“Rahatça oturdunuz mu? Öyleyse başlıyorum.”
“Welcome to the boat of love!”
Richard Curtis’in yazıp yönettiği “aşk teknesine” hepiniz hoş geldiniz! Bu bir belgesel değil ama sıradan bir film de değil, müzikal deseniz o da değil. Bambaşka, karışık kaset tadında bir yapım. İngiliz Rock'n Roll’unun, korsan radyonun altın çağı olarak görülen 1966 yılındaki marjinal radyo yayıncıları ile bu marjinalleri hiç mi hiç sevmeyen hükûmet arasında geçen çekişmelerden beslenen bir film var karşımızda. İngiliz Rock'n Roll’unun en güzel dönemi olan 1966 yılına yolculuğa çıkıyoruz. İngiliz resmî kanalı olan BBC’nin pop ve rock müzik için yalnızca 45 dakika ayırdığı bu dönem, nasıl oluyor da İngiliz Rock'n Roll’unun altın çağı olabiliyor peki? Çok basit: korsan radyolar!
Tom Sturridge (Carl), Bill Nighy (Quentin), Ike Hamilton (Harold), Philip Seymour Hoffman (The Count), Rhys Ifans (Gavin), Nick Frost (Dave) gibi isimlerin içinde bulunduğu güçlü bir kadroya sahip bu film.
Baştan belirtmek gerekir ki, olumsuz örnek oluşturabilecek davranışların kol gezdiği bir gemiye biniyor olacaksınız. Radio Rock isimli korsan yayın yapan radyo, sadece yasaların açıklarından faydalanması yönüyle değil, aynı zamanda Kuzey Denizi’nin ortasında demir almasıyla her türlü bir “korsan”. Carl isimli gencin, yaptığı yaramazlıklar sonucu okuldan atılması üzerine annesi tarafından ceza olarak bu gemide radyo yayıncılığı yapan vaftiz babası Quentin’in yanına gönderilmesiyle başlıyor her şey.
İtiraf etmek gerekir ki, her ne kadar hem dönemsel olarak hem de genel olarak hâlâ yaşadığımız dünya içerisinde çok da hoş karşılanmayan hayat anlayışlarıyla hayatlarını sürdürüyor olsalar da hepimizin içerisinde en azından bir kez olsun bulunmak isteyeceği türden bir gemi. Herkes hayattan sonuna kadar keyif almanın ve kaliteli müziğin peşinde, öyle bir ortam.
“Tanrı bir DJ olsaydı, o da bu kanalda olurdu: Radio Rock.”
Öylesi de kaliteli müzik sunan bir 7/24 kanal. Kendi içlerinde konu bağlamında 60’ların kaliteli müziklerini verirken filmin müzik bestecisinin de Hans Zimmer olduğunu söylemekte fayda var. İçinizi kıpır kıpır edecek bir parçadan hüzünlendirecek bir parçaya kadar hepsini bulmak mümkün. Film bittikten sonra Spotify’daki film çalma listesine geçmek için güzel bir sebep diyebiliriz.
Buram buram kaliteli müzik kokuyor ortalık. Eh, biraz da ot, alkol ve sigara elbette. Geminin içinde bulunmak şöyle dursun 60’larda yaşayan bir insan olsak, dinleyici olarak bile müptelası olunur tarzda bir program. Tabii, hükûmete soracak olursanız bunun tam tersi, çünkü kural tanımaz, edepsiz ve beş para etmez bir olay bu. Teknik açıdan hiçbir kuralı çiğnemeden insanlara sadece “özgür” olabileceklerini ve “hayal” kurabileceklerini hissettirerek var olan bir programdan bahsediyoruz burada. İnsan, böylesine şevkle sunan sunucular bu yüzyılda yaşamış olsalardı aynı başarıyı elde ederler miydi diye düşünmeden edemiyor. Garip bir arkadaş grubu olarak adlandırabileceğimiz ancak bunun çok daha ötesinde muazzam ve birbirine derinden değer veren bir aile görmek mümkün. Müziğin bağlayıcı gücü de denilebilir belki. Zira gelenek göreneklere ve toplumsal değerlere dayalı bir aile yapısı olduğunu söylemek oldukça zor. Film esnasında radyo dinleyicilerinin heyecanları içinize işleyebilir. 7’den 70’e rock müziğin temas ettiği bir sürü insanın heyecanlı bekleyişlerini görebiliyorsunuz. Gemide yaşanan çılgın ve magazinsel değeri yüksek olaylar da insanları çekiyor gibi. Diğer bir yandan, karar mercilerinin bir konudan rahatsız olduklarında ne kadar ısrarcı olabileceğine tanık oluyoruz. “Hükûmet olmanın esprisi bu zaten. Bir şeyi sevmiyorsan, onu yasadışı ilan eden bir kanun çıkartırsın.” Korsan radyolara o kadar gıcık ki hükûmet, hepsini kapatmak istiyor ama elbette öncelikli olarak 25 milyon dinleyicisi olan Radio Rock’a gözlerini dikmiş durumda. Önce bir yayın kuruluşunun en önemli geliri olan reklamlara müdahale ederek zorluk çıkartılmaya başlanıyor. Ardından kamuoyunu kendi taraflarına çekme çabası ve en sonunda ise gücü elinde bulundurmanın verdiği o sihirli yetkiyi kullanarak yasaları devreye sokma geliyor. Burada kamuoyunun gücü kavramı, bir kavram ne kadar önemli olabilirse o kadar önemli oluyor. Topluluğun istek ve ihtiyaçlarını göz önüne almadan toplulukla ortak paydada buluşmak mümkün olmuyor hâliyle. Hem konu, hem müzik hem de nostalji açısından doyurucu ve eğlenceli bir dünyaya açılan kapı denilebilir The Boat That Rocked için. “Yıllar gelip geçerken politikacılar bu dünyanın içine etmek için ellerinden geleni yapacak. Ama dünyanın her yerindeki gençler hayal kurmaya ve bu hayallerini şarkılarına yansıtmaya devam edecek.”
Yorum Bırakın