Omuz Bekir'in Omurga Merhamet'in

Omuz Bekir'in Omurga Merhamet'in
  • 0
    0
    0
    0
  • Herkesi, her şeyi sorguladığım; dişlerimi sıka sıka çenemi meşgul ettiğim, kafamın ve vücudumun ritim attığı ahenksiz, ezgisiz, bestesiz zamanlarda karşıma çıkmasa yazı değeri oluşturmayacaktı… Ama o bir realite. Yüksek enflasyon ve dengesiz kriz, sıfırları değersizleştirmiş ve çalışanları bir tüketim açlığına sürüklemiş, herkes kadar beni de yormuştu.

    Tavla oynadığım ve hep risk alıp oyunu kazanan bir adamın varlığı, bana yeniden ete kemiğe bürünüp "insan mı olsam?" dedirttiğinde fark ettim onu. Paylaşacak çok şeyi vardı… Ama daha beni tanımıyordu.

    “Tavla insanın karakterini yansıtır. Sen intihar edip, bir anda yeniden var oluyorsun,” dedim.

    “Hayat da böyle değil mi?” dedi.

    Haklıydı. Sustum. Kazandığı için dişlerimi yine sıktım. Hiç risk almadığım, ya da risk alıp da bu kadar mutlu olmadığım için mi bilmem ama üzüldüm. Gür sesiyle masaya çay ısmarlamasında ayıldım. Bu adamda bir şey vardı: Rahat, vakur, iyi ve sevgi dolu… Sinirimi bozuyor.

    Neyse ki gitti. Bir daha risk alıp kaygısız olanlarla aynı masada oturmama kararı aldım. Adam, sanki hayattaki bütün şansımı beraberinde götürmüş gibiydi.

    Bir hafta boyunca rutin bir hayatım oldu. Yolda yürüyüp "Neden hiçbir şey yolunda gitmiyor?" diye düşünürken omuzlarımız çarpıştı. Tanrım, yine o kalın ses, yine bol bağlaçlı telefon muhabbeti:

    "– Aa evet, birazdan geliyorum."

    Şimdi de bana fazla özgüvenli gelen gülümseyiş… Gözlerimi geniş omuzlarına diktim. Yani, bana gülümseyeceksen önce özgürlüğümü kısıtlayan omuzlarını terbiye et, der gibiydim. Keşke gözlerinde bir kelime hazinesi olsa. Anlamazdan geldi. Sanki telefonundaki yüklemin öznesi gibi elzemdim. Petrol bulmuş gibiydi. Bunu, omuzlarını hâlâ kesen asabi gözlerim sonradan fark etti.

    Hasan Sabbah haşhaşisi gibi, 50 saniye sonra kol kola gidiyorduk. Sustum. Sustu. Taksiye bindik. O yüklemi, ben özneyi… Ben omzu, o insanlığı arıyordu.

    Uzak bir mahallede durduk. Taksici, Tanrı, o ve bekleyenler… Herkes bekliyordu bizi. Omuzlarım arkamda, merak algım önümde, çeyrek vücut, yarım bilinmeyen ilerliyoruz. Elimizde onlarca poşet… Omuzlarımız görünmüyor. Gittik!

    Bizi çok esmer, kirli ve vitaminsiz bir topluluk karşıladı. Çoğu çocuktu ve kimse onun omuzlarına bakmıyordu. Ben de bakmadım. Bana sarılan, öpen çocuklara onun omzunu gösterdim. "Bu omurgadan değilim," dedim. Etten sonra çirkin, korkunç bir iskeletin… diyecektim ama herkes o kadar mutluydu ki, “Bir parça da ben alsam,” diye bencillestim.

    Çoğu engelli olan göçmen çocuklara oyuncak, ailelerine öteberi götürdük. Omzuna vuranı da, yazıyı okuyanı da götürdük. Herkes gelsin mi, Bekir Ağabey?


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.