Vanitas ve Kadınlar: Fanilik Kimin Hatırası?

Vanitas ve Kadınlar: Fanilik Kimin Hatırası?
  • 0
    0
    0
    0
  • Size bir şeyler anlatmak isteyen resimler vardır; düşüncenin çizgiler ve renklerle buluştuğu, bakıldığı anda tamamlanmış bir his vermeye çalışan. Bir de bitmekte olduğunu fısıldayanlar çıkar karşınıza. Vanitas tam olarak bu ikinci yerde durur. Çünkü bu resimler ölümü anlatmakla meşgul olmaz; siz bakarken içinizde tutmaya çalıştığınız şeyleri yavaş yavaş açığa çıkarır. Neye tutunduğunuzu, neyi kaybetmemek için gözlerinizi kaçırdığınızı fark ettirir. Ölüm bu resimlerde bir son gibi görünmez; daha çok masanın ortasına bırakılmış bir soru gibi durur, cevap beklemez.

    Vanitas geleneğinden söz ederken 16. ve 17. yüzyıl Hollanda’sına bakmak gerekir. Adını Latince vanitas kelimesinden alır; boşluk, hiçlik ve geçicilik gibi anlamları çağrıştırır ve bu çağrışımlar resimlerin içine semboller aracılığıyla sızar. Kafatasları, solmaya yüz tutmuş çiçekler, sönen mumlar, ilerlemeye devam eden saatler, kitaplar ve müzik aletleri aynı yüzeyde yan yana gelir. Bu nesneler hayatın ne kadar kısa bir aralık olduğunu hatırlatır; zevklerin geçtiğini, gücün çözüldüğünü, bilginin bile zamanla ağırlığını kaybettiğini hissettirir. Masanın üzerinde geriye çoğu zaman tek bir duygu kalır: kaçınılmazlık.

    Hendrick Andriessen, Vanitas Still Life, ca. 1650

    Bu bakış Orta Çağ Hristiyan düşüncesine uzanan köklere sahiptir. Dünyevi arzuların ruhu yoldan çıkarabileceği, gerçek kurtuluşun maddi olandan uzaklaşmakla mümkün olacağı fikri vanitas resimlerinin arka planında sessizce dolaşır. Ancak türün asıl ağırlık kazandığı dönem 17. yüzyıl olur. Otuz Yıl Savaşları, salgınlar, ekonomik çöküşler, Reform hareketleri ve inanç bölünmeleriyle birlikte hayatın ne kadar kolay dağıldığı her gün yeniden görülür. Vanitas tam da bu atmosferde belirir; faniliği süslemek için değil, ona bakabilmek için.

    Bu yüzleşme özellikle Protestan coğrafyalarda bireysel vicdan ve kişisel inançla daha doğrudan bir bağ kurar. Hollanda’nın uzun süre vanitas geleneğinin merkezlerinden biri haline gelmesi de bu yüzden şaşırtıcı görünmez.

    Ancak geleneğin tarihine yakından bakıldığında anlatının büyük ölçüde erkek sanatçılar etrafında kurulduğu fark edilir. Büyük isimler, büyük atölyeler, büyük koleksiyonlar ön plana çıkar. Oysa bu görünür hattın hemen altında, sessiz ama güçlü başka bir anlatı ilerler. Vanitas’ı yalnızca ölümün temsili olarak değil, kadın deneyimi üzerinden yeniden düşünen kadın sanatçılar. Faniliği yalnızca biyolojik bir son olarak ele almak yerine, görünürlükle, silinmeyle ve hatırlanmayla birlikte düşünen bir bakış.


    Düzenin Bilinçli Bozumu

    Vanitas resimleri klasik natürmortlardan biçimsel olarak ayrılır; amaç yalnızca teknik ustalık göstermek olmaz, nesneler bilinçli biçimde düzensiz yerleştirilir ve kompozisyon sanki birazdan dağılacakmış hissi verirken bu dağınıklık, maddi dünyanın insanı nasıl yönsüzleştirdiğine dair sessiz bir ima taşır. Kitaplar, haritalar ve müzik aletleri bilgiyle ve sanatla ilişkilendirilir, altınlar, mücevherler ve keseler güç ile serveti çağrıştırır; ilk bakışta bu nesneler bir düzen duygusu yaratır ve insan aklının dünyayı kavrayabileceği, sınıflandırabileceği yanılgısını besler.

    Ancak bu düzen uzun sürmez; sabun köpükleri, saatler, kurumuş çiçekler ve kafatasları sahneye girdiğinde kompozisyonun yönü değişir, zaman görünür hale gelir, ilerler, çözer ve dağıtırken masanın üzerindeki her şey biraz önce taşıdığı anlamı yavaş yavaş bırakır. Buna karşılık başaklar, defne dalları ya da sarmaşıklar yeniden doğuşu ve sonsuzluk umudunu taşır ve vanitas tam da bu gerilimle çalışır; yok oluşla anlam aynı yüzeyde yan yana durur, hiçbiri baskın hale gelmez, hiçbiri son sözü söylemez.

    Kadın Sanatçılar ve Görünmez Sınırlar


    17. yüzyıl Hollanda’sı sanat açısından olağanüstü bir üretim dönemine işaret ederken, bu üretim alanının kapıları kadınlar için çoğu zaman yarı kapalı kalır; sanat eğitimi, lonca sistemi ve sipariş mekanizmaları erkekler üzerinden işler, kadınlar için resim yapmak ise çoğunlukla ev içi bir uğraş olarak görülür ve profesyonel bir kimlik kazanmak kolaylaşmaz. 

    Resim yapabilen kadınlar genellikle çiçeklere, ev içi sahnelere ve küçük kompozisyonlara yönlendirilirken tarih resimleri, mitolojik anlatılar ya da büyük ölçekli konular onlara nadiren açılır; buna rağmen bazı kadın sanatçılar bu sınırlı alanların içinden güçlü bir dil kurmayı başarır ve vanitas onlar için yalnızca ahlaki bir tema olmaktan çıkarak var olma mücadelesinin sembolik alanına dönüşür.


    Çiçeklerin İçindeki Zaman

    Maria van Oosterwijck, Vanitas Still Life, 1668

    Maria van Oosterwijck ile karşılaşıldığında ilk anda çiçekler yakalar bakışı; fazla canlı, fazla özenli görünürler, sanki birazdan solacak değiller de daha da açılacak gibidirler ve bu ilk izlenim gözün resmin içinde oyalanmak istemesine yol açar. Ancak bakış uzadıkça bu canlılık huzur vermez; yaprakların kenarında beliren yorgunluk, tomurcukların açılırken taşıdığı kırılganlık ve araya serpiştirilmiş böcekler yavaş yavaş fark edilirken, güzelliğin içine sızmış bir aşınma hissi belirir ve yaşamla birlikte kayıp da aynı yüzeyde yan yana durur. 

    Boya katman katman ilerler, resmin içinden bir ışık sızar ama bu ışık güvenli bir alan açmaz; vanitas sahneye girdiğinde masa ağırlaşır, kafatasları, haritalar, küreler ve kutsal metinler yan yana gelirken düzen hafifçe çözülür, renkler koyulaşır ve kompozisyonun nefesi daralır. Güzellik hala oradadır ama artık korunmaz; Oosterwijck’te çiçekler süs olmaktan çıkar, zamanı temsil etmekten çok zaman gibi davranır ve belki de bu yüzden resimler hala ilgi çeker.

    Asıl mesele ise bu ilginin neden hala bir “istisna” gibi okunmak istendiği sorusunda belirirken, tam bu noktadan sonra vanitas başka bir tona kayar, dolaylılık geri çekilir ve bakış daha doğrudan bir yüzleşmeye çağrılır.

    Görünmez Yüzler

    Catarina Ykens, Vanitas bust of a lady with a crown of flowers on a ledge, 1688

    Catarina Ykens’te saklanacak pek bir alan kalmaz; anlatı nettir ama sertlik taşımaz, aristokrat bir kadının yüzü yerini bir kafatasına bırakırken çiçekler hala kompozisyonda kalır, süs dili sürer ama anlam yer değiştirir ve zarafet, statü ile ayrıcalık askıda kalır; yüz ortadan kalktığında ise geriye kalanla baş başa kalınır.

    Bu sahne bir şok anı yaratmaz; daha çok süs perdesi kaldırılmış bir bakış hali gibi işler ve Ykens’in vanitası bağırmaz, açıklamaz, ikna etmeye çalışmaz, bakışı sabitlerken kaçışı zorlaştırır; ölüm burada bir metafor gibi durmaz, masanın üzerindeki nesnelerden biri haline gelir ve süslenmiş anlatının içinden sade bir gerçeklik sızar.

    İsimsizleşen Bir Varlık Hali

    Sara van Baalbergen, Vanitas still life with the portrait of the painter, 1660

    Sara van Baalbergen’e gelindiğinde anlatı yavaşlar, sessizlik yoğunlaşır; hayatına dair bilgiler sınırlı kaldıkça eserlerin çoğu başkalarının adıyla anılır ve bu durum rastlantı hissi uyandırmaz. Adın silikleştiği yerde varlığın da giderek hafiflediği fark edilir.

    Vanitas resimleri bu sessizliğin içinden konuşur; özellikle otoportreli kompozisyonda sanatçının kendini ölüm düşüncesiyle aynı düzleme yerleştirmesi, bir mesaj iletme arzusundan çok geride bir iz bırakma ihtiyacını çağrıştırır ve bu jest, “ben buradaydım” demenin görsel karşılığı gibi, sessiz ama geri çekilmeyen bir temas olarak belirir.

    Ahlaki bir öğüt aramak boşuna olur, dramatik bir vurgu da beklenmez; resim tamamlanmış bir düşünce sunmak yerine bitmekte olan bir hali fısıldar ve metnin başında söz edilen o resimler gibi davranarak izleyiciye kapanmış bir anlam vermek yerine dağılma anını görünür kılar. Bu sessizlik yokluğu değil direnci taşır; silinmeye karşı hafif ama inatçı bir var olma biçimi belirirken, adı anılmasa bile bakışı tutan bir mevcudiyet hissi geride kalır.

    Vanitas çoğu zaman evrensel bir ölüm anlatısı olarak okunur; oysa bu üç yaklaşım yan yana geldiğinde tür yalnızca ölümle sınırlı kalmaz ve güzellikten doğrudanlığa, oradan sessizliğe uzanan bir hat belirginleşir. Kadın sanatçıların vanitası tam bu hattın üzerinde durur; ölümü bir son olarak ele almak yerine görünürlük, unutulma ve silinme meseleleriyle birlikte düşünür. 

    Belki de bu yüzden bu resimler hala bakışı tutar, izleyiciye ne düşüneceğini söylemez, bir sonuç dayatmaz ve yalnızca soruyu masanın ortasında bırakır. Kim kaldı, kim kayboldu, kim hatırlandı. Vanitas’ın gücü tam da burada belirir; cevap vermediği yerde, anlamı kapatmadığı noktada, bakana bitmiş bir düşünce sunmak yerine, o soruyla baş başa kaldığı yerde...


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.