İnsan, doğal olarak varlığını sürdürmek ister. Bu yönelim her zaman bilinçli, iradi ya da entelektüel bir çabanın ürünü değildir. Scientia est potentia -bilgi güçtür- ancak bilgi herkes için aynı biçimde güç anlamına gelmez. Çünkü bilginin yarattığı güç çoğu zaman yanlış anlaşıldığı üzere bir tahakküm ya da keyfi egemenlik kudreti değildir.
Gücü bir tahakküm aracı olarak gören bakış açısı, ancak kendi varlığının sınırlarından kuşku duyan, yetilerini tanımayan ve varoluşunun nedenlerini bilmeyen bir insan için bu şekilde kullanılır. Bilgi bu durumda yaşamı anlamak ve özümseyebilmenin değil, ona karşı savunmalar ve "taktikler" geliştirmenin aracı haline gelir.
Bilginin yarattığı gerçek güç, insanın “istediğini yapabilmesi”nden ziyade, neyi neden yaptığını anlayabilmesi ve bunlar arasında bir irade sahibi olmasıyla ilgilidir. Bilginin asıl sunduğu güç, insanın eyleme yetisini (potentia agendi) artırmasıdır. Bilgi, bireyin yalnızca kendi dar deneyim ufkundan değil, başka varlıkların gözlerinden de dünyayı kavrayabilmesini mümkün kılar. Böylece insan, yalnızca kendi çift gözleriyle gören bir varlık olmanın ötesine geçebilir.
Güneşler nasıl oluşur, nasıl ölürler, atomların kaotik hareketleri ne anlama gelir, bir dağ aslanı ne zaman çocuklarını terk eder, ve nihayetinde "ben" nasıl olur da böyle bir varlık olagelir; bir benliğin sahip olduğu çift gözün çok daha ötesinde yaşamlar deneyimleyebilmeyi sağlar. Buna karşılık bilgi her zaman herkes için böyle güzel anlamlara sahip değildir, bu farklı bilgi türlerini betimlemek için Spinozadan yardım alalım.
Spinoza’da Bilgi Türleri
Spinoza, Ethica’da bilgiyi üç türe ayırır. Bu ayrım, insanın dünyayla ve yaşamı içinde farklı varlıklarla kurduğu ilişkinin niteliğini de belirler. Bu ayrımı bilginin özünde insanın sahip olduğu 3 farklı bilgi kategorisi var olmasından ziyade, insanın bilgiyle birlikte şekillendirdiği anlama yetisinin 3 farklı aşaması olarak görmek daha doğru olacaktır.
Birinci Tür Bilgi: İmgelem (Imaginatio)
Birinci türden bilgi duyusal deneyimlere ve rastlantısal denk gelişlere dayanır. Spinoza bu bilgiyi “yetersiz ve karmaşık fikirler” olarak tanımlıyordu (Spinoza, 1677/2011, 2. Bölüm, Önerme 40, 2. Not). Bu düzeyde insan bilgiyi bir enstantane olarak yaşar; bilginin yarattığı olaylara anlık tepkiler verir, fakat nedenlerini kavrayamaz.
Bu bilgi türünün temel itkisi conatustur. Zira Spinoza’ya göre:
“Her şey elinden geldiğince kendi varlığında kalmaya çabalar.” (Unaquaeque res, quantum in se est, in suo esse perseverare conatur.) (Spinoza, 1677/2011, 3. Bölüm, Önerme 6)
Birinci türden bir bilgi, bu varlıkta kalma çabasından doğan ilkel tutkularla beslenir. Günümüzde sosyal medyada hızla yayılan eğilimlerin, bireyleri kısa sürede etkisi altına alabilmesi bu bilgi düzeyine iyi bir örnektir. Burada bilgi bağlamından tümüyle kopuk, yüzeysel ve edilgen tutkuları harekete geçiren bir araç haline gelir.
İkinci Tür Bilgi: Akıl (Ratio)
İkinci türden bilgi ancak aklın etkinliğiyle ortaya çıkar. İnsan bu aşamada artık yalnızca bilgiye maruz kalmaz, edindiği bilgiyi neden-sonuç ilişkileri içinde kavramaya başlar. Spinoza bu aşamada insanın “ortak kavramlar” aracılığıyla düşündüğünü belirtir (Spinoza, 1677/2011, 2. Bölüm, Önerme 38–40). Spinoza'ya göre "ortak kavramlar" (notiones communes) zihnin en açık ve seçik, dolayısıyla en güvenilir fikirleridir. Bunlar her şeyde ortak olan ve aynı derecede temel olan özellikleri temsil eder; başka bir deyişle görünürde farklı bağlamlara sahip olan fakat aynı yaşamsal itkinin yönlendirdiği durumları...
Bu düzeyde bilgi yalnızca edinilen bir içerik, bir çeşit mülk olmaktan çıkar; insan onu özümser ve benliğinin bir parçası hâline getirir. Anlama ediminin kendisi beraberinde bir sevinç (laetitia) doğurur; çünkü bu bilgiyle birlikte insanın bilinçli yaşamı içindeki eyleme gücü artmıştır.
Bir müzisyenin yeni bir enstrüman öğrenme süreci bu durumu iyi açıklar. İlk aşamada yapılan egzersizler anlamsız ve mekaniktir; çıkan sesler henüz bir anlam taşımaz. Ancak ikinci aşamada müzisyen, notaların onda uyandırdığı duyguları kavramaya ve onları hissedebilmeye başlar. Sahip olduğu bu yeni bilgi artık yalnızca tekrar edilen bir teknik değil, anlamlı bir deneyime dönüşmüştür.
Üçüncü Tür Bilgi: Sezgisel Bilgi (Scientia Intuitiva)
Üçüncü ve en "kudretli" bilgi türü sezgisel bilgidir (scientia intuitiva). Bu aşamada bilgi için sahip olunan rasyonel süreçler hala geçerlidir; ancak bilginin yürütülmesi için artık doğrudan bilinçli bir çabaya gerek yoktur. Bilgi artık insanın bütünüyle içselleşmiştir.
Bu aşamada örneğimizdeki müzisyen, artık yarattığı müziği dışarıdan gözleyen, onu "edinen" birisi olmaktan çıkmıştır artık, benliğine yeni eklenen bu oluşu deneyimlemeye başlar.
Spinoza bu bilgi düzeyinde insanın şeyleri sonsuzluk bakışı altında (sub specie aeternitatis) kavradığını söyler (Spinoza, 1677/2011, 2. Bölüm, Önerme 44, 2. Sonuç).
Bu bakış, algılanan yaşamı nedensellik zincirlerinin sonsuz ağı içinde konumlandırır. Bir şeyi, yalnızca bize şimdi ve burada nasıl göründüğüyle veya bize anlık olarak ne hissettirdiğiyle değil, onun Kozmosun sonsuz tözünden zorunlu olarak nasıl var olduğunu ve tüm diğer şeylerle nasıl bağ kurduğunu anlamaktır.
Bu idrak hali, zihnin üçüncü ve en yüksek bilgi türü olan scientia intuitiva (sezgisel bilgi) ile mümkün olur. Burada insan, kendi bedeninin ve zihninin de bu bütünün bir parçası olduğunu doğrudan kavrar. "Ben" dediği şeyin, evrenin nedensel dokusunda ebediyen örülmüş bir nokta olduğunu görür. Bu bakış, "kötü", "talihsiz" ya da "anlamsız" gibi yargıları eritir; çünkü her şeyi, olabilecek yegâne ve zorunlu şekliyle, bir bütünün parçası olarak görür.
Bu kavrayış, yeni bir duygunun doğmasına yol açar: Amor Dei intellectualis (Tanrı’ya duyulan akılsal sevgi). Spinoza bu sevgiyi şöyle betimliyordu:
“Zihnin Tanrı’ya duyduğu zihinsel sevgi, Tanrı’nın kendisini sevdiği sonsuz sevginin bir parçasıdır.” (Spinoza, 1677/2011, 5. Bölüm, Önerme 36)
Buradaki “Tanrı”, kişisel (solipsist) ya da teolojik bir varlık değil, doğanın kendisidir (Deus sive Natura). Zira aksi bir durumda Tanrının 1kendisini sevmesi1 mümkün olmazdı. İnsan bu bilgi düzeyinde evrenin zorunlu düzenini kavramakta ve bu kavrayıştan doğan bir dinginliğe ulaşmaktadır.
İnsanın yaşamındaki bilgi ve ondan doğacak yeni anlamlar yaratması yolculuğunun tepe noktasıdır burası. İnsan yaşamı gözleyen bilinçli bir varlık olarak nihayet Kozmostan bir karşılık, bir yanıt almıştır artık. Demek, varlık böyle işlemektedir, bu özgül şeyin yaşamasını sağlayan buymuş, demek yıldız olmak, atom olmak, dağ aslanı olmak, ve insan olmak böyle bir şeydir diyebilmiştir.
Bu insanın zihninde izlerini aradığı sonsuzluk fikrinin, sonunda sonsuz nesnesine (Kozmos) ulaştığı bir dinginlik noktasıdır. İnsan, tam olarak bu yüzden bilmek ister.
Kaynakça
Spinoza, B. (2011). Etika (Ç. Dürüşken, Çev.). Alfa Yayınları. (Orijinal eser 1677 yılında yayımlanmıştır).

Yorum Bırakın