Carl Lee: Geçen yıl, siyah bir kıza tecavüz eden 4 beyazı hatırlıyor musun? Jake: Evet. Carl Lee: Salıverildiler değil mi? Jake: Evet. Carl Lee: Hiç kimse almazken kardeşimin davasını sen almıştın. Zor bir durumda olsam bana yardım ederdin değil mi?Jake'in davayı kabul etmesiyle, savunma avukatı olarak bölge savcısı Robert Buckley (Kevin Spacey) çıkıyor karşımıza. Carl Lee'nin, ölüm cezasına çarptırılması için elinden geleni yapacak olan Robert'ın, her şeyi usulüne uygun yaptığını söylemek biraz zor. Davanın ilk ayağında Jake, yer değişimi talep ediyor çünkü bulundukları bölgeden seçilecek jürilerin hepsi beyaz seçilecek. Bu da doğal olarak Carl Lee'nin işini zorlaştıracak. Yargıç Noose ise bu süreçte bölge savcısının tarafında duracak gibi duruyor. Tecavüzcülerden Billy Ray Cobb'un abisi Freddie ise durumdan hiç memnun değil. Hatta bu konuyu, şu cümleyle özetliyor:Jake: Tabii ki, Carl Lee. Nasıl bir zor durumdan bahsediyoruz?
Carl Lee: Senin de bir kızın var Jake. Sen olsan ne yapardın?
"On yıl önce olsaydı o zenci, ipin ucunda sallandırılıyor olurdu. Bu ülkeye ne oluyor?"
Bu süreç, Freddie'nin, Ku Klux Klan'a katılmasıyla farklı bir hal alıyor. Freddie'nin tek amacı, Jake'e zarar vermek oluyor. Bu doğrultuda Jake, karısını ve kızını şehirden gönderiyor çünkü K.K.K evlerini yakma girişiminde bulunuyor. Sekreterinin kocası öldürülüyor, Ellen kaçırılıyor ve hastanelik oluyor. Filmin eksi puan aldığı tek nokta K.K.K kısımlarının havada kalmasıydı. Bunun en büyük örneği de "Mickey Mouse" dövmesinden tanıdığımız, aynı zamanda gizlice Jake'lere yardım eden karakterin bir sonuca bağlanmamasıydı. Karakterin, kitapta polis için bir muhbir olduğu bilinse de bu, filmde öylesine kullanılmış gibi durduğu için çok havada kalan bir kısımdı. Afro-amerikan karşıtlığı, K.K.K üzerinden değil de başka şekilde verilse ya da K.K.K daha incelikli işlense belki bu kadar göze batan bir bölüm olmazdı. Karşımıza çıkan bir başka karakter, barodan kovulduğu için artık avukatlık yapamayan ama zamanında çok başarılı bir avukat olan Lucien Wilbanks (Donald Sutherland). Lucien, Jake'in öğretmeni gibi. Filmlerde yol gösteren bilge karakterler güzel işlendiği zaman insana izleme keyfi verir. Lucien ve Jake ikilisi de bu güzel örneklerdendi. Ama ben Lucien karakterinin biraz daha işin içinde olmasını isterdim. Buna rağmen Jake'le konuşmasında söylediği 2 cümle, alıntılanmayı hak ediyor.Ellen Roark (Sandra Bullock), babası avukat olan bir hukuk öğrencisi. Jake'e, davada yardım etmek istemesiyle tanışıyorlar. Jake, en başta kabul etmese de daha sonra onu asistanı olarak yanına alıyor. Birlikte içki içtikleri bir sahnede Jake, kendine bir itirafta bulunuyor. Neden bu davayı bu kadar benimsediğini açıklayan bir itiraf."Bu davada, kazansan da kaybetsen de, adalet yerini bulur."
"Senin işin, kendini senden ne kadar saklarsa saklasın adaleti bulmak."
"Sanırım bunu yapmasını gerçekten istedim. Ölmelerini istedim. Aklamaya çalıştığım kişi sadece Carl Lee değil."Ellen'ın, dava sürecinde Jake'e yardımı dokunan en önemli karakter olmasının yanı sıra, asla bir ilişki içinde olmasalar da birbirlerine karşı bir şeyler hissetmeye başlamaları da filmde minik bakışlarla verilmeye çalışılıyor. Tabii ki, Jake'in evli olmasından dolayı mutlu bir son göremiyoruz ama Sandra Bullock'un ve Matthew McConaughey'in uyumu o kadar etkileyici ki iyi bir romantik komedi filminde görmek çok güzel olabilirdi. Değinmek istediğim son nokta Carl Lee ve Jake ikilisi. İkisi de kız çocuk babası. "Yaşayan anlar." cümlesinden yola çıkarak seçilebilecek en mantıklı avukat belki de Jake. En başta sadece başarılı olmak için kazanmaya çalıştığı bir davaymış gibi dursa da, filmin ilerleyen zamanlarında davayla bir bağ kurduğu kesin. Kendini, "Ya bu olay benim kızımın başına gelseydi?" dediği anlarda buluyor çoğu zaman. İşte tam bu noktada film bize soruyor; Adalet nedir? Adalet var mıdır? İki adamın küçük bir kız çocuğuna tecavüz ederek doğurganlığını elinden alma hakkı var mıdır? Bir adamın, iki kişiyi öldürmeye hakkı var mıdır? A Time to Kill, sizin vicdanınıza soruyor her şeyi. Hem de en etkileyici şekilde. "Kimsenin kimseyi öldürmeye hakkı yoktur ama minicik bir kızın bunları yaşamaya da hakkı yoktur." ikileminde buluyorsunuz kendinizi. Tam her şeyden vazgeçtiği anda, Carl Lee'ye, "Kabul et. Müebbet alma şansımız olsun." diyor, Jake. Carl Lee'nin verdiği cevap bir tokat gibi acıtıyor insanın canını. Verdiği cevabı alıntılamadan önce bir noktaya değineceğim. Nasıl ''auteur'' dediğimiz yönetmenler varsa sinemada, bu terimi kullanabileceğimiz oyuncular da olmalı. Bunun en büyük örneklerinden birinin Samuel L. Jackson olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir filmde o varsa, o filmin bir köşesinde mutlaka ırkçılık hakkında bir gönderme vardır ve mutlaka bu konu hakkında bir repliği de vardır:
Jake: Biz seninle aynı değiliz Carl Lee. Jürinin, sanıkla özdeşleşmesi gerekir. Sana baktıklarında bir oduncu, bana baktıklarında bir avukat görüyorlar. Ben şehirde yaşıyorum, sen varoşlarla.Filmin sonunda, Jake'in jüriye yaptığı konuşma her şeyin sonucunu belirliyor. Kapıların açıldığı sahne ise sinematografik olarak muazzam etkileyici olduğu gibi izleyende yaşattığı katarsis hissiyle filmin başarılı olduğunu bir kere daha kanıtlıyor. İşlenen konunun evrensel olması ve günümüzde hala geçerliliğini koruması, gerçekçilik açısından senaryoya çok büyük bir katkı sağlamış diyebiliriz. Oyunculuklar ise laf söylenemeyecek kadar iyi. Bir yapımda, senaryo ve oyunculuklar iyiyse, yönetmen de elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştıysa film izleyeni tatmin eder. "Adalet nedir?" sorusunu kendinize her sahnede sormanızı sağlayan A Time to Kill, izlenildiği zaman pişman olunmayacak kadar başarılı bir film. Jake'in, jürilere yaptığı efsane kapanış konuşmasını, izlemek isteyenler için buraya bırakıyorum. Ayrıca, Matthew M.'in oyunculuğunu bir kere daha ayakta alkışlıyorum.Carl Lee: Sen beyazsın, ben siyah. Gördün mü Jake? Sen de tıpkı onlar gibi düşünüyorsun. İşte bu yüzden seni tuttum. Sen de onlardan birisin. Bizim restoranda yediğin, televizyonda siyahlar ve beyazlar hakkında konuştuğun için öyle olmadığını sanıyorsun ama gerçek şu ki sen de aynı onlar gibisin. Bana baktığında bir insan görmüyorsun. Siyah bir insan görüyorsun. Biz dost değiliz Jake. Bizim kızlarımız hiçbir zaman birlikte oynayamayacak. Amerika bir savaş alanı ve sen diğer taraftasın. Kürsüde ve jüride düşmanları olan bir siyah nasıl adil yargılanabilir ki? Hayatım beyazların elinde. Senin elinde Jake. Sen benim gizli silahımsın çünkü sen de o kötü adamlardan birisin. Olmak istemiyorsun ama öylesin çünkü böyle yetiştirildin. Zenci, siyah, afrika kökenli Amerikalı... Nasıl görürsen gör, beni farklı görüyorsun. Diğerlerinin gördüğü gibi görüyorsun beni. Sen de onlardansın. Şimdi, hukuk meselelerini bir kenara bırak Jake. Eğer jüride olsaydın, beni suçsuz görmeye ne ikna ederdi seni? Bunu düşün. Bu şekilde ikimizi de kurtarabilirsin.
"Now, imagine she's white."
Yorum Bırakın