Mitolojide kadın öfkesi çoğu zaman bir duygu olmaktan çıkar; taşkın, sınırları yerinden oynatan bir güce dönüştürülür. Erkek kahramanın öfkesi anında “cesaret” diye parlatılırken, kadınınki tehdit olarak damgalanır. Bu karşıtlık aslında mitlerin en eski gerçeğini fısıldar: Kadın kendi hakikatine yaklaştıkça hikayenin zemini çatlamaya başlar; güç dengesi sessizce yön değiştirir.
Bu yüzden Cassandra’nın gördüğü gerçek deliliğe çekilir; Medea’nın acısı canavarlığa indirgenir; Lilith’in eşitlik talebi karanlıkla damgalanır; Circe’nin bilgeliği büyünün sisine sıkıştırılır. Anlatı bu kadınların öfkesinden değil, arkasındaki sezgiden, düşünme gücünden ve özneleşme ihtimalinden ürperir. Mitlerin asıl çekindiği ise öfkenin yıkıma değil, kadınların kendi varoluşlarını açan bir bilince dönüşme ihtimalidir.
Susturulan Kehanet

Solomon J. Solomon, Ajax and Cassandra, 1886
Bildiğiniz üzere Cassandra’nın hikayesi, kadın öfkesinin nasıl sistemli biçimde bastırıldığını anlamak için en keskin merceklerden biri. Onun trajedisi sadece “kimsenin inanmadığı bir kahin” olmakla sınırlı kalmaz; asıl kırılma, geleceği görmesine rağmen sözünün değersizleştirilmesiyle başlar. Hakikat avuçlarının içindedir, sezgi damarlarında akıp durur fakat her cümlesi bir delilik perdesinin arkasına itilerek susturulur. Bu mekanizma elbette hiç de rastlantı değildir; ataerkil anlatı, hakikati dile getiren bir kadının öfkesinin nelere dokunabileceğini sezdiği anda ürperir.
Kehanet armağan olmaktan çıkar, bedene çöken ağır bir yalnızlığa dönüşür. Cassandra ne gördüğünü özgürce anlatabilir ne de gördüklerinin yükünden kaçabilir. Böylece kadınların yüzyıllar boyunca içine hapsedildiği “görüyorsan yanılıyorsun, biliyorsan abartıyorsun” döngüsünün mitolojik kökeni açığa çıkar. Delilik etiketi yalnızca Cassandra’nın sesini değil, kadın sezgisinin bütün gücünü gölgeler; bilmenin ışığı bulanır, öfkenin ardındaki berraklık karanlığa çekilir.
Bozulan Düzenin Bedeli

Giovanni Battista Pittoni, The Death of Sophonisba, 1730–1735
Medea’nın hikayesi kadın öfkesinin bambaşka bir yüzünü aralar. Burada öfke bir iç patlama değil, dayatılan düzeni reddetme anından yükselen bir bilinçtir. Anlatısı yalnızca kırılmış bir aşkın gölgesinden filizlenmez; asıl sarsıntı, ona biçilen sosyal, politik ve duygusal sınırları yerinden ittiği anda başlar. Medea itaat etmeyi bıraktığı saniyede öfkesinin keskinleşmesi bundandır; sessizce akan düzeni altüst eder, kendi varlığının kontrolünü geri alır.
Bu yüzden anlatı hızla savunmaya geçer ve onu akıl dışı bir karanlığa sürüklemeye çalışır; öfkesini anlamak yerine, öfkesini yok eden bir maske takar. “Acımasızlık” ve “delilik” etiketleri yalnızca tertipli bir anlatıyı değil, kadınların sınır aşma ve adaleti sorgulama gücünü de bastırır. Oysa Medea’nın öfkesinin ardında reddedilmiş bir varlık mücadelesi ve keskin bir adalet sezgisi akıp gider.
Sınırları Aşan Özgürlük

John Collier, Lilith, 1889
Bir diğer durağımız ise, kuşkusuz, Lilith’in hikayesi; çünkü burada öfke yalnızca bir tepki olmaktan çıkar, özgürlüğün en çıplak haliyle birleşen bir varoluş hareketine dönüşür. Lilith boyun eğmeyi reddettiği anda mitlerin dili değişir; eşitlik talebi artık basit bir itiraz değil, düzenin kurduğu hiyerarşiye yöneltilmiş doğrudan bir sorgulamadır. Tam da bu nedenleLilith’in sürgünü kaçınılmaz olur ve eşitlik isteyen bir kadının nasıl hızla “tehlike” alanına itildiği daha belirgin hale gelir.
Kadın kendi sınırını kendisi çizdiğinde anlatının zemini sessizce kayar; Lilith’in öfkesinin karanlıkla damgalanması, hem taleplerini hem iradesini yeniden çerçeveleyen bu kaymanın bir sonucudur. Oysa taşıdığı öfke, kendine ait olma arzusunun doğal bir uzantısıdır ve bu arzu, kadınların yüzyıllardır bastırılan özgürlük isteğinin en eski yankılarından birini taşır. Bu yüzden Lilith’in başlattığı hareket bizlere, kadın öfkesinin yalnızca bir itiraz sesi değil, özgürlüğün beslendiği ilk kaynak olduğunu hatırlatır.
Bilgeliğin Sessiz Tehdidi

Wright Barker, Circe, 1889–1890
Ve Circe’nin dünyasına geldiğimizde özgürlüğün biçimi yeniden değişir; Lilith’in bedenle başlayan direnişi burada bilgelikle genişler ve kadın öfkesinin başka bir yüzü görünür olur. Circe’nin gücü öfkeden değil, kimseye ait olmayan bir hayatı kendi elleriyle kurabilmesinden taşar. Onun adasına adım attığımız anda anlatının ritmi değişir, çünkü Circe yalnızca bir figür değil, erkek kahramanın yolculuğunu dönüştürebilecek bir ihtimalin anahtarına sahiptir.
Mit tam bu noktada savunmaya geçer ve Circe’yi büyünün sisine hapseder; bilgeliğin yarattığı tehdidi görünmez kılmanın en eski yollarından biri böyle şekillenir. Circe’nin bağımsızlığı ve sezgisi, erkek merkezli düzenin ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatır; bu yüzden hikaye onun gücünü “tehlikeli kadın” imgesiyle sınırlandırmaya çalışır. Fakat sis dağıldığında geriye hep aynı ışık kalır: Kadının kendi kaderinin sahibi olduğu, bilgeliğin yön verdiği bir dünya ihtimali.
Tüm bu mitolojik örnekler pop kültüre taşındığında ise, susturulmuş bir ses bu kez başka bir yerden yükselir. Taylor Swift’in “Cassandra”sında kırılgan öfke bir duygudan çok bir hatırlatma gibidir; şarkı yalnızca bir hikaye anlatmaz, Cassandra’nın elinden alınan sözün nasıl geri döndüğünü hissettirir. Ethel Cain’in karanlık evreni, Medea’nın iç sancısını bugünün diliyle yeniden kurar; acının direnişe dönüşen tarafını daha berrak bir biçimde görürüz. Killing Eve’de Villanelle’in sınır tanımayan enerjisi ise Lilith’in özgürlük arzusunu çağrıştırır; ehlileşmeyen, sınıflandırılamayan ve kendi ritmini taşıyan bir kadın figürü hala aynı kadim tedirginliği tetikler.
Böylece bu karakterler bize yeni bir hikaye sunmak yerine, içimizde uzun süredir sessizce duran o eski çığlığı bugünün estetiğine, bugünün duygusuna, bugünün akışına tercüme eder; tam da bu nedenle kadın öfkesinin hikayesi bitmiş bir anlatı değil, hala yazılmakta olan ve her nesilde yeniden doğan bir isyanın sesi...

Yorum Bırakın