Kleptokrasi kelimesi, kökenini Yunanca ‘klepto’ (çalmak) ve ‘kratos’ (iktidar) sözcüklerinden alır. Yani kelime kelime çevirdiğinizde ‘çalınmış iktidar’ demektir. Fakat sakın yanılmayın: söz konusu olan bir hırsızlık vakası değil, bizzat devletin tüm kaynaklarının sistemli biçimde yağmalanması.
Bu düzen yalnızca ekonomik kaynakları tüketmekle kalmaz; toplumun güvenini, alın terini ve geleceğe dair umudunu da gasp eder. Çünkü kleptokrasi, iktidarın halk için değil, kişisel çıkarlar için kullanıldığı anda başlar. Yerleştiği andan itibaren de kaybeden sadece tepedekilerin dışında kalanlar değildir; susan, görmezden gelen herkes bu çürümenin parçası haline gelir. Sessizlik ise, işte bu sistemin en büyük suç ortağı olur.
Peki, Bu Düzen Nasıl Kurulur?
Kleptokratlar sahneye genellikle “halkın içinden gelen” mütevazı figürler olarak çıkar. Çoğu zaman yoksulluğu dillendirir, eşitlik vaat eder, topluma güven aşılar. Onları diğerlerinden farklı kılan şey, ilk bakışta içten ve “bizden biri” olmaları. İktidara ulaştıkları anda perde hızla aralanır; vaatler buharlaşır, yerini hırsın ve çıkarın karanlığı alır.
Devletin damarlarına ilk sızış, çoğu zaman yavaş ve görünmez bir şekilde başlar. Kamu kaynakları adım adım toplumun ortak yararından koparılıp belirli çıkar gruplarına aktarılır. Bu noktada ihaleler, rekabeti en iyi teklifi sunanların değil, iktidara en yakın olanların kazandığı bir düzene dönüşür. Liyakatin yerini sadakat alınca, kamu kurumları da birer hizmet merkezi olmaktan çıkar; iktidarın çevresini besleyen kapalı birer halka haline gelir.
Corrupt Legislation, Elihu Vedder (1896)
Bu kısır döngüyü ayakta tutan görünmez ellerden biri de hiç şüphesiz medya elbette. Halkı bilgilendirmek, denetim işlevi görmek ya da gerçeğin peşine düşmek yerine, medyanın rolü iktidarı parlatmakla sınırlı kalır. Gazete sayfalarının yerini alan ekranlar, halkın bilgi edinme hakkını gölgeleyen birer propaganda sahnesine dönüşür - böylece toplum, hem körleştirilir hem de sessizliğe alıştırılır.
Yargı da bu düzenin dışına çıkmaz; aksine, çürümenin en belirgin taşlarından biri olur. Adaletin terazisini taşıması gereken kurum, muhalifleri susturmanın, farklı sesleri sindirmenin ve korku iklimini canlı tutmanın aracı haline gelir. Böylelikle devletin temel direkleri —ekonomi, medya ve yargı— tek tek ele geçirilir; bir araya geldiklerinde ise toplumun nefes aldığı tüm kanallar tıkanır.
Devlet ise, kendi yurttaşlarının alın teriyle yükselmiş ortak bir yapı olmaktan çıkar; toplumsal emeğin ve güvenin üzerine kurulmuş bir kurum değil, giderek tekelleşen dev bir şirkete dönüşür. Ancak bu şirketin kapıları halka kapalıdır: karı paylaşılmaz, zararıysa yine toplumun sırtına yüklenir. Ortak iyilik için var olması gereken mekanizma, birkaç kişinin servetini katlayan bir makineye çevrilir. Ve sonunda devlet, milletin değil; iktidarı elinde tutan dar bir zümrenin “özel mülkü” haline gelir.
Saraylara Zenginlik, Halka Yoksulluk
Kağıt üzerinde süslü grafiklerle süslenen ekonomik büyüme masallarının ise, halkın cebine yansımadığı sürece yalnızca bir yanılsamadan ibaret olduğunu söyleyebiliriz. Rakamlar yukarı doğru tırmanırken, gündelik yaşamda alım gücü erir, işsizlik çoğalır, kamu hizmetleri çöküşe geçer - çünkü devlet bütçesi yurttaşların refahı için değil, iktidarın lüksü için harcanır.
Bir yanda halka “kemer sıkın” çağrısı yapılır, öte yanda yöneticilerin yaşamı yeni saraylarla, özel uçaklarla, uzun konvoylarla şatafata bulanır. Halk, çocuklarını yetersiz imkanlarla ayakta duran yerel okullarda okutmaya çabalarken; onlar kendi çocuklarını özel yurtdışı okullarına göndererek ayrıcalıklı bir gelecek hazırlar. Sağlık hizmetleri yurttaş için giderek erişilmez hale gelirken, iktidar çevresi en modern hastanelerde, ayrıcalıklı koşullarda tedavi görür.
Good Administration, Elihu Vedder (1896)
Bu tabloda yoksulluk basit bir sonuç değil; bilinçli bir stratejidir. Çünkü yoksul halk, yalnızca hayatta kalma mücadelesine odaklanır; sesi kısılır, örgütlenme gücü azalır. Geçim derdiyle boğuşan bir toplum, hak talep edemez hale gelir. Yoksulluk derinleştikçe, yönetim için kontrol edilmesi kolay, itirazsız bir kalabalık yaratılır.
İşte bu yüzden kleptokrat düzen, halkın yalnızca geleceğini değil; direncini, umudunu ve söz hakkını da çalar. Üstelik sadece iktidarın ürünü olarak değil; sessiz kalanların, alışanların, görmezden gelenlerin de katkısıyla ayakta kalır.
Bu düzende sorgulayan herkes “hain” ilan edilir. Her eleştiri “dış güçlerin oyunu” diye damgalanır. Böylece toplum, yaşadığı adaletsizliği değil; adaletsizliğe karşı sessiz kalışını normalleştirmeye başlar. İşte tam da o an, kleptokrasinin en güçlü olduğu andır. Çünkü en büyük zafer, yalnızca çalmak değil; çalınanı sorgulatmamaktır.
Ve tam da bu noktada, toplumun en büyük tehlikesi başlar: alışmak.
Sessizliğin Bedeli
Tahmin edersiniz ki - bir toplumun çöküşü bir anda gerçekleşmez; yavaş yavaş, adım adım ve en çok da alışarak gelir. Kleptokratik düzenin en sinsi tarafı da tam budur: insanlara çarpıklığı olağanmış gibi kabul ettirmek. Başta öfke uyandıran yolsuzluklar zamanla kanıksanır; “Hepsi aynı,” denilerek geçiştirilir, “Eskiden de vardı,” bahanesiyle üzeri örtülür.
Bu kanıksama hali ise, çürümenin en ölümcül aşaması. Çünkü tam da burada toplumun hayati damarları kesilmeye başlar: vicdan körelir, hafıza silinir, tepki refleksi yok olur. Artık kimse neden bu kadar yoksul olduğunu sormaz; kimse servetine servet katan siyasetçiye hesap sormaz. Devletin rant için değil, halk için var olması gerektiği ise ağır bir sessizlik içinde gömülüp gider.
Oysa unutmamalıyız ki değişim, her zaman küçük bir kıvılcımla başlar. Bir kişi “Neden?” diye sorduğunda, bir kişi “Bu normal değil” dediğinde sessizlik çatlar. Çatlak büyüdükçe, en görkemli sarayların bile temeli sarsılır.
Tarih bize her fırsatta gösterir ki, ne kadar güçlü görünürse görünsün her düzen, halk hatırladığı, konuştuğu ve hesap sorduğu anda çürüyüp yıkılmaya mahkum. Kleptokratların en büyük korkusu da tam budur: unutmayan, sorgulayan ve susmayan bir halk.
Bu yazıyı, Mustafa Kemal Atatürk’ün Voltaire’i okurken bir kitabın kenarına düştüğü notla sonlandırmak istiyorum:
Kralları yok etmek istiyorum, halk yaşayacak.
Yorum Bırakın