Dikkat! Bu inceleme yoğun David Lynch sevgisi barındırmaktadır.
Gerçeklik nedir? Anılar mı? Yaşanılan ve paylaşılan hikayeler mi? O halde hayal gücüyle oluşturulan hikayeler nedir? Onlar gerçek midir? Veya yeterince anlatılırsa gerçek mi olurlar?
Peki ya hikayelerle oynanan oyunlar? O oyunlar inanılarak oynanılırsa sonunda gerçek mi olurlar? Ya da gerçeklik dediğimiz şey bir oyun mudur?
Belki de öyledir. Belki de hepimiz birilerinin oyunundaki hikayeyizdir ve zarları bir başkası atıyordur. Fakat Tanrı da zar atmaz, değil mi?
Semih Ellialtı, Kemikler Ve Kartlar ile işte bu soruları merkezine alıyor ve cevapların etrafına hayal gücüyle ilmek ilmek enfes bir fantastik evren örüyor. Gerçekliği, oyunlar ve hikayeler üzerinden sorguluyor ve bizlere bu sorgulama çerçevesinde oyunlarla bezeli bir hikayeler dizisi sunuyor.
Kitabın açılışı kapılarını sadece sabaha karşı ve o da yalnızca 1 saat için açan, tek oyunu zarlar olan, bilinmezliğin merkezi Duryodhana kumarhanesiyle yapılıyor. Yazar burada yaşanan olayları öylesine gizemli, öylesine çarpık ilerletiyor ki; zihnimizdeki asla yaşlanmayan*, çevik ve atik merak duygumuzu yattığı yerden kaldırıp işe koşarak daha kitabın ilk sayfalarından bize kancayı takıyor ve bizi kitabın içerisine hapsediveriyor. Hem de üstelik bunu yalnızca on beş sayfa ile başarıyor. Müthiş dışında başka ne denilebilir ki?
*Yaşlanmaz ama yetersiz beslenme yüzünden halsiz ve yorgun düşebilir. Bu gibi durumlarda şahsi kitapçınıza veya kitap zevklerini beğendiğiniz kişilere başvurmanız önemle tavsiye edilir.
**Şahsi Kitapçılar, Kütüphaneler Birliği tarafından kişilere atanan özel kişilerdir. Birlik yeterince kitap okuduğu belirlenen adaylara bir dizi test uygular ve testi geçen adayları birliğe dahil eder. (Bahsi geçen testler için Bknz. Eyes Wide Shut)
Peki nedir bu kanca? Nesi ilginç Duryodhana kumarhanesinin?
Cevap: Sorular; yazarın gizemli kurgusuyla kendi kendimize sordurttuğu sorular.
On beş sayfanın her anında yazar bize Evren ile ilgili küçük küçük ipuçları bırakıyor ve her ip ucuyla kendi kendimize sorular sorduruyor. Kumarhanede neden yalnızca 1 saat çalışıyor? 1 saatin sonunda içeride kalanlara ne oluyor? Neden tüm kumarbazlar tedirginlik içinde? Neden sadece zar oyunu oynanıyor? Zarlar şans ile mi çalışıyor yoksa büyü mü var işin içinde? Ve neden bu kumarhane tüm yasaların üstünde? Ve neden etki alanları bu kadar geniş?
En sondaki iki soru kumarhane bölümleri biterken özellikle aklımıza kazınıyor ve işe koştuğumuz merak duygumuzun karının guruldamasına neden oluyor. Fakat asıl açlık kumarhane sorasındaki bölümlerde hissediliyor. Çünkü kumarhane sonrasında yaşanan her olay bir önceki ilginçliği aratır nitelikte oluyor ve kitap boyunca; “Allah, Allah… Evet, şey, ee bu nereden çıktı şimdi? Hmm nasıl yani?” gibi tepkiler verip duruyoruz. Adeta bir David Lynch filmini okuyoruz.
Fakat David Lynch efekti her ne kadar kitabı okumayı oldukça hızlandırsa da bazen karakterlerin motivasyonlarını anlamamızı da güçleştiriyor. Burayı biraz detaylandırayım;
Hikayeyi; biri zarla hayatını idame ettiren kumarbaz Esved, diğeri kumarhanede garson olan Beyaz üzerinden deneyimliyoruz. Bu ikili kitabın en başındaki Duryodhana kumarhanesi olaylarıyla bir araya geliyorlar ve o andan itibaren tek bir kaderi paylaşıyorlar. Fakat bu birleşimin neden devam etmesi gerektiği biraz havada kalıyor. Çünkü olayların seyri çok hızlı ilerliyor ve bize hem yeterli bilgi sağlanmıyor, hem de az olan bilgilerin sindirilmesi için yeterli süre tanınmıyor.
Bir diğer örnek ise; olaylara dahil olan üçüncü karakterin Esved ve Beyaz tarafından oldukça hızlı kabul görmesi. Bu karakterin dahil olması ile aynı zamanda zarlar üzerinden kurgulanan büyü sistemi de açıklanıyor ve bu zamana kadar büyüden haberi olmayan karakterlerimiz (ve haliyle biz) hem büyünün varlığını hem de bu yeni karakteri neredeyse hiç direnç oluşturmadan hemen kabulleniyorlar. Bu durumun biraz gerçekçiliği kırdığını söylemeliyim. Belki karakterlerin biraz tereddüt yaşayıp olaylar karşısında direnç gösterdiği kurgu içerisine yedirilmiş birkaç sayfanın kitaba eklenmesi inandırıcılık açısından daha iyi olabilirdi.
Yine de şunu belirmekte bir kere daha fayda var; biz bir David Lynch filmi içerisindeyiz. Yani hiçbir şeyi sona gelene kadar tam olarak anlayamayacağız, hatta sona gelsek bile anlayamayacağız. Ya da bir başka değişle Matruşka bebeklerinin en üst katmanındayız ve ancak tüm katmanlar açıldığında her şeyi anlayabileceğiz.
O halde arkanıza yaslanın ve dikkat kesilin. Çünkü ilk büyük katman açılmak üzere…
Geçmiş ve KARTLAR.
Yazar ilk büyük katmanı kitabın tam ortasında karakterlerin geçmişine dönerek açıyor ve bizi farklı bir boyuta açılan bir geçitten geçirerek* hayal gücünün derinliklerinde atıp oyunların ve hikayelerin diyarına götürüyor. Fakat bu geçit öyle bir geçit, öyle bir dönüm noktası ki sayfaları çevirirken ağzımızdan istemsiz bir “ooooo!” kaçmasına engel olamıyor, kaykılarak oturduğumuz yerden bir anda dikeliveriyoruz.***
*David Lynch’in Lost Highway (Kayıp Otoban) filmini izleyenler bilirler, filimin ortalarında bir yerde bambaşka kişiler, bambaşka olaylar cereyan eder. İzleyen olarak hiçbir şey anlamayız. Hatırladınız mı? Hah! İşte bu geçiş öyle bir geçiş değil. Bu geçiş, maviden yeşile kusursuz bir geçiş.
Ve işte tam da bu yüzden kitabı okurken sizlerin de böyle tepki vermenizi istediğim için inceleme boyunca hikaye örgüsüne ve konuya hiç değinmeyerek buraları hep “olaylar” olarak geçiştirdim.
Çünkü bu “ooooo!” hem zekice dönülen köşenin yarattığı hayretin, hem “olayları” anlamlandırmanın*, hem de yepyeni bir kurguya başlamanın getirdiği “ooooo!”
Çünkü bu “ooooo!” hayatta karşımıza nadiren çıkan ve herkesin mutlaka yaşaması gereken bir “ooooo!”
Çünkü bu “ooooo!” Semih Ellialtı’nın kendi Tavşan Deliğinden bizi aşağıya yuvarlamasının, Alice olmanın ve Alice gibi hissetmenin getirdiği "ooooo!
*David Lynch üstümüze ilginç ilginç garip grup şeyler atacaksan işte böyle toparlayacaksın. Bu da sana kapa…Öhöm, evet… Seviyorum seni David.
Yukarıda kitabın on beş sayfa ile bize kancayı takması üzerine “müthiş” kelimesini kullanmıştım. Yanlış yapmışım. Çünkü oraya müthiş dediğimizde geriye kalan kelimeler burası için yeterli gelmiyor, yepyeni kelimeler icat edilmesi gerekiyor. Yine de elimde olanları saymak istiyorum: muhteşem, şahane, olağanüstü, harika, muazzam…
Sonuç olarak; gerçekliği hikayeler ve oyunlar ile sorgulayan yüksek tempolu, gizemli ve sınırsız hayal gücüyle bezeli fantastik kurgu bir eser arıyorsanız çok doğru yerdesiniz. Mutlaka şans verin.
Herkese iyi okumalar dilerim.
***Rekabetçi oyunlar oynayanlar bu fenomeni iyi bilirler. Bilimsel araştırmalar ve tarih şu şekilde çalıştığını göstermiştir: İnsanlar duygulardan mahrum yaratılmıştır. Duygulardan yoksun olan insanlık mantık ve düşünce üzerine kurulu Galaktik imparatorluğunun zirvesindeyken küçücük bir gezegene sahip Duygular ile tanışmış ve gezegeni fethederken duyguları da bulabilecekleri tek yere kendi bedenlerine hapsetmişlerdir. O zamana kadar duyguların ne olduğundan habersiz olan insanlık duyguların gücünü hafife almış zeka ve mantıkla duyguları alt edeceğini düşünmüştür. Tabii ki bu çok büyük bir yanlıştır ve büyük çöküşü getirmiştir. İmparatorluk yıkılmış insanlık yok olmanın eşiğine gelmiştir. Duygularına “hakim” olabilen bir avuç insanın kaçıp mavi bir gezegene gelmesiyle yeni insanlık tarihi başlamıştır. Bugünkü insanlık o insanların çocuklarıdır ve tahmin edin o bir avuç insanın liderlerinin adları nelerdir?
Dikelme ise Heyecan duygusunun gardiyanı olan beyinden kaçma teşebbüsüne, beyinin verdiği tepkidir. Heyecan “çoşarak” kişiye fazla gelir ve bedenden çıkmak için hamle yapar. Beyin bu hamleye karşılık olarak bedeni harekete geçirir ve dikelme gerçekleşir. Aynı efekt tüm Duygular için geçerlidir. Yalnızca beden farklı tepkiler verir.*
Yorum Bırakın