Bir şehri sevmek, birini sevmek gibidir. Her şey kusursuz olduğu için değil, kusurlarıyla bile seni kendine iyi hissettirdiği için seversin.
Benim için o şehir, Eskişehir’di.
Ne denizi vardı ne de sonsuz ışıkları. Ama bir şekilde büyülüdür bu şehir. Belki de o büyü, yaşarken fark edilmeyen küçük şeylerdedir. Doktorlar caddesinde geçen tramvayların sesi, Kanlıkavak’ta dostlarla uzayan akşamlar, kampüste sabahın erken saatlerinde içilen kötü kahveler…
Hepsi sıradan ama bir şekilde özel.
Şeker pancarı kokan sokaklarda, uçak seslerine rağmen huzurlu hissedersin burada. Bazen hava soğuktur, bazen sessizdir,ama Eskişehir seni hep kucaklar.
Hazırlıkta tanıştığın insanlar, birkaç ay içinde en yakınlarına dönüşür.78’de içilen kahveler, bir kedinin gelip yanına kıvrılması, her biri sen fark etmeden anıya dönüşür.
Yurt dışına açılan kapıların, Erasmus hayallerinin ilk defa gerçek hissettirdiği şehirdir burası. Küçüktür belki ama sana “büyük” şeyler öğretir:özgürlüğü, dostluğu, kendini bulmayı.
Ve bazen, aşkı da.
Kimi zaman plansız başlar, kimi zaman kısa sürer,ama bir şekilde seni gülümsetmeyi başarır.Çok mutlu eder, çok öğretir, bazen de sadece bir deneyim olarak kalır. Ama Eskişehir’de yaşanan hiçbir şey tam olarak “boşuna” değildir.
Şimdi geriye dönüp bakınca biliyorum, özleyeceğim bu şehri. Belki sokaklarını değil, ama o hissi. O sade, ama içten yaşanan zamanı.
Çünkü bazı şehirler, sen gitmek istesen bile, bir yerlerde seninle kalır.

Yorum Bırakın