Yedinci Mühür - Satranç Tahtasında Ölümle Yüzleşmek

Yedinci Mühür -  Satranç Tahtasında Ölümle Yüzleşmek
  • 0
    0
    0
    0
  • Sen neye inanırsan inan, ister Müslüman ol, ister Hristiyan, ister hiçbir dine inanma... bir gerçek var: Öleceksin. Bu kesin. Ne kadar ertelersen ertele, ne kadar görmezden gelirsen gel, ne kadar genç, sağlıklı ya da zengin olursan ol… Ölüm, bir gün senin de kapını çalacak. Tıpkı Yedinci Mühür filmindeki şövalye gibi.

    Şövalye, Tanrı için savaşa gitmiş. İnsan öldürmüş, hayalleri olmuş, yorgun düşmüş. Yıllar sonra dönüyor ama Tanrı yok. Dua ediyor, karşılık alamıyor. Ve bir gün, karşısına simsiyah pelerinli biri çıkıyor: Ölüm. Ona diyor ki: “Henüz hazır değilim. Oyun oynayalım.” Çünkü korkuyor. Çünkü hazır değil. Çünkü kalbi hâlâ bir cevap arıyor: Hayatım boşuna mı geçti? İnandığım şeyler doğru muydu? Gerçekten bir yaratıcı var mı? Yoksa ben kendi kendimi mi kandırdım?

    Bu sorular sana da tanıdık geliyor değil mi? Çünkü biz de aynıyız. Gün içinde para, iş, okul, ilişki, eğlence… her şeyle ilgileniyoruz ama ölüm aklımıza bile gelmiyor. Ta ki bir yakın öldüğünde, bir mezarlığın yanından geçtiğimizde ya da bir an olsun kalbimiz duracak gibi olduğunda... o sessiz, o soğuk hakikat içimize sızıyor: “Bir gün ben de gideceğim.”

    İşte Yedinci Mühür bunu yüzümüze çarpıyor. Filmde ölüm insana bir canavar gibi değil, kaçınılmaz bir misafir gibi gelir. Ne bağırır, ne tehdit eder. Sadece gelir. Ve geldiğinde herkes susar.

    O yüzden filmdeki şövalyenin sorduğu soru hepimizin sorusudur: Ben neden yaşıyorum? Ve öldüğümde ne olacak?
    Eğer bir dine inanıyorsan, bu soru daha derindir. Çünkü hesap vereceğine inanırsın. Müslümansan, ahirete, hesaba, mizana, cennete ve cehenneme inanırsın. O zaman sormalısın: “Ben bu hayatı boş mu yaşadım? Bu kalbi neye açtım? Kime kul oldum? Allah’a mı, yoksa paraya, egoya mı?”
    İnançsızsan bile kaçamazsın bu sorudan. Çünkü ölüm senin için daha soğuk, daha karanlık gelir. Ve eğer hayat bir gün bitecekse, bu kadar acının, sevdanın, gözyaşının anlamı neydi?

    Bak, filmde bir oyuncu ailesi var. Jof, Mia ve bebekleri Mikael. Onlar saf, temiz, kimseye zarar vermeden yaşıyor. Şövalye ölümden birkaç saat çalıyor ki bu aile kurtulsun. Film bize diyor ki: “Belki Tanrı susuyor. Ama sen yine de iyiliği seçebilirsin. Belki cennet var, belki yok. Ama sen cehennemi bu dünyada başkalarına yaşatma.”
    Bu, dindar için de ateist için de geçerli. Çünkü bazen Tanrı konuşmaz ama vicdan konuşur. Bazen melek görünmez ama bir çocuğun gözleri sana doğruluğu hatırlatır.

    Ve film şunu diyor: Hepimiz satranç oynuyoruz ölümle. Her sabah kalkmak bir hamle. Birini kırmak, birini affetmek, dua etmek ya da lanet okumak, hepsi birer hamle. Ölüm son hamleyi yaptığında ise oyun biter. O yüzden ölüm gelmeden önce senin ne oynadığın önemli.

    Korkmalısın ölümden. Çünkü ölüm korkusu seni uyanık tutar. Çünkü ölüm korkusu olan insan haddi bilir. Burnu büyümez. Kimseyi ezmez. Hakkı yerken iki kere düşünür. Herkes Allah’tan bahsediyor ama ölümden bahseden az. Çünkü ölüm konforu bozar. Ama işte gerçek odur: Ölüm bize bu hayatı doğru yaşamak için verilmiş en net işarettir.

    Sonuç mu?

    Bir gün Ölüm gelecek. Sana da, bana da. Elinde satranç tahtası yok belki ama günlerin azaldığını gösteren başka şeyler var: Büyüyen çocuklar, kırlaşan saçlar, yavaşlayan adımlar.
    Bu yüzden şimdi sor:
    “Ben neye inandım?”
    “Bu hayatı nasıl yaşadım?”
    “Bir anlam bulabildim mi?”
    Ve hepsinden önemlisi:
    “Hazır mıyım?”


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.