
1. Kökler: Kentleşme Travması ve Gecekondu Kültürü (1950-1970'ler)
1.1. Kırın Yitirilmesi
Arabesk müzik kültürü, 1950’li yıllardan itibaren Türkiye’nin yaşadığı derin ve hızlı toplumsal dönüşümün bir dışavurumudur. Türkiye'nin müziğini ve demografisini aynı anda etkileyen bu önemli olgunun kökenlerini anlamak için, öncelikle bu kültürün doğmasına yol açacak kırsal alandan kente doğru yaşanan zorunlu kopuşa, yani büyük iç göçün nedenlerine odaklanmak gerekir. Bu büyük göç yalnızca mekansal bir yer değiştirmenin; belirli bir mantıksal sebeple yeni bir memleket aramanın çok daha ötesinde, göç eden insanların yüzyıllardır süregelen kültürel ve ekonomik kimliklerini ve memleketlerinin değerlerini yitirmesi anlamına geliyordu. Türkiye’nin kırsal sosyo-ekonomik yapısı 1950 yılları sonrası hızlanan süreçlerle geri dönülmez biçimde değişime uğradı:
Tarımda Mekanizasyon ve Emek Fazlası: 1948-49 yıllarında yapılan Marshall Yardımları ile birlikte devlet politikalarıyla teşvik edilen tarımda makineleşme hamleleri ve özellikle tarımda traktör kullanımının yaygınlaşması, Anadolu'da yüzyıllardır süregelen geleneksel tarım pratiklerinin ve kolektif üretim ilişkilerinin hızla çözülmesine yol açtı. Antropolojik açıdan bu durum, insanların sahip olduğu tarımsal emeğin "fazla" konuma düşmesine neden oldu (Bora, 2007). Bu emeğin değersizleşmesi durumu ile birlikte kırsal topluluklar için nesiller boyu süren sosyal ağların ve ekonomik güvenliğin yitirilmesi, kırdan kente olan göçü hayatta kalmanın tek ve zorunlu yolu haline getirdi.
Bu durumun yanında 1950’ler sonrası hızla artan nüfus ve miras hukuku nedeniyle toprakların sürekli bölünerek küçülmesi, kırsal kesimin artan nüfusu besleyemeyeceği bir noktaya getirdi (Tekeli, 1994). Bu durum insanları geleneksel olarak toprakla bağ kuran, tüm hayatını onun üstüne inşa eden kültürel ve ekonomik kimliklerinden zorla koparan, hayatta kalma temelli bir göç zorunluluğu durumunu yarattı.
Son olarak büyükşehirlerde kurulan yeni ve büyük sanayi bölgelerinin yoğun iş gücü talebi, kırsal kesim için kenti bir umut ve fırsatlar diyarı olarak gösterdi. Kent; "daha iyi yaşam", "eğitim" ve "modernlik" vaadiyle göçmenleri kendine çekti. Ancak bu vaat, çok büyük bir çoğunluk için kente ulaştıkları andan itibaren yüzleşecekleri büyük bir illüzyon olarak kalacaktı.
Bu kendi memleketlerinden ve kendi kültürlerinden kopan milyonlarca insanı güvencesiz, tanımsız ve "yabancı" bir geleceğe doğru iterek, arabeskin besleneceği o büyük toplumsal travmanın zeminini hazırladı.

1.2. Varoşun Karanlık Gökyüzü: Gecekondu
Kırdan kente gerçekleşen büyük göç kendi memleketinden kopan ve yeni memleketlerine alışmaya çalışan göçmenleri sadece fiziksel olarak yeni bir yere taşımakla kalmadı; onları aynı zamanda bir psikososyal kriz ortamına itti. Büyük umutlarla vaat edilen "fırsatlar kenti", göç eden insanlar için kısa sürede bir yabancılaşma ve dışlanma kentine dönüştü.
Kırsal yaşamından büyük kent yaşamına geçişin psikolojisini sosyolog Ferdinand Tönnies’in kavramlarıyla açıklamak yerinde olacaktır.
Yabancılaşma ve Anomi (Kuralsızlık): Köydeki yaşam herkesin birbirini tanıdığı, sosyal normların açık ve güçlü bağlara dayandığı bir cemaat (Gemeinschaft) yapısına dayanıyordu. Ancak göçmenler yeni şehir yaşamında bu yapının tam tersi olan, insanlar arası ilişkilerin çıkar odaklı ve kuralların daha karmaşık ve dolaylı olduğu bir cemiyet (Gesellschaft) yapısıyla (Tönnies, 2001) karşılaştılar. Bu ani insan ilişkisi sistemi geçişi insanlarda derin bir yabancılaşma ve kuralsızlık duygusu yarattı. Göçmenlerin sahip olduğu ve hayatta kalmasını sağladığı eski sosyal kontrol mekanizmaları yeni memleketlerinde işlevsiz kaldı ve yeni kentin "siyasi" kuralları tam anlamıyla benimsenemedi.
Statü Kaybı ve Onur Kırılması: Eski yaşamında kendi köyünde saygın bir çiftçi ya da zanaatkar olan insanlar kente göç ettiği andan itibaren hızla vasıfsız, hiçbir insani güvencesi olmayan bir işçi konumuna düştüler. İnsanların köy yaşamındaki toplumsal kimliği emeğiyle ve toprakla olan bağıyla tanımlanırken, kentteki kimliği maddi gücü ve marjinal yaşam alanı üzerinden tanımlandı. Bu sosyal statü kaybı sonrasında arabesk kitlesinin büyük bir çoğunluğunu oluşturacak ailenin koruyucusu konumundaki erkekler için ağır bir onur kırılması ve derin bir kimlik krizi yarattı. Zira şimdiye kadar sahip oldukları tüm değerler kent yaşamı karşısında hiçbir karşılık bulmamıştı.
Göçmenler sadece psikolojik olarak değil, aynı zamanda kentli elitler tarafından kültürel olarak da dışlandı ve ötekileştirildi:
Kültürel Çatışma: Göçmenlerin, "yeni şehirlilerin" kırsal kökenli giyimleri, konuşma biçimleri (ağızları), davranışları ve müzik zevkleri; şehrin eski sahiplerinin yerleşik, Batılılaşma amacı taşıyan orta ve üst sınıfı tarafından "kaba," ve "ilkel" olarak kabul edildi. İlgili kentli elitler için göçmenler medeniyetin ve ilerlemenin önündeki bir engel olarak görüldü. Bu etnosentrik bakış açısı, iki kültür grubu arasında büyük bir kültürel çatışma yarattı.
Mekansal Dışlanma: İnsanların barınmak zorunda kaldıkları gecekondular, kentin "merkezinin" ve "uygarlığının" dışında, adeta bir "anti-kent" olarak görüldü. Bu mekansal ayrım, aynı zamanda bir toplumsal dışlanmanın sembolüydü. Göçmenlerin bu düşmanca ortamda yaşadığı hayal kırıklığı ve öfke, hızla "biz" (varoşun insanları) ve "onlar" (kentli elitler) ayrımını pekiştirmelerine neden oldu. Şehir artık göçmenler için vaat edilen bir cennetten ziyade varlıklarının görmezden gelindiği düşmanca bir cehenneme dönüşmüştü (Karpat, 2001). Bu iki insan grubu arasında baktıkları gökyüzü dahi aynı değildi. Zira "Varoşa başka bakar gökyüzü."

1.3. Varoşun Aydınlık Yüzü: Arabeskin Doğuşu
Göçmenlerin kentte maruz kaldığı ekonomik ve kültürel dışlanma, toplumsal olarak bir çözülme getirse de aynı zamanda yeni bir kültürel inşanın da kıvılcımını yaktı. "Varoşların karanlık gökyüzü" altında dışlanan insanlar kendi sesini ve kendi değer sistemini yaratma yoluna gitti ve bu yeni kültürün en önemli merkezlerinden birisi arabesk kültürü oldu. Arabesk eski kırsal yaşamın değerlerini kısmen geride bırakırken kentteki acı deneyimlerden yeniden yaratılmış yeni bir etik ve estetik inşa etti. Kırsal kesimde kültürel ve sosyal güvenliği sağlayan, ancak kentte işlevsiz kalan unsurlar hızla terk edildi. Bunlar arasında köyün sınırlı fakat güvenli sosyal yapısı, toplumsal normları ve geleneksel otorite figürleri (ağa, hoca) yer alıyordu. Bu figürlerin yerini zamanla arabeskin yeni figürleri alacaktı. Ayrıca kır insanının kendini ifade etmesini sağlayan halk müziğinin neşeli ya da epik kolektif anlatıları da yeni şehir yaşamındaki bireysel acıyı ifade etmekte yetersiz kalmıştı.
Kentin yeni sakinlerine olan bu düşmanca ortamı bu boşluğu dolduracak yeni bir değerler manzumesi yarattı. Arabesk bu insanların yaşadığı acıyı, aşkları ve haksızlığı merkeze alarak, kolektivist kırsal yapıdan bireysel dramaya keskin bir geçişi temsil etti. Bu bireyselleşmenin yanı sıra, arabeskte yoğun olarak kullanılan kader kavramı basit bir teslimiyetten öte, toplumsal adaletsizliğin ve sistemin baskısının yarattığı çaresizliğe karşı geliştirilen bir protesto biçimine dönüştü (Stokes, 1992). Ayrıca varoşlarda oluşan ve kendi içerisinde hiyerarşisi olan yerel bir "delikanlılık" kavramı doğdu, bu kavram zamanla kentli elitlerin hiyerarşisine karşı kurulan alternatif bir onur kodu ve sosyal düzen mekanizmasına dönüştü.
Arabesk müzik, tüm bu yeni değerler sistemini somutlaştıran ve yayan ana kültürel araç oldu. Arabesk kültürü yitirilen cemaat bağlarının, kırılan kimliğin ve kentte yaşanan adaletsizliğin yarattığı devasa duygusal boşluğu doldurmaya çalıştı. Klasik Türk Sanat Müziği'nin estetik ve biçimsel kaygılarının aksine, arabesk gecekondu insanının yaşadığı gerçek acıyı, düş kırıklığını ve çaresizliği doğrudan ve sansürsüz bir şekilde dile getirdi (Özbek, 1991). Bu sayede müzik arabesk insanının bir kendini ifade etme ve duygusal meşruiyet kazanma aracı oldu. Dahası arabesk aynı dışlanmayı ve acıyı yaşayan milyonlar için bir ortak duygusal dil ve bir paylaşım ritüeli haline geldi. Şehir yaşamının her noktasında; radyolarda, dolmuşlarda ve evlerde çalınan arabesk, gecekonduluların kendi varoluşlarını, kentin merkezine karşı olarak kültürel biçimde onaylamalarının ve yaşadıkları zorluğu normalize etmelerinin bir yolu oldu. Böylece arabesk yalnızca bir müzik türü olmaktan çıkıp, dinleyicilerinin inşa ettiği bir altkültürün sembolüne ve kimliğin inşası aracına dönüştü.

2. Melezleşme (Hibridizasyon)
Arabesk müziği Türkiye'nin müzik tarihinde benzersiz bir konuma yerleştiren en kritik özellik, onun melez (hibrid) yapısıdır. Bu müzik, sadece farklı coğrafyaların melodik unsurlarını bir araya getirmekle kalmamış, aynı zamanda zıt toplumsal sınıfların kültürel kodları arasında bir sentez oluşturarak inşa edilmiştir.
2.1. Arabeskin Doğu Kökenleri
Arabeskin müzikal kökenleri, çoklu kültürel kaynaklardan beslenir ve bu özelliğiyle ulusal sınırların ötesine uzanır. Melodik yapısını büyük ölçüde Arap müziğinden (özellikle Mısır’dan gelen yoğun duygusal ve melankolik makamlar) ve Türk Sanat Müziği'nden aldığı geleneksel makamlar üzerine kurar (Stokes, 1992). Bu makamlar, bireysel acıyı ve kaderi derinlemesine ifade etmek için ideal bir zemin sunmuştur. Arabeskin yenilikçi yönü ise geleneksel ile moderni yan yana getiren enstrümantasyonunda saklıdır. Geleneksel Türk Halk Müziği'nin ve Türk Sanat Müziği'nin vazgeçilmezi olan bağlama ve keman, kentleşmenin sembolü olan modern Batı enstrümanlarıyla (davul seti, elektro gitar, bas gitar) birleştirilmiştir. Bu birleşim müziğe bir yandan yerel bir ruh katarken, diğer yandan kent yaşamının "gürültüsünü" ve modernliğini yansıtan dinamik bir yapı kazandırmıştır.
Arabeskin hibrid yapısı müzikal bir tercihin ötesinde toplumsal bir zorunluluğun ve sınıfsal çatışmanın ürünüdür. Göçmen olan sınıf, kentlilerin tükettiği Alafranga müzikle tamamen yabancılaşmış, kırsal geleneklerin müziği olan Alaturka ise bu insanların yeni yeni mücadele ettiği kentin karmaşık duygularını ifade etmekte yetersiz kalmıştır. Arabesk, bu iki uç arasında sıkışıp kalan, kendine ait bir ifade biçimi arayan yeni sınıfın kendi özgün sesini yaratma çabasıdır (Özbek, 1991). Arabeskin hem Türk Sanat Müziği’nin estetik kurallarını hem de Batı müziğinin biçimsel normlarını ihlal eden melez ve "kuralsız" yapısı, kentli elitlerin kabul görmüş yüksek kültürüne karşı bir kültürel protesto ve reddetme eylemi olarak çokça işlev görmüştür. Bu müzik gecekonduluların, kentin merkezine seslerini duyurabildikleri tek alandır; dolayısıyla arabeskin yayılımı marjinalleşen bir grubun alt kimliğini müzik yoluyla ilan etmesi anlamına gelmiştir.
2.3. Arabeskin Yarattığı İdoller
Bu yeni melez kültürel arabesk ruhu kısa sürede kendine ait ikonik figürleri yarattı. Bu figürler yalnızca bu müziğin temsilcileri değillerdi, onlar bu insanlar için bir rol model, bir "ağabey", bir "baba" olmak nitelikleriyle insanların hayatlarının merkezi haline geldiler.
Bu kültürün en önemli figürlerinden olan Orhan Gencebay, akademik müzik eğitimi ve Türk Sanat Müziği geçmişi olmasına rağmen, müziğini arabeskin dramatik öğeleri ve Batılı enstrümanlarla birleştirerek polifonik bir yeniden yorumun temellerini yarattı. Onun müziği hem kültürel bir arayışı hem de kentte var olmaya çalışan bireyin içsel çatışmasını yansıtıyordu.
Arabesk dinleyenlerin "Müslüm Baba'sı" olan Müslüm Gürses ise müziğinden ziyade performansı ve hayran kitlesiyle kurduğu ritüelistik ilişki üzerinden arabeskin en önemli figürlerindendir. Onun "Baba" figürü ve artık bir ritüel haline gelmiş isyanı, milyonlarca yoksul ve dışlanmış insanın travmasını doğrudan temsil etti (Stokes, 1992). Müslüm Baba'yı dinlemek ve onun acısıyla özdeşleşmek, onun hayranları için bir ortak aidiyet ve teşbihi makulse duygusal arınma (katharsis) ayini haline geldi.
2.4. Arabeskin Yayılımı ve Temsil Gücü
Arabeskin kökleri gecekonduda atılmış olsa da kaset teknolojisi ve büyük kitleleri etkileyen toplumsal gerilim sayesinde hızla varoşların sınırlarını aşarak ulusal bir fenomene dönüştü. Bu yayılım hem varoşlar için bir ticari başarıyı hem de kentli elitler arasında büyük bir kültürel krizi beraberinde getirdi.
Arabeskin gecekondudan tüm ülkeye yayılmasında, dönemin teknolojisi olan kasetlerin ve bu kasetlerin yarattığı gayri resmi dağıtım ağlarının rolü kritiktir. 1980'lerde kaset teknolojisinin yaygınlaşması, plaklara kıyasla çok daha ucuz ve kolay çoğaltılabilir bir format sundu. Bu durum, arabeskin resmi radyo ve televizyon yayınlarının kontrolünden bağımsız bir şekilde, taksiciler, otobüs şoförleri ve yerel satıcılar aracılığıyla büyük şehirlerin en ücra köşelerine kadar ulaşmasını sağladı (Stokes, 1992). Bu süreç bir kaset kültürü alanı yaratarak, yoksul ve dışlanmış kitlelerin sesinin sessiz bir devrimle yayılmasına olanak tanıdı. Başlangıçta yoksulluğun ve isyanın sesi olan arabesk, yayılımıyla birlikte devasa bir popüler kültür endüstrisine dönüştü. Duygusal yoğunluğu ve doğrudan anlatımı sayesinde ticari başarısı zamanla katlanarak arttı. Bu durum arabeskin hem sanatsal bir altkültür hem de zamanla dönüşeceği piyasa odaklı bir ürün olarak çelişkili doğasını pekiştirdi.
2.5. Elit Tepkisi ve "Kültürel Yozlaşma" Söylemi
Arabeskin popülerleşmesi, kentli ve Batılılaşmış elitler ile resmi kurumlar nezdinde büyük bir rahatsızlığa ve kültürel paniğe yol açtı. Kentli elitler arabeskin melez estetiğini, duygusal aşırılığını ve melodik yapısını "kaba," "zıpçıktı" ve "Türk müziğini yozlaştıran" bir unsur olarak gördü (Bora, 2007). Bu eleştiri müziğin kendisinden çok, onu tüketen alt sınıf kitleye ve onların kente getirdiği kültüre yönelik bir aşağılama ve dışlama refleksiydi; yani bir etnosentrizm örneğiydi. Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu (TRT) gibi resmi kanallar, uzun yıllar boyunca arabesk müziğe yayın yasağı uygulayarak, onu "sağlıklı" kabul edilen Türk Sanat Müziği ve Halk Müziği'nden ayırmaya çalıştı. Bu sansür çabası, kültürel alanın kontrolünü elinde tutmaya çalışan yüksek kültürün başarısız bir savunma girişimiydi. Ancak bu dışlama paradoksal olarak, altkültürün "biz" ve "onlar" ayrımını güçlendirerek insanların arabeske olan bağlılığını daha da arttırdı.
Arabeskin Mirası
Arabesk kültürünün Antropolojik bir fenomen olarak incelenmesine, başlangıçta bir zorunlu kopuşun ve kentleşme travmasının neden olduğu sosyal kırılmaları analiz ederek başladık. Türkiye’nin kırsaldan kente göçle yaşadığı bu travma, gecekonduda yaşayan "yeni şehirli" insanların yabancılaşma ve mekansal dışlanma hislerini derinleştirmişti. İşte bu derin travmanın içinde arabesk hem Doğu hem de Batı’nın melodilerini birleştiren melez (hibrid) bir estetik yaratarak kendine özgü bir altkültür kimliği inşa etmişti. Bu müzik dışlanmışların ortak dili, bir duygusal meşruiyet aracı ve sistemin dışlayıcılığına karşı pasif bir protesto ritüeli haline gelmişti. Ancak günümüzde arabeskin mirası 1990’larda sona ermedi; tam tersine duygusal yoğunluğunu ve sınıfsal isyanını yeni bir kültürel taşıyıcıya devretti: Türkçe Rap müziğe.
Bugün arabesk kültürü bir nostaljik unsur olarak anılsa da, sanatsal bir altkültür olarak görece arka planda kalmış gibi görünse de, temsil ettiği duygusal dil ve toplumsal işlev günümüzdeTürkçe Rap müzik üzerinden güçlü bir şekilde devam etmektedir. Ortaya çıktığı 2000’li yılların başından itibaren Türkçe Rap, tıpkı arabesk gibi varoşların ve kent çeperlerinin sesi haline gelmiştir. Antropolojik açıdan bu iki tür aynı toplumsal işlevi yerine getirir; Türkçe Rap arabeskten devraldığı adaletsizlik, çaresizlik, yoksulluk, vefasızlık ve kader gibi temaları modern müzik teknikleriyle yeniden var eder. Güncel ve klasikleşmiş isimlerin bazı parçalarındaki melankolik makam kullanımı ve derin lirizm, arabeskin duygusal yoğunluğunu doğrudan yansıtır. Arabesk, "kırdan kente göç" travmasının sesi iken; Rap bu travmanın ilk sahiplerinin çocuklarının kent içinde nesiller boyu devam eden "sistem içi sıkışmışlık" hissine tercüman olmuştur.
Bu dönüşümde ifade biçimi de değişmiştir. Arabeskin kadercilik arkasına gizlediği pasif isyan, Türkçe Rap'te doğrudan ve agresif bir toplumsal eleştiriye dönüşmüştür. Her iki müzik türü de merkezi otoritenin ve kentli elitlerin "makbul" ve "makul" kültürüne karşı alttan gelen, sansürsüz ve öfkeli bir hareketin taşıyıcısı olmuştur.
Sonuç olarak arabeske bakmak; sadece bir şarkıyı dinlemekten ziyade etkili olduğu yılları içerisindeki Türkiyenin toplumsal tarihini ve toplumsal travmasını anlamamızı sağlar. Arabesk geçmiş yıllarda Türkiye'de alt sınıfların kültürel varlığını talep etme biçimiydi ve bugün bu kültürün kendini ifade arayışı, kendini Türkçe Rap'te devam ettirmektedir. Bu konuyu daha iyi anlamak için ilerleyen yazılarımızda Türkçe Rap'in ortaya çıktığı sosyolojik zemin ve kültürel etkisini konu edinen bir çalışma yapacağız.
Kaynakça
Bora, T. (2007). Kent, kimlik ve kültürel yozlaşma. İletişim Yayınları.
Karpat, K. H. (2001). Osmanlı’dan günümüze bir Osmanlı mirası: Kentleşme ve siyasal değişme. İmge Kitabevi.
Özbek, M. (Yay. Haz.). (1991). Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski. İletişim Yayınları.
Stokes, M. (1992). The Arabesk Debate: Music and Musicians in Modern Turkey. Oxford University Press.
Tekeli, İ. (1994). Türkiye’de Kentleşme Yazıları: 1970-1993. Türk Tarih Vakfı.
Tönnies, F. (2001). Cemaat ve cemiyet (M. Ö. Özer, Çev.). Paradigma Yayıncılık. (Orijinal çalışma 1887’de yayımlanmıştır).
İleri Okuma Önerileri
Arabesk ve Popüler Kültür Üzerine
Erdentuğ, N. (1959). Gecekondu: Şehir ve Köy. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları. (Gecekondu meselesinin erken dönem antropolojik incelemesi).
Gültekin, S. (2008). Arabeskin Sınıfsal Analizi: Müslüm Gürses Örneği. Bağlam Yayınları. (Arabeskin sınıfsal kökenlerine ve ikonik figürlere odaklanan bir çalışma).
İlyasoğlu, E. (1994). Çağdaş Türk Bestecileri. Pan Yayıncılık. (Arabeskin TSM ve diğer müzik türleriyle ilişkisini, özellikle Orhan Gencebay özelinde inceleyen bölümler).
Sosyoloji, Kentleşme ve Göç Üzerine
Akça, T. (2002). İç Göç ve Kentleşme: Türkiye Deneyimi. İmge Kitabevi. (Türkiye'deki göç süreçlerinin sosyolojik ve ekonomik analizi).
Kezer, Z. (2015). The Making of Modern Ankara. University of Pittsburgh Press. (Türk modernleşmesi, kent planlaması ve gecekondu sorununun eleştirel bir mimarlık ve sosyoloji perspektifiyle incelenmesi).
Arabeskten Türkçe Rap’e Kültürel Devamlılık Üzerine
Akan, A. (2019). Türkiye’de Hip-Hop Kültürü ve Türkçe Rap. İletişim Yayınları. (Türkçe Rap'in sosyo-kültürel kökenleri, dışlanma ve kimlik inşası arasındaki bağı inceleyen önemli bir çalışma).
Ceylan, M. (2017). Türkçe Rap: Altkültürden Ana Akıma. Kalkedon Yayıncılık. (Rap müziğin, arabesk mirası da dahil olmak üzere, kültürel evrimini ve ana akıma geçişini ele alan eser).
Şahin, B. (2020). Duygusal Melezleşme: Arabeskten Türkçe Rap’e Melankoli ve Kimlik. (Türkiye’deki popüler müzik türleri arasındaki duygusal ve tematik devamlılık üzerine odaklanılabilir).



Yorum Bırakın