliğini de içerir. Çünkü aldanan insan, hâlâ inanan insandır. İnancı sarsıldığında bile, o inancın yüceliğine tutunmak ister. Bu, hem bir zaaf hem de bir erdemdir.

    “İnsanın özü, iradeyle değil, yanılmayla biçimlenir.”

    (Goethe)

    Aldanmanın sıradanlığı, bu yanılgıların sürekliliğinde yatar. Her yeni umut, her yeni inanç bir öncekinin enkazı üzerine inşa edilir. Birey, her defasında bir önceki aldanmasını unutur gibi yaparak yeniden inanır. Çünkü insan, unutmadan inanamaz. Belleğin bu seçici yapısı, aldanmayı sürdürmenin temel taşıdır. Sonuç olarak, aldanmak bir hatadan ibaret değildir. İnsanın dünyaya attığı ilk adım kadar doğal, ilk sözü kadar masumdur. Ancak bu masumiyetin içinde hem trajedi hem de umut vardır. Çünkü aldanmak sadece bir kayboluş değil, aynı zamanda yeni bir kendilik bulma sürecidir.

    Ve her sabah o aynaya bakarken, aldanışlarımızla yeniden yüzleşir, onları içimize sindirir, kimi zaman unutur, kimi zaman da onları sanata, söze, devrime dönüştürürüz. İşte bu yüzden aldanmak, sıradan olduğu kadar insanca, insanca olduğu kadar da derin ve zaruridir.

    “Her şey geçici, yalnızca yanılgı kalıcıdır.”

    (Goethe)


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.